AYŞE ARMAN SERTAB ERENER'İN SIRRINI ARAŞTIRDI; "YER ÇEKİMİNE NASIL KARŞI KOYDU"
Sertap Erener son günlerdeki güzelliğinin sırrını anlattı. Erener, yer çekemine karşı koymak için bakın ne yapmış?
Sertab Erener’in babasına ve hepimizin babalarına Bana ne oluyor? Gerçekten ne oluyor? Ben ve Türk Sanat Müziği? Alâkasız... Zannederdim! Bana o melodiler, o sözler değmez...
Zannederdim! Tüm gençliğim sıkılmakla, aile büyüklerine, “Amaaaan ne acayip şeyler dinliyorlar!” demekle geçti.
Ama artık öyle değil... Ben de büyüdüm demek ki... Yaşlandım...
Artık havamdaysam, seviyorum Türk Sanat Müziğini.
İçimde bir yerlere değiyor.
Sanki hayat, hayatım gözümün önünden geçiyor.
Bütün sevdiğim, aşık olduğum adamlar...
Onların teni, kokusu, gülümsemesi, bakışı, onlar için çektiğim acılar...
Tuhaf bir hüzün hissediyorum.
Saçma ama hoşuma da gidiyor.
Sertab’ın o şahane sesinden, bestesi ve güftesi Zeki Müren’e ait, ‘Şimdi Uzaklardasın’ şarkısı yükselince mesela, rakı içmek istedim.
Usul usul, sindire sindire içmek, denize, ufka bakmak, yavaşlamak, anı gerçekten teninde duymak, eski insanlar gibi...
“Şimdi uzaklardasın, gönül hicranla doldu / Hiç ayrılamam derken, kavuşmak hayal oldu” dizesindeyse gözlerimden yaşlar boşandı.
Babam geldi aklıma.
Nerede şimdi hayat üzerine sohbet edebileceğim babam... ‘Bir ihtimal daha var’ şarkısındaki ‘ömre bedel’ babam...
Sertab Erener, 80 yaşındaki mavi gözlü, yakışıklı babasına, şahane bir hediye yapmış, babasının sevdiği şarkıları ‘Ey Şûh-i Sertab’ albümünde toplamış.
Bayıldım hem fikre, hem CD’ye...
Fırsat bildim, Sertab’ın boynuna çöktüm “Babanla tanışmak istiyorum” dedim. Nizamettin Erener de bizi kırmadı, Pera Palas’a çekime geldi, Cem Talu’nun kamerasına poz verdi.
Baba-kız çok yakınlar.
Nizamettin Bey’in hâlâ prensesi Sertab; gurur duyuyor kızıyla.
1930’lu yılların kadınlarına benzemeye çalıştık Sertab’la, mekân için Pera Palas’a, styling için Rachel Benhabib’e, mücevherler için Hande Kunaçal’a, saç-makyaj için Serkan Aktürk-Ufuk Celep, Yasin Yazıcı ve Türkan Saraç’a da teşekkürler.
Tamamen bizi sevdikleri için yaptılar...
Ama en çok Nizamettin Erener’e...
Şefkatli bir biçimde oyunumuza katıldı, çok alçakgönüllü ve tatlıydı.
Cem’cim, sen de şahane fotoğraflar çektin, eline sağlık!
- Yeni Türk Sanat Müziği albümüne bayıldım, öldüm, bittim! Direkt babam geldi aklıma. Dinlerken hem çok hüzünlendim hem de bütün bu şarkıları bir araya topladığın için çok çok sevindim. Müthiş bir işe imza atmışsın. Nereden esti?
- Her şeyin müsebbibi Hüseyin Çağlayan! “Kafamda bir çalışma var, seni kullanmak istiyorum” dedi. Bayılıyorum adama. “Tamamdır ne istiyorsan yap, ben varım” dedim. “Üzgünüm Leyla’yı sever misin?” dedi, “Yapacağım çalışma, o şarkı üzerine kurulacak…”
- Çalışma dediği bir enstalasyon mu?
- Evet. Film çektik, klip çektik. Bayağı çalıştık. Ve iş çıktı ortaya: Londra’da bir galeride, bomboş bir odaya giriyorsun, benim sesimden, ‘Üzgünüm Leyla’yı dinliyorsun. Sonra başka bir odaya giriyorsun, heykelimi görüyorsun ama ağzım sanki canlıymış gibi oynuyor ve yine aynı şarkıyı söylüyor. Bir başka odaya giriyorsun, sessizlik, sadece ‘Üzgünüm Leyla’nın notaları var duvarda. En son odada da (entari der Hüseyin) üzerime diktiği entariyle çektiği klibi izliyorsun. Sanat, birbirinden ayrılmış durumda. Bütününü, ancak odaların hepsine tek tek girdiğinde hissedebiliyorsun…
- Çarpıcıymış…
- Evet. Ben de heyecan yaptım ama bir taraftan da, ‘Üzgünüm Leyla’yı doğru yorumlayıp yorumlamadığımı bilmiyordum. Kimden onay almam gerekiyor? Hepimizin için kimdir hayata onay mercii?
- Babamız…
- Aynen. Ona dinlettim. Biraz da tedirgindim. Babam, Nizamettin Erener hukukçu ama aslında sıkı bir müzisyen. Müzik kulağımın ve ses tellerimin asıl sahibi o. Zeki Müren’le aynı yerde askerlik yapmış, rivayete göre ses güzelliğinde ona rakip görülürmüş. Şerif İçli’den dersler almış, İstanbul Radyosu’nda bir ay solistlik bir yapmış. Sonra, ‘Avukatlık mı, müzisyenlik mi?’ kavşağına gelmiş, direksiyonu avukatlığa kırmış. Babam, o güzel mavi gözleriyle ve o şahane sesiyle, çocukluk gazinomun yakışıklı assolistiydi. Nefesimi tuttum bekliyorum ne diyecek diye, ‘Üzgünüm Leyla’yı yorumlama biçimimi acayip beğendi. Koca kadın oldum, hâlâ babam tarafından onaylanmak hoşuma gidiyor. Çok keyiflendim. Sonra başta babam olmak üzere herkes, bütün aile, “O dönemin şarkılarını mutlaka bir albümde toplaman lazım” dedi. Resmen onların gazına geldim.
FİKRİMİN İNCE GÜLÜ’NÜ DİREKT DEMİR’E SÖYLEDİM
- Şarkılar peki? Onları nasıl seçtin? Kriterin?
- Yine babam. Babamın bizi büyütürken söylediği şarkıları seçtim. Ben küçükken babam ud çalardı, klasik eserleri söylerken kendinden geçerdi. Meğer o şarkı sözleri kulağımdaymış, o söylerken kulağıma nakşolmuş, ezbere biliyormuşum. Hepimiz için öyle aslında, içimizde bir yerde gizli onlar. Anlayacağın, babama hediye bu albüm: Sevdiği şarkıları kızının sesinden de dinlesin istedim çünkü biliyorum ki onun kalbi bu şarkılarda…
- Ailede müzik yeteneği sadece babada mı var?
- Yok yok, bütün sülalede. Babaannem mesela, ince belli bardaktan çay içer, Gelincik sigarası tüttürür, şahane şarkılar söylerdi. Halalarımın ve amcamın sesi de güzeldir. Aslında abiminki bile iyidir. Ama benim dışımda kimse profesyonel olarak ilgilenmemiş.
- Türk Sanat Müziği senin için ne ifade ediyor?
- Bu şarkılar geçmişimiz. Kim olduğumuzu, onları dinleyerek hatırlıyoruz. İçimde bir yere dokunuyorlar. Hem mutlu oluyorum hem çok hüzünleniyorum, ikisi bir arada. Ben klasik Batı müziği okudum. Ama gen çekiyor galiba. Gerçi, yaşadığımız çağa hiç uymuyor. Biz daha kaba, daha yüzeyseliz şimdi. Her şey hızlı, o şarkılardaki yavaşlık, o sindirme yok. Hele o saflık, inanılır gibi değil. Sanki kaybetmişiz, sanki kendimize yabancılaşmışız.
HAKKIYLA İCRA İÇİN SAFİYE AYLA’YI HATMETTİM
- Ya o şarkı sözleri…
- Evet, nasıl bir derinliktir o. Bir sürü şarkı bende ağlama hissi uyandırıyor. Mesela ‘Fikrimin İnce Gülü’nü direkt Demir’e (Demirkan) söyledim. Yanımda da değildi ama onun yüzü belirdi gözümün önünde. Sonra ‘Dönülmez Akşamın Ufku’ beni bitirdi. En çok onda zorlandım. Ne kadar altından kalkabildim bilmiyorum, becerememiş de olabilirim. Ama o duyguyu aktarabilmek için çok çalıştım. Biraz daha mı yaşlanmak lazım acaba? Kendime yöneltebileceğim tek eleştiri, belki de o şarkıyla ilgilidir…
- Peki hakkıyla icra edebilmek için ne yaptın?
- Çalıştım. Safiye Ayla’yı hatmettim. Benim kadınımdı o, kahramanım…
- Nereden buldun eserlerini?
- İnternet sağolsun. Youtube’a gir, Safiye Ayla de, bütün külliyatı çıkıyor. Hepsini izledim, hepsini dinledim. Defalarca. Bütün repertuvarını. Ses rengi ve söyleyiş bakımından onu örnek aldım. Bir yıl boyunca kafayı bununla yedim. ‘Akşam Oldu Hüzünlendim Ben Yine’, ‘Kimseye Etmem Şikayet’ favorilerim...
- Albüm hakkında her kafadan bir ses çıkıyor. Yorumları duyunca ne hissediyorsun?
- Ciddiye aldıklarım var. Almadıklarım var. Önem verdiğim birkaç kişi var, onlardan golü yeseydim yıkılabilirdim. Dediğim gibi, biri babam. Beğendi ve kendimi çok iyi hissettim. İkincisi Sezen Aksu. Aradı ve mükemmel şeyler söyledi. “Su gibi okumuşsun, akıyor, sound’unu çok beğendim” dedi, eridim. Ve Timur Selçuk. Münir Nurettin şarkısı söylemek herkesin harcı değildir ya, o da, “Beğendim eline sağlık” değince, “Tamam ya” dedim, “Kim tutar beni!” Artık kim ne derse desin umrumda değil.
- Bu nedir? ‘Bir şey yaptım, tarihte yerini alsın’ mı?
- İnşallah öyle olur. Kapağından içeriğinin hazırlanmasına kadar kalbimi koydum bu işe…
SERDAR KAYNANAM GİBİDİR HİÇBİR ŞEYİ BEĞENMEZ
- Günümüz müziğiyle o dönemin müziği arasında nasıl bir duygu farkı var?
- O insanlar, bizden farklı olarak duygulanmaktan, acı çekmekten ürkmüyorlarmış. Duyguların yaşam içinde daha çok sindirilerek yaşandığı bir dönemmiş. Yaşadıkları her şeyi daha hissederek yaşamışlar, bizim gibi satıhlarda gezmiyorlar,
o yüzden da o sözler bugün bile insanları etkiliyor.
- Abin Serdar Erener ne dedi bu albüm için?
- Serdar kaynanam gibidir. Hiçbir şeyi beğenmez, her şeyi eleştirir. “Sen farkında değilsin olayların. Bir Batılı müziktir tutturuyorsun. Oysa başka şeyler yapmak lazım ” der hep. Kendisiyle durmadan bir sınavdayım. Ama bu albüme en başından beri destek verdi, “Mutlaka yap” dedi. Allah’tan ondan da bir “Aferin!” aldım.
- Peki ya annen? Ailecek yaşadığınız müzik tutkusunu paylaşıyor mu?
- Annem ressam. Ama bizim ailede müzik o kadar baskın ki, herkes o kadar müzikal ki, o da hayıflanıyor,
“Keşke benim de sesim güzel olsaydı…” diyor.
ÇOCUK SAHİBİ OLMAK İÇİN ELİMİ ÇABUK TUTMAM LAZIM
- Kaç yıl oldu?
- Beraberliğimiz mi? 16 yıl…
- Demiyorlar mı “Çocuk yapsaydınız şimdi boyunuza gelecekti…”
- Demezler mi? O kadar çok söyleyen var ki. Biz de birbirimize soru işareti gözlerle bakıyoruz.
- Hâlâ yapabilirsin…
- Evet ama şimdi karar vermemiz lazım. Yumurtaları dondurmayı bile düşünüyoruz. Hani yapabilme opsiyonunun hep baki kalmasını istiyoruz.
- Annen kaç yaşında menopoza girmiş?
- 50-51...
- Daha vaktin var o zaman…
- Var ama elimi çabuk tutmam gerekiyor...
- Annen, baban ne diyor?
- ‘Keşke’den başka ne diyecekler. Bir ara, “Evlat edinelim, anasız-babasız çok çocuk var” diyordum. Bu da bir opsiyon hâlâ. Ama hormonların kudurduğunda, “İlle de kendi çocuğum olsun” diyorsun. Sonra entelektüel bir seviyeden bakıyorsun, “Yok hayır, şart değil!” Ama bir gün doğurganlığının biteceğini de hesaba katman gerekiyor. O zaman, “Şimdiye kadar doğurmamakla hata mı ettim acaba?” diyorum.
