AYLİN DURUOĞLU'NU CEZAEVİNDE ZİYARET EDEN VATAN YAZARI KİM? ZİYARET SIRASINDA NELER YAŞANDI?
"Hayatımda ilk defa cezaevine gittim. 19 Mayıs haftası olduğu için ve -daha önce bilmediğim bir şey- böyle haftalarda açık görüş hakkı verildiği için cezaevi ana baba günüydü.."
Ziyaret
Dışarıdan "içerdekine" neyi nasıl anlatırsın ki? Hangi teselliyi verebilirsin ki? Nasıl ikna edebilirsin ki? Sihirli cümle ne olabilir ki?
Bugün böyle çok zor bir durumdaydım. Kimi ziyaret ettiğimi tahmin etmişsinizdir. Savcının özel izniyle Aylin'i ziyaret ettim.
Bunu yazmaya hakkım var mı bilmiyorum. Ama açıkçası tam dört saattir bilgisayarın karşısındayım ve ellerim tuşlara gittiğinde "Aylin" dışında bir söz yazamadım. Yüzü gözümün önünden gitmiyor.
Şimdi yazıyı teslim etmenin son yarım saatindeyim. Ya yazamayacağım ya da Aylin'i, en azından cezaevi denilen şeyi yazacağım.
Hayatımda ilk defa cezaevine gittim. 19 Mayıs haftası olduğu için ve -daha önce bilmediğim bir şey- böyle haftalarda açık görüş hakkı verildiği için cezaevi ana baba günüydü. Bu bizim için geçerli değildi tabii. Biz kapalı, yani camlar arkasında, telefonla görüştük.
Büyük çoğunluğu kadın, yüzlerce insan gelmişti. Kimisinin elinde çamaşır torbaları, kiminin elinde bebeler, çok azının elinde kitap, kimisi benim gibi şaşkın, kimisi tecrübeli, büyük çoğunluğu ayağı naylon terlikli, terliğin içinde kalın naylon çoraplı yüzlerce kadın.
Her çeşit dünyanın insanı oradaydı. Kırgız olduğunu tahmin ettiğim bir aile bile vardı. Çocuklar çığlık çığlığa ortalıkta koşturuyordu. Paradoksal tuhaf bir neşe veriyorlardı.
On yıl önce, annem hastayken, bazen randevu, çoğu zaman ilaç almak için sık sık Okmeydanı SSK Onkoloji bölümüne giderdim. Orada da aynı durum vardı. Hüzünlü bir servis olması gereken onkoloji, yine çocuklar sayesinde neşeli bir yer olurdu. Bu çelişki her seferinde çok tuhaf gelirdi. "Gidenler" ve "gelenler" arasında bir devir teslim varmış gibi gelirdi.
Cezaevindeki görevliler insan kalabalığını yönetirken zaman zaman çileden çıkıyordu ve itiraf edeyim çoğu zaman da haklılardı.
Ama yine de tıkır tıkır çalışıyorlar.
İçeri girip çıkarken göz taraması yapılıyor o yüzden kontak lens takmamak gerekiyormuş. Bunu bilmediğim için bir kap su bulup çıkartmak zorunda kaldım. 2 buçuk miyop gözlerimle cezaevinde oradan oraya giderkenki durumum pek içler acısıydı. Ruhi şaşkınlığımın yanına bir de yarı körlük eklenince iyice beter oldum.
Bir de çantasız gitmek en iyisi. Elde sadece nüfus kağıdı ile gitmek lazımmış. Çünkü çantaları girmeden önce kilitli dolaplara koyuyorlar. Fakat dolap kalmadıysa, biri çıkıp dolabını boşaltana kadar beklemek zorunda kalıyorsunuz. Bu bazen iki saat sürebiliyor.
Aylin'in konuşma bölmesine gelmesini beklerken yan bölmedeki konuşmalara kulak misafiri oldum mecburen. Uzun zamandır duydum en iç paralayıcı konuşmaydı. Yüzünü görmediğim ama sesinden kerli ferli olduğunu hayal ettiğim bir adam hüngür hüngür ağlıyordu. Anladığım kadarıyla görüştüğü kadın (nesi bilemedim) yalnız bırakıldığı için sitem ediyordu. Adam da kadını teselli etmeye çalışıyor ama göz yaşlarına boğulduğu için yapamıyordu. Kırçıl kırçıl olmuş o kalın sesi "deme böyle, ben varım ya" demeye çalışıyor, daha cümlenin ortasında boğuluyor, iyice kısılıyordu.
Bizler kadar sık ağlamadıkları için herhalde, bir erkek ağladığı zaman ruhen biterim ben. Dünyayı vereyim yeter ki bir erkek ağlamasın. Gene öyle oldu. Aylin'in derdine yanarken, hiç tanımadığım ve muhtemelen de tanımayacağım, yakınının suçunu bile bilmediğim (tabii varsa) bir adamın da derdine yanar oldum.
Cezaevi tuhaf bir yer. Bin bir hikaye. Benim bulduğum bölmenin duvarlarına bir sürü şey kazımışlar. Kimi yarı politik kimi son derece saftirik ama hepsi özgürlükle ilgili cümleler. İçerdeki göremeyecek, niye kazımışlarsa... Kendilerini mi teselli ediyorlar?
Süremiz yettiğince konuştuk. Dışarıdan içeriye, çift cam arasından teselli ne kadar gidebiliyorsa işte o kadar vermeye çalıştım. Haksızlığa uğramanın tesellisi ne kadar olabilirse tabii... Tüm sevenlerine selamı var.
Mutlu Tönbekici/VATAN