Aydın Ünal 'mahalle medyası'na patladı, sosyal medya sallandı! 'Çekirge sürüsü, Moğol istilacıları..'
AK Parti Milletvekili ve Yeni Şafak yazarı Aydın Ünal, iktidara yakın isimlere çok ağır ifadelerle yüklendi.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın eski metin yazarı, AK Parti
Milletvekili ve Yeni Şafak yazarı Aydın Ünal, "mahalle
medyasındaki" bazı isimlere fena patladı...
Önce Türkiye gazetesi yazarı Fuat Uğur ve Cemil Barlas gibi isimler
için "eve giren haşerat" benzetmesi yapan Fuat Uğur, bu isimler
tarafından "Davutoğlu'nun adamı" ilan edilmişti...
Son olarak da Güneş Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Turgay Güler,
Yeni Şafak yazarı Salih Tuna başta olmak üzere mahalle medyasındaki
bazı isimlerle girdiği polemiğin ardından sonra Twitter hesabını
kapatan Aydın Ünal, bugünkü yazısında isim vermeden bazı isimleri
adeta topa tuttu.
MANEVRA KABİLİYETİ YÜKSEK, BESİLİ VE CÜSSELİ
'DOSTLAR...
Gezi olaylarıyla birlikte, bir grup arkadaşıyla FETÖ'nün algı
operasyonlarına karşı mücadeleye başladıklarında "dostlar"dan gelen
çok çirken saldırılara maruz kaldıklarını anlatan Aydın Ünal, şöyle
devam etti:
"17/25 Aralık'tan sonra, manevra kabiliyeti yüksek, besili ve
cüsseli o 'dostlar' bizi ezip en öne geçtiler. Sorun değil. Bu
işler böyledir. Bizim önlerde hiç gözümüz olmadı zaten. Öne
geçtiler ve herkesten çok bağırmaya, kükremeye başladılar.
Mücadeleye öyle bir 'aşkla' ve 'heyecanla' sarıldılar ki, biz bile
artık 'FETÖ'cü, Paralel, Kripto' ithamlarına maruz kalmaya
başladık."
MOĞOL İSTİLACILARI, ÇEKİRGE SÜRÜSÜ, ZÜCCACİYE DÜKKANINA
GİREN FİL GİBİ...
"Çok ciddi bir kalitesizlik ortamı kasıp kavurmaya başladı" diyen
Aydın Ünal, şu çarpıcı tespitleri yaptı:
- Kifayetsizlikle yoğrulmuş ihtiras, siyaseti, bürokrasiyi, medyayı
sinsi bir virüs gibi zehirliyor.
- Moğol istilacıları gibi acımasızca, ne var ne yok yakıp
yıkıyorlar; çekirge sürüsü gibi rantın üzerine üşüşüyorlar;
züccaciye dükkanına giren fil gibi kırıyorlar, döküyorlar,
eziyorlar, incitiyorlar.
ETRAFLARINA KORKU SALIP, HAKARETLE KORKUYU
BÜYÜTÜYORLAR
- Etraflarına korku salıp sindiriyorlar. Aldıkları reaksiyonla,
eleştiriyle, hakaretle, saldıkları korkuyla büyüyorlar.
- İşi şantaja kadar götürüyorlar. FETÖ ile mücadele ediyormuş gibi
görünüp, ne kadar Fetullahçı taktik varsa kullanıyor, yalan
söylüyor, iftira atıyor, karanlık operasyonlar yapıyorlar.
TAM DA 16 NİSAN ÖNCESİ ARZI ENDAM ETMELERİ TESADÜF OLMASA
GEREK!
- Kendilerinden olmayana hayat hakkı tanımıyor, “Ben, ben” diyerek
kibirle ortalıkta dolaşıyorlar.
- Ömrü mücadeleyle geçmiş dava adamlarını bir kalemde harcıyor,
çalışanların, üretenlerin moralini bozuyor, kollarını, kanatlarını
kırıyorlar.
- Tam da 16 Nisan yaklaşırken, tam da, Türkiye'nin bekasıyla,
istiklaliyle ilgili önemli bir kararın arefesindeyken, zihinleri
bulandıracak, gönülleri kıracak, insanların heyecanını, aşkını,
şevkini, azmini törpüleyecek biçimde arzı endam etmeleri tesadüf
olmasa gerek.
İşte Aydın Ünal'ın o yazısı:
BAHAR YAKINDIR
7 Şubat 2012'de MİT Müsteşarını tutuklamak istemeleriyle birlikte
Fetullahçıların maskeleri yavaş yavaş sıyrılmaya, gerçek yüzleri
ortaya çıkmaya başladı. Hükümete karşı başkaldırıyı kademe kademe
yükselttiler. Gezi Olayları, tamamen Fetullahçılar eliyle
kurgulanmış, solcuları kullanmak suretiyle icra edilmişti. FETÖ'nün
önde gelen karanlık yüzleri Gezi olaylarının içinde yer almış,
seviyesiz saldırıları desteklemişlerdi. Gezi'den sonra, Zaman
gazetesi hükümetle uyumlu gibi görünmeye çalışırken, İngilizce
gazeteleri ve operasyon hesapları artık ipleri kopartmış,
hakaretlere, algı operasyonlarına başlamıştı.
80'li yıllarda bir başörtüsü eyleminde yaptıkları iğrençliği
gördüğümden beri Fetullah'ı ve örgütünü İslam dışı ve İslam düşmanı
olarak kabul ederim. Beni de hiç yanıltmadılar. Gezi olaylarıyla
birlikte, bir grup arkadaş, FETÖ'nün gerçek niyetini gördüğümüz
için algı operasyonlarına karşı mücadeleye başladık. Çok çirkin
saldırılara maruz kaldık. Fetullah Gülen'in sonradan yayınlanacak
ses kayıtlarında adımız geçiyor, açıkça hedef gösteriliyorduk.