- Bir önceki röportajda kafan çok netti, çocuk istemiyordun…
- Demir’den o cümleyi duydum diye, şimdi daha olumlu bakıyorum. Ilımlı bir rüzgar esiyor, bakalım
n’olacak. Ama hâlâ bu birinci önceliğimiz değil…
AŞKI KORUMANIN YOLU BİRBİRİNE ESNEMEK
- Aşkı koruyabilen nadir çiftlerdensiniz…
- Birbirimizle çeliştiğimiz yerler hâlâ var ama galiba ikimiz de bu güzel ilişkiyi bitirmemek için çok çaba sarf ediyoruz. İkimiz de birbirimize doğru esniyoruz. Bence aşkı koruyabilmenin tek yolu bu: Birbirine esnemek. Savaş silahlarını bırakıp çırılçıplak ona korkusuzca gitmek gerekiyor. Zor ama imkansız değil.
- Demir senin için müzik anlamında ne? Sevgili anlamında ne?
- Müzik anlamında müthiş bir prodüktör, besteci, çok büyük bir zenginlik ve şans. İyi ki yanımda, iyi ki hayatımda. Üretimimde beni sonsuz bir yere sıçratan biri. Aşk ve sevgi noktasında da ileriye taşıyor. Her zaman aşığım ona.
- Demez ama müziği bırak dese bırakır mısın?
- Demez. Ama dese de galiba bırakamam.
- Senin de yolda-molda normal insanlar gibi, diline takılan şarkılar oluyor mu?
- Oluyor, oluyor. Şu an Adele’in şarkıları fena takıldı mesela. Bu albümden dolayı, Türk Sanat Müziği şarkıları da.
Yüzüme 10 milyon kök hücre enjekte ettiler
- Yüzün pırıl pırıl. Işıldıyor. Sanki içinde ampul varmış gibi. Jüri olduğun televizyon programı sırasında da çok güzelleştiğin konuşuluyordu. Ne bu? Aşk mı? Küçük dokunuşlar mı?
- Bana güzellik sırlarımı mı anlattıracaksın?
- Aynen, dökül! Ne yaptırıyorsan aynısından gidip ben de yaptıracağım…
- Şimdi yer çekimi denilen bir şey var, hepimiz eskiyoruz, aşağıya doğru sarkıyoruz ve bunu görüyoruz. Ben işte buna mümkün olduğunca, sonuna kadar direnmeye çalışıyorum. Genetik olsun, başka şeyler olsun bir yığın yeni teknik çıkıyor. Açıkçası, korkusuzca gidip yaptırıyorum…
- Ne yaptırdın mesela?
- Yüzüme kök hücre yaptırdım…
- O ne ya?
- Kulak arkasından doku alıyorlar. Laboratuvarda üç hafta boyunca senin kök hücreni üretiyorlar. 10 milyon yeni kök hücreyle geliyorlar ve onları yüzüne enjekte ediyorlar. Yeni kök hücre demek, yeni bir cilt demek. Bayağı işe yaradı.
- Kime yaptırdın?
- Türklerle işbirliği içinde olan Almanlara. Cildin daha gergin, daha parlak oluyor. Rengi değişiyor. Çünkü içeriden yapılandırıyor, cildin kolajeni artıyor.
- Korkmadın mı?
- Yoo. Çok ciddi araştırdım. Sağlığa hiçbir zararı yok.
- Kök hücreleri yüze nasıl enjekte ediyorlar?
- Gelen yeni hücreler sıvı. Mezoterapide olduğu gibi, o sıvıyı derinin altına zerk ediyorlar. Gözaltının en dibinden itibaren yüze, boyna, gerekli her yere uyguluyorlar.
- Dolgu?
- Dolgu, doğru kullanıldığı zaman iyi. Ama yine de ben çok sevmiyorum. Çünkü usta biri yapmadığı zaman, herkes aynı yüze sahip oluyor.
- Başka yeni neler var?
- Polaris diye bir alet var. Ölü hücreleri uyandırıyor. Ayda bir de onu yaptırıyorum.
- Lazer gibi mi?
- Radyo frekansıyla cilt altı hücrelerini uyandırıyor.
- Demir bütün bunlara ne diyor?
- Bilmem, o cool adam. Güzelleşmeme itiraz etmez, olsa olsa hoşuna gidiyordur.