04 Tem 2013 09:09 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 15:15

AYŞE ARMAN :"BENİM BALÇİÇEK'LE ELİF ÇAKIR'LA BİR DERDİM YOK, BENİM DERDİM BAŞKA"

Hürriyet yazarı Ayşe Arman, Balçiçek İlter'in Star'da yayınlanan yazısına bugün köşesinden yanıt verdi

Ben hâlâ Z.D.’yle röportaj yapmayı umut ediyorum

BENİM Balçiçek’le bir derdim yok.

Üstelik severim de.
Ermeni Charles Aznavour’u Musevi yaptığında ve bir sürü insan onu diline doladığında -her ne kadar o benim gazeteciliğimi beğenmese de- onunla röportaj yapan da bendim...
“İnsanız, hepimiz hata yapabiliriz” diye.
Anneliğini, azmini, gücünü, gazeteciliğini takdir ederim.
Tek başına ayakta duran bir kadın o.
Evet, kafadan pozitif ayrım yapıyorum.
Çünkü ben de kadınım.
Erkeklerin dünyasında ayakta kalmanın ne kadar zor olduğunu biliyorum.
Eminim, çocuklarını aslanlar gibi yetiştiriyordur ve hayatın her alanına yetişiyordur.

TACİZE UĞRAYAN KADIN YALAN SÖYLEMEZ

Benim derdim Z.D. de değil. Bir kadın tacize, tecavüze ya da herhangi bir şiddete maruz kaldığını söylüyorsa (ki pek çok haber yaptım bu konuda) ben ona inanırım.
Çünkü kadınım.
“Niye böyle bir konuda yalan söylesin?” diye düşünürüm.
Kafam böyle çalışır.
Bir de aksi ispat edilene kadar doğrudur.
Kadınlara özellikle inanırım.

ÖRTÜLÜ-ÖRTÜSÜZ DİYE AYIRMAM

Benim Elif Çakır’la da derdim yok.
Yıllar evveline dayanan arkadaşlığımız var.
Bana, gençliğimizde özel hayatını anlatmışlığı var.
Güvenmiş ki, örtülü-örtüsüz kadınları ayırmadığımı düşünmüş ki anlatmış.
Pek çok başörtülü gazeteciyle ana akım medyada, ilk röportajları ben yaptım, ama kadere bakın ki, onlar da kapağı ana akım medyaya attıklarında, ilk fırsatta aşağıladıkları, küçümsedikleri de ben oldum.
Kadınlardan çok kazık yedim.
Ben yine de kadınım ve bu meslekte kadınları, erkeklere tercih ederim.

GAZETECİLİĞİN KURALI: ŞÜPHECİLİK

Fakat bu Z.D. olayında, benim gibi bir safın bile kafasını karıştıran şeyler vardı.
Ben bazıları gibi, kafadan, “Kamera kaydı yok, tanık da yok, öyleyse böyle bir şey yaşanmamıştır” demedim.
Amaaaa...
Yine de hikâyeyi, yaşayan insanın ağzından dinlemek istedim, röportaj yapmaya çalıştım.
Çünkü 70-100 kişilik, elleri eldivenli, üstleri yarı çıplak, kafaları bantlı tipler tarafından yerlerde sürüklenmesi, bir de üstüne çiş yapılması, inanılırlık sınırını zorladığı için, bende de kuşku uyandırdı.
Güvensizlik değil, şüphecilik.
Ve bu mesleğin temel kurallarından biri.

DİRENİŞTE ÖLENLER NE OLACAK PEKİ

Benim tek istediğim gerçeğe ulaşmaktı.
Çünkü bu haber gerçeküstü kurgulara bulanmıştı.
Yaşadığımız şartlar dolayısıyla bu konuda da ikiye bölündük.
Birileri, “Oldu. Böyle bir şey yaşandı” diyordu, diğerleri de “Abuk sabuk bir hikâye. Ortada ne MOBESE kaydı var ne de herhangi tanık”.
Aslında olay, Z.D.’nin yaşadıkları yüzünden çok, siyasi bir malzeme haline geldi.
Bunu siyasi malzeme haline getiren de bizzat Başbakan.
Eğer bir ülkenin başbakanı, Gezi direnişini özetleyen olay olarak, Kabataş’ta sürüklenen başörtülü kadını örnek gösteriyorsa...
O zaman da insanlar, “Peki ya o ölen 5 kişi, kafaları patlayan, beyin sarsıntısı geçiren ve gözleri çıkanlar vs ne olacak? Onlar insan değil mi?” der, haklılar, tabii ki diyecekler...
Nefret suçuysa, bunların hepsi nefret suçu.
Üstüne üstlük, bu süreçte doğru olmadığı sonradan ortaya çıkan bir sürü başka şey de oldu.
Camide içki içilmesi gibi.
İnsanların da haklı olarak Kabataş’taki Z.D. olayında da kafaları karıştı.

