Aydın-Sanatçı Olmakla ’’elit Kibri’’ni Karıştırmak!
İnsanların “aykırı”, “sivri” görüş bildirme hakkını her zaman savunurum. Hatta “saçmalama özgürlüğü”ne bile inanırım. Hele de -seviyeyi düşürmeden- yerleşmiş, kalıplaşmış önyargıları, fetiş hale gelmiş durumları “put yıkıcı” tarzda eleştirenleri hepten severim. Bu yüzden insanların dışlanmasını, yerilmesini hele de linç edilmesinden ise hiç hazzetmem. Özellikle de aydın-sanatçı denen insan türünün biraz “rahatsız edici” olması gerektiğine inanırım. Bu açıdan “ayrıcalıklı” olmaları gerektiğini savunurum. Çok “sinameki”, “kokmaz bulaşmaz” aydın-sanatçılarda fazla ilgimi çekmez. Hele de sürekli kendi “camiasını” koruyup kollayan, toz kondurmayan tiplerden nefret ederim. İfade biçiