31 Tem 2009 09:18 Son Güncelleme: 19 Kas 2018 13:49

"BANA 3G DEĞİL, BİR G VER MEHMET, GAZETECİLİĞİN G'SİNİ VER YETER!.." HINCAL ULUÇ'TAN MEHMET BARLAS'A YANIT!..

"Hayır.. Bugün başka yazı yazmayacağım.. Bu yeter.. Yeter de artar bile..Başta Mehmet Barlas, "Günümüzde gazetecilik nedir, nerdedir" diyenler kessinler ve saklasınlar için.."

Sen de mi Mehmet Barlas..


Acı bir gerçeği içine biraz mizah katarak ironik bir dille yazışımı Mehmet Barlas da anlamazsa ne yapmam lazım acaba?.. Kalemi kırıp yazmayı bırakmam mı?..
İletişimdeki teknolojinin ilerlemesiyle bizdeki gazeteciliğin gerileyişini yan yana anlatırken, aslında çok acı eleştirmiştim kendimizi, Erdal Şafak'ın "Artık 3 G, yani Üçüncü Kuşak teknoloji ile çıkacağız" yazısını bahane ederek..
"Bırak Üçüncü Nesli, ben babamın zamanındaki gazeteciliğe razıyım" diyerek..
"Ben olsam, değil Üçüncü Nesli kullanmak, dizüstü bilgisayarları bile yasaklardım" diye ekleyerek..
Sevgili Mehmet, yazının sözlük anlamına takılıp, iletişimdeki gelişmelerle, gazetecilikteki gerileyiş arasında bir sebep sonuç ilişkisi olmadığını saptamış.. Vallahi bravo.. Yazdıkları (!) doktora tezi olabilir..
Geçtim..
Ama imkansızlıklar devrinde yaratılan o gazeteciliğe dil uzatmış sonunda, Nasrettin Hocanın ağzından "Ben senin o yıllarını da bilirim köpoğlusu" diyerek..
Bilirsin tabii.. Bilmen lazım Mehmet dostum.. O yıllar Cumhuriyet'te yazardın.. Fikret Otyam elinde 7 kiloluk teyple, dağ bayır Anadolu dolaşır röportajlar yapardı hatırlar mısın?. Yaşar Kemal diye bir başka röportajcıyı unutmuş olabilir misin?.. Otyam'la Yaşar'ın birbirlerini atlatmak için ne oyunlar oynadıklarının hikayesi kulaklarına gelmemiş olabilir mi?.
Nerde bugün o röportaj yazarları Mehmet?.. Röportaj yazan kaldı mı?. Al teybi, sor soruyu.. Soru- cevap.. Bin tane soru-cevap.. Çünkü röportaj yazmak, yazarlık ister.. Ötekine bir kulaklık yeter.. Birini yazmak için Otyam olmak gerek.. Yaşar Kemal olmak gerek.. Pahalı.. Soru-cevap için 300 lira maaşlı çaylak stajyer yeterli..
Doğan Uluç'un kitabını okudun mu Mehmet?..
Geçen hafta aya inişin 40'ıncı yılıydı.. Ayda yürüyen ilk insanın o anki resmini tüm Avrupa'da ilk yayımlayan gazete Hürriyet olmuştu, hatırladın mı?.. Peki nasıl başarmıştı Doğan Uluç bu işi.. Aç da oku.. Bilgisayar yokken.. İnternet yokken.. 3G değil, yarım G bile yokken.. Amerika ile telefonla görüşme yapması gereken işadamları sabah uçağı ile Atina'ya gidip, telefonlarını ettikten sonra akşam dönerken.. Bizde telefon imkanları o kadar, ama o kadar geriyken yani, Doğan, Neil Armstrong'un o küçük ama çok büyük adımının resmini Hürriyet'e nasıl ulaştırmıştı, oku Mehmet..
O gazetecilik bugün var mı, Mehmet?..,
Ankara'da, Yeni Gün'deyiz.. Telefonlarımız kesik.. Menderes kestirmiş.. Tek ajans var, Anadolu Ajansı.. Menderes onun da bize bülten vermesini yasaklamış. Yani tek iletişim, tek haber kaynağımız yokken Genel Yayın Müdürü Cihat Baban, fırça attı bana, yani Spor servisi şefine.. "Lefter dün idmana çıkmamış, bizde niye yok" diye.. Sene 1957..
Şimdi 2009.. 3 G devri.. Bütün Türk medyası, bu ülkede yılın en büyük transferi Rijkaard'ı atladı Mehmet..
Rijkaard'ın gelişini atladı.. Hiç kimse de utanmadı.. Hiçbir patron, hiçbir Genel Yayın Müdürü, hiçbir spor servisi şefi hesap sormadı..
Çünkü kimsenin umurunda değil, artık haber atlamak.. Oysa sallamak serbest.. Beş büyük gazete, haziran ve temmuzda 3 büyüklere 300 futbolcu transfer ettiler.. 299'u asparagas. Biri tutunca utanmadan "Haber bizde okunur" manşetleri atarak..
Bana bir "Haber" söylesene Mehmet, son bir aydan, tüm Türk basınından, sabah okurken "Vay be" dediğin..
Bana bir resim söylesene Mehmet son bir aydan, tüm Türk basınından sabah okurken " Vay be" dediğin..
Bana lezzetle okuduğun bir haber yazısı (News Story), bir polisiye hikaye söylesene.. Murat Davman romanları yazarı Ümit Deniz polis muhabiriydi o beğenmediğin zamanlar..
Bir röportaj söylesene okurken bayıldığın, dönüp bir daha okuduğun.. O zaman röportajları Beyoğlu Muhabirleri yaparlardı.. Abdi İpekçi, Necati Zincirkıran, Fethi Pirinççioğlu, Doğan Uluç, Sinan Korle, Faik Fenik, Nuyan Yiğit, Haluk Durukal, Hıfzı Topuz, daha sayayım mı, Beyoğlu muhabiri idiler.. Dünya röportajlarını da Hikmet Feridun Es yazardı, bize dünyayı gezdirerek.. Bir röportaj yazarı söylesene, 3 G'yi kullanacak bugün?.
Bir gazetecilik, bir emek, bir zeka eseri söylesene..
Geçenlerde Maximilian Schell geldi ülkemize.. Yıllar yıllar önce (1963) geldiğinde, eşi Şahtan boşanmış Kraliçe Süreyya ile Boğaz'da baş başa yemek yerken bir foto muhabiri ile papaz olmuş, geceyi karakolda geçirmişler, sabaha karşı Türker İnanoğlu kurtarmıştı onları..
Bizim Ayşe'yi aradım hemen (Özyılmazel). Anlattım.. Eskisi, yenisi harika bir yazı olur diye.. Ama lap topla yazısını çiziktirince işi bitti sanan bugünün gençlerini haber peşinde koşturmak ne mümkün.. "Hiçbir şey bulamadım" dedi.. Ali'yi aradım, Kocatepe.. Müthiş araştırmacı, müthiş koleksiyoncudur.. "Süreyya/ Maxi olayını toparla bana" dedim..
Ali, elinde o yıllardan kalmış kupürlerle geldi, ertesi sabah.. Bir resim dikkatimi çekti.. Schell ve Süreyya inzibat jipinde karakola gidiyorlar. Arkada oturmuşlar. Arabayı bir jandarma kullanıyor. Yanında bir jandarma daha.. Bir jandarma da jipin dışında, kapıya asılı.. Resim altında jipi kullananın adı var. Yanındakinin adı var.. Dışarıdakinin adı yok, ama resim altında özür var.. "O jandarmanın adını öğrenemedik" diye.. Resim altına bakar mısın?.. Ayrıntıya bakar mısın?.. Haberciliğe ve okura saygıya bakar mısın?.. Bir resim altı söylesene bana, 3 G devrinden Mehmet.. Özenle yazılmış tek bir resim altı söyle, aklında kalan..
Kalmışsa..
Ayşe o gün gazeteye gelmedi.. Cep telefonu var ya, gazeteye gelmeye gerek yok artık.. Diz üstü var ya.. Ofis de o.. Ali'ye "Otur kendin yaz" dedim. Ali yazdı.. Elçin, Pazar ekinde tam sayfa yaptı.. Ayşe herhalde Çeşme, ya da Bodrum'daydı..
Yazın başından beri Çeşme ve Bodrum'da yazarı, fotoğrafçısı yüzlerce gazeteci(!) var Mehmet.. Hatırladığın bir Bodrum, Çeşme yazısı, fotoğrafı var mı?.. "Okudun mu, gördün mü" dediğin, diyeceğin bir tane söylesene.. Her gazetede nerdeyse 2 sayfa Bodrum, Çeşme var hergün.. Hepsini üst üste koy, tümü, 3 G'siz yıllardaki Bedri'nin tam sayfalık Bodrum Çizgileri eder mi?..
Söyle Mehmet, eder mi?..
Gazeteler kurşun harflerle dizilir, metal kalıplarla basılırken, hazırlık saatler sürerdi, o yıllarda.. Ama Cuma gecesi Cüneyt Gökçer, Kral Lear galası yaptı mı, Cumartesi günü, yani ertesi sabah, Metin And'dan, Özdemir Nutku'dan, Ömer Atilla Sav, Ergun Sav, Engin Karadeniz'den, hatta bendenizden eleştiriler, izlenimler okurdun..
Her gazetenin tiyatro yazarı vardı ve o yazarlar galalardan sonra gazeteye gidip, yazılarını yazar yetiştirirlerdi..
Bugün Tiyatro yazarı kaldı mı Mehmet?..
Cumhurbaşkanlığı Senfoni'nin Konserlerini gene ertesi gün Faruk Güvenç'în kaleminden okurduk.. Sıcağı sıcağına..
Bugün Cumhurbaşkanlığı Senfoni diye haber bile yok gazetelerde iki satır..
Yahu Fazıl Say, Fenerbahçe Konçertosunun dünya galasını yaptı.. Koskoca Milliyet, haberi Anadolu Ajansı mahreçli verdi.. Milliyet'te Fener ve müzik muhabiri kalmadığı için..
Teknoloji hızlandıkça, baskı hızlandıkça, gazete hazırlama saatleri ileriye gideceğine, tersine geriye alındı.
Bugün Anadolu'ya gece maçı sonuçlarını vermeyen gazeteler gidiyor.. Anadolu'yu geç.. Yahu ben Etiler'deyim, bana gelen gazete "Taşra" baskısı yahu.. Anla ötesini..
O zaman spor sayfalarında, tenis yazılırdı. Eskrim yazılırdı.. Binicilik yazılırdı kocaman kocaman.. Şimdi ajanslar vermezse, Fenerbahçe yazılmayacak, Mehmet..
Bir spor yazısı söylesene, Namık Sevikler, Necmi Tanyolaçlar devrini yaşamış Mehmet Kardeşim.. Unutulan sporlardan değil, futboldan söz ediyorum..Bir maç yazısı söyle ki, Kahraman Babçum, İslam Çupi tadı olsun!..
Etme Mehmet.. Yapma Mehmet!..
Geçen gün New York Times'ta bizim gazetede tüm sayfayı doldurur bir yazıyı hem de nasıl keyifle okudum.. Amazon derinlerinde yaşayan Kayamura kabilesinin öyküsünü.. Çıplak yaşıyorlar.. Yegane yiyecekleri balık.. Amazon'u besleyen nehirlerden birinin kenarında yaşıyorlar.. Ama bir yandan kesilen yağmur ormanları, öte yandan küresel ısınma sonucu, yağmurlar azalıp buharlaşma artınca, nehirde seviye düşmüş, balıklar gelmez olmuş.. Okuduğum en çarpıcı çevre yazısı ve de unutamadığım fotoğraflar.. Amazon'un balta girmemiş ormanlarında milattan önceyi yaşayan çıplak kabilenin şefinin saz evinin yanında 2.5 metre çapında bir uydu anteni Mehmet.. Resmi gözünün önüne getirsene.. En ilkel yaşamla, en ileri uzay teknolojisi iç içe.. Bizim gazetecilik gibi..
Peki niye yok bizde o gazetecilik.. Çünkü bu bir sayfa yazı ve resimler için Amazonlara bir muhabir ve bir foto muhabiri göndermenin faturasını düşünsene..
Boş ver.. O yazı da eksik olsun. Sen Hıncal'a her ay, bildiğin parayı verir, gazeteni öyle satarsın.. Yazarla gazete satmak en ucuz iş. Haberler ajanstan gelir.. Ucu açık, kaça mal olacağı bilinmeyen haberle uğraşılır mı?..
O zaman da bu kadar satarsın işte..
90 milyonluk Japonya'da tirajı 10 milyonun üstünde 3 gazete var..
500 bin nüfuslu Goteborg'da Goteborg Morgen Post 500 bin satıyor.. 12 milyon nüfuslu İstanbul'da en büyük Hürriyet 500 bin satamazken..
Neden?..
1960'ta nüfusumuz neydi?.. Okur yazar oranımız neydi?. Halkın satın alma gücü neydi?. Bir gazete almak için kaç saat çalışmak gerekirdi?..
Bugün bu sayılar ne?..
Peki o günden bugüne ne kadar arttı toplam gazete tirajları.. Yoksa göreceli olarak çok gerilere mi düştük?..
Neden Mehmet?..
3 G'en senin olsun Mehmet.. Lap topun da..
Bana muhabirlerimi, bana gazetecilerimi, bana gazetelerimi geri ver!..
Bana 1957'nin Hürriyet'i, Milliyet'i, Tercüman ve Cumhuriyet'ini geri ver..
Hepsi bugün de var.. Güya!..
Bana 3 G değil, bir G ver Mehmet.. Gazeteciliğin G'sini ver, yeter!..


***

Hayır.. Bugün başka yazı yazmayacağım.. Bu yeter.. Yeter de artar bile..
Başta Mehmet Barlas, "Günümüzde gazetecilik nedir, nerdedir" diyenler kessinler ve saklasınlar için..


HINCAL ULUÇ/SABAH