Telefonlarımız dinlenmişti. Hiçbir suç unsuru bulunamadan 25 Aralık
fezlekesine adımız konmuştu.
Fetullahçıların şikayetleri, saldırıları, aleni tehditleri bizi
yıldıracak değildi. Lakin, “dost” bildiklerimiz bizi linç etmek
istediler. Bizi fitne çıkarmakla, fesadı körüklemekle, ilişkileri
bozmakla, süreci tahrik etmekle, çetecilikle suçladılar. “Fetullah
Gülen gibi saygın bir alime” dil uzattığımız için bizi yerden yere
vurdular.
İşte Twitter hesabımı tam da o günlerde kapattım. Fetullahçılardan
değil, “dostlardan” korktuğum için kapattım.
17/25 Aralık'tan sonra, manevra kabiliyeti yüksek, besili ve
cüsseli o “dostlar” bizi ezip en öne geçtiler. Sorun değil. Bu
işler böyledir. Bizim önlerde hiç gözümüz olmadı zaten. Öne
geçtiler ve herkesten çok bağırmaya, kükremeye başladılar.
Mücadeleye öyle bir “aşkla” ve “heyecanla” sarıldılar ki, biz bile
artık “FETÖ'cü, Paralel, Kripto” ithamlarına maruz kalmaya
başladık.
Şimdi büyük bir şüphenin içindeyim: FETÖ'yle mücadele edenler,
Aliya'nın dediği gibi, “düşmanlarına mı benzediler”, yoksa hep mi
böyleydiler?
Çok ciddi bir kalitesizlik ortamı kasıp kavurmaya başladı. Recep
İvedik'in 5 milyon seyirci rekoruna ulaşması, evlilik
programlarının rating rekoru kırması, temiz Anadolu ailelerinin
televizyonlarda medya maymununa dönüştürülmesi, Dallas dizisinin
artık pek muhafazakar kalması, ekrandaki çıplaklığın,
seviyesizliğin dindar evlerde bile doğallaşması değil kastım.
Kifayetsizlik, başedilebilir bir sorundur neticede; lakin,
kifayetsizliğe ihtirasın eşlik etmesi büyük tehlikedir.
Kifayetsizlikle yoğrulmuş ihtiras, siyaseti, bürokrasiyi, medyayı
sinsi bir virüs gibi zehirliyor. Moğol istilacıları gibi
acımasızca, ne var ne yok yakıp yıkıyorlar; çekirge sürüsü gibi
rantın üzerine üşüşüyorlar; züccaciye dükkanına giren fil gibi
kırıyorlar, döküyorlar, eziyorlar, incitiyorlar. Etraflarına korku
salıp sindiriyorlar. Aldıkları reaksiyonla, eleştiriyle, hakaretle,
saldıkları korkuyla büyüyorlar. İşi şantaja kadar götürüyorlar.
FETÖ ile mücadele ediyormuş gibi görünüp, ne kadar Fetullahçı
taktik varsa kullanıyor, yalan söylüyor, iftira atıyor, karanlık
operasyonlar yapıyorlar. Kendilerinden olmayana hayat hakkı
tanımıyor, “Ben, ben” diyerek kibirle ortalıkta dolaşıyorlar. Ömrü
mücadeleyle geçmiş dava adamlarını bir kalemde harcıyor,
çalışanların, üretenlerin moralini bozuyor, kollarını, kanatlarını
kırıyorlar.
Tam da 16 Nisan yaklaşırken, tam da, Türkiye'nin bekasıyla,
istiklaliyle ilgili önemli bir kararın arefesindeyken, zihinleri
bulandıracak, gönülleri kıracak, insanların heyecanını, aşkını,
şevkini, azmini törpüleyecek biçimde arzı endam etmeleri tesadüf
olmasa gerek.
Bu tuzağa düşmeyecek, bu oyuna gelmeyeceğiz. Zira, bizim manevra
yeteneğimiz yok. Biz dün en zor şartlarda buradaydık, bugün
buradayız, yarın da şartlar ne olursa olsun burada kalacağız. Bizim
başka bir davamız, gitmeyi içimize sindirebileceğimiz başka bir
kapımız yok. Biz, ayağı Okçular Tepesi'ne mıhlanmış cengaverleriz.
Biz kavga zamanlarında bombaların altında dimdik duran, zafer
kutlamalarında geriye çekilenleriz. Biz bu yolda para, rant,
şöhret, ikbal, iktidar için ihtirasla yürüyen değil; Allah'ın
rızasını, kaderi, Allah'ın takdirini bir an olsun aklından
çıkarmadan, sağa sola bakmadan, kimin ne dediğine aldırmadan,
kazanç kayıp hesapları yapmadan, menzile doğru gece gündüz, hiç
durmadan ilerleyenleriz.
Biz, davayı ve davanın liderini sadece savunanlar değil; dava ve
davanın lideri için hasbi ve hesapsız, ölmeye and içmiş
neferleriz.
Bizim davamızda ve dergahımızda yeise, hüzne, bunalıma, hele hele
ümitsizliğe asla yer yoktur. Neleri aşmadık ki bunları da
aşmayalım? Bize düşen samimiyet ve ihlasla çalışmak, gerisini
Allah'ın takdirine bırakmak değil mi? Öyleyse üzülmek, daralmak
yok; gevşemek, bunalmak yok. Siz dik durun, eğriler
kırılacaktır.
16 Nisan, sadece Türkiye tarihinin dönüm noktası değil, bu kez
mevsimlerin de dönüm noktasıdır; kalıcı baharın başlayacağı gündür.
Haydi biraz daha gayret. Şurada bahara ne kaldı? Vesselam.