BALÇİCEK KEFİL DEMEDİM İKNA OLMUŞ DEDİM

Ben de Elif Çakır’ı aradım.
O da Z.D.’yle görüştü, benimle konuşmasını da istedi ama olmadı.
O arada, “Balçiçek de konuştu” deyince, yaşananları olayın kahramanından dinleyen ikinci kişiyi, e tabii ki aradım.
Ortadaki soru işaretlerinden söz edip, “Sen ikna oldun mu?” diye sordum, güvendiğim biri olarak.
Ona konuşacaklarımızı yazacağımı söylemedim ama yazmayacağım diye bir söz de vermedim.
Ama doğrudur, konuştuklarımızı kaydettim. Hep böyle yapmaya çalışıyorum. Çünkü kaydedilmeyen işlerde, insan kendi kafasından, kendine göre kurgular yaratabiliyor.
Onun bana, “Ben ikna oldum. Böyle bir şey yaşandığına inanıyorum” demesi yeterliydi.
Ben onu kefil olarak göstermedim, hikâyeye tanıklık edenlerden biri olarak gösterdim.
Yazıda onu incitecek bir şey de yoktu.
Ama ondan sonra telefonlarıma çıkmadı, mesaj attı, çocukları hastaymış, geçmiş olsun...

HERKESE DAHA FAZLA HÜRRİYET

Sonradan pek çok insanla konuştum, Z.D.’nin kayınpederi Bahçelievler Belediye Başkanı Osman Develioğlu dahil...
Hâlâ Z.D.’yle röportaj yapabilmek istiyorum.
Umutluyum da.
Kayınpederine de söyledim, herkese daha fazla hürriyete gerçekten inanıyorum.
Ve bunları yaza yaza, başka rahatsız edilen başörtülü kadınlar da beni aradı. Bu yazıdan sonra bir tanesine gideceğim. Elbette sadece hükümetin baskıcı politikasına itiraz edenler şiddete maruz kalmadı, zarar gören başörtülüler de oldu.
Eğer Başbakan, herkesi kucaklayıcı konuşmalar yapsaydı, Z.D.’den söz ederken, diğer acılara da değinseydi, işler bu noktaya varmazdı...

HANİ 70-100 KİŞİYDİ... MEĞER ELDİVENLİ ADAM TEKMİŞ!

Balçiçek’in dünkü Star’daki yazısına gelince, hakkımda söylediklerini geçelim, hiç önemli değil...
Söylediği benim yazdığımdan farklı değil.
Bu olayın yaşandığını bizzat kahramanından dinlendiğini, ikna olduğunu ve başkalarının ikna olup olmamasının da bir önemi olmadığını anlatıyor.
Benimle konuşurken, “Elif, biraz provokatif yazmış” dedi.
Ne demek istediğini dünkü Star’daki yazısından anladım. Z.D.’nin ona söylediği maddeleri sıralamış:
1- “Eli eldivenli adamlar” demedi bana, bir adamın elinde deri eldiven vardı dedi.
2- İki ya da üç adamın üstünün çıplak olduğunu söyledi.
Buradan da anlıyoruz ki Elif, belki taraf olduğu için, belki çok etkilendiği için, olayı kendi zihninde kalan şekilde yazmış ve bir Amerikan filmi senaryosuna dönüştürmüş.
(Zehra’nın kayınpederinden öğrendim ki, kadın kadına sohbet etmişler, ortada teyp kaydı yok, sonradan aldığı notlardan bir röportaj çıkarmış.)
O zaman, belki de 70-100 kişi değildi o güruh.
Hepsinin değil, birinin eli eldivenliydi.
Üzerleri yarı çıplak değil, birkaçının öyleydi.
Ama şimdi, farklı bir şeye dönüşüyor iş.
Elif’in anlattığı detaylara itiraz ediyordu insanlar, onlar inandırıcı gelmiyordu.
Demek ki bu, bir röportaj değildi, kafasında kalanları yazmıştı.
O da her zaman sağlıklı olmuyor!

Ayşe Arman'ın yazısının tamamı için tıklayın