"BANA MANŞETLERİNİ SÖYLE, SANA ALTINDA YATANI SÖYLEYEYİM!"
Son haftalarda, hatta son aylarda "Aydın Doğan gazeteleri"ne bir haller oldu... Ya Hürriyet'te, ya da Milliyet'te bazen ikisinde birden "yalan haberler" artmaya başladı.. Acaba, "dert"leri ne, "sıkıntı"ları ne?..
Kartelde tezgâh bitmez... Prof´a saat, erkeğe çarşaf!
Hikâyeyi bilirsiniz.. Hani, "deve"ye sormuşlar, "boynun neden eğri?" diye... O da, "nerem doğru ki?" diye cevap vermiş ya... Kartel medyası da, "deve"den farksız... Hangi haberleri "doğru" ki, düzeltesiniz... Malûm, bu konuda bir hikaye daha var... Bir sohbet esnasında, adamın biri, topluluktakilere, demişki;
"Bir keşiş, deniz kenarında tam kızını kurban edeceği sırada Mikâil adlı melek gökten bir keçi getirdi..."
Sohbette bulunanlardan biri, dayanamayıp patlamış:
"Be adam" demiş;
"Şu söylediklerinin hangisini düzelteyim?.. Bir kere; o kişi keşiş değil, Hz. İbrahim Peygamber idi!.. Orası, deniz kenarı değil, dağlık arazi idi!.. Kızını değil, oğlu İsmail'i kurban edecekti... Meleğin adı Mikâil değil, Cebrail Aleyhisselâm idi... Gökten inen de keçi değil, koyun idi!"
Dedim ya, "kartel medyası" da; son günlerde her şeyi birbirine karıştırmaya başladı... "Peygamber"le "keşiş'i, "koyun" ile "keçi"yi, "dağlık arazi" ile "deniz kenarı"nı "Mikâil" ile "Cebrail"i birbirine karıştırıyorlar!.. Peki, bu karıştırma "cehalet"lerinden mi, "inat"larından mı?..
"Bilmemek" elbette ayıp değil... Bir insan, her şeyi bilmek zorunda değil.. Evet, "bilmemek" ayıp değil ama, sorup da "öğrenmemek" gerçekten ayıp... Bir insan, hele de "bilmediği" bir konuda "fikir" ve "kanaat" sahibi ise, sürekli "ahkâm" kesip, bunu da kitlelere "doğru" diye dayatmaya kalkıyorsa, işte orada "masumiyet"ten söz edilemez... Orada "hata" değil, "kasıt" vardır!.. "Kin" vardır, "öfke" vardır, "öç" vardır!..
"Hata"yı düzeltebilirsin, ama "inat" ise, düzeltmek mümkün değil!..
Bilmeden yapılan bir "hata"dan dolayı "özür" dilenirse, kabul edilebilir, hoş görülebilir!.. Ancak "hatalar zinciri"ni nasıl kabul edeceksin?.. Hele de, o hatalar üst üste birikip, bir "yalan tabakası" haline gelmişse!..
BANA MANŞETİNİ SöYLE!
Son haftalarda, hatta son aylarda "Aydın Doğan gazeteleri"ne bir haller oldu... Ya Hürriyet'te, ya da Milliyet'te bazen ikisinde birden "yalan haberler" artmaya başladı..
Acaba, "dert"leri ne, "sıkıntı"ları ne?..
Onların bu haberlerini gördükçe, eski bir "Milliyet yazarı"nın şu sözü gelir aklıma: "Bana manşetlerini söyle, sana altında yatanı söyleyeyim!"
Gerçekten de, verilen "haber"lerin, atılan "manşet"lerin çoğunun altında mutlaka bir "hesap" vardır!.. Ya "ideolojik" bir hesap vardır, ya da "ticari" bir kaygı!..
Ya, toplum "dönüştürülmeye" veya "alıştırılmaya" ya da "hükümete" veya "birilerine" mesaj gönderilmeye çalışılmaktadır!..
Sonuç itibariyle "denilmek istenen" şudur:
"Ben, ne dersem o olur!"
Kabul ve itiraf edelim ki;
Bugüne kadar, bu çark böyle döndü... "Onlar" ne dedi ise, "birileri" hep boyun eğdi!.. "Direnenler" çıktıysa da, "yargısız infaz"lara maruz kaldılar!..
"İş"lerini kaybettiler, "eş"lerini kaybettiler, "koltuk"larını kaybettiler ve hatta "can"larını kaybettiler!..
Zira, her yerde onların borusu ötüyordu!..
Bu durum, son yıllara kadar böyle devam etti... Ancak, Vakit gibi gazetelerin ortaya çıkması ve "maske"leri düşürmeye başlaması, hem "hesap"ları altüst etti, hem "ezber"leri bozdu ve hem de "kafa konforları"nı!..
İşte bu yüzdendir ki;
Gerek Hürriyet'e, gerek Milliyet'e bir haller oldu... Eskiden de böyle miydi bilmiyorum ama, son aylarda "iyice çuvallamaya" başladılar!..
Eskiden, "kız oğlan kız" dedikleri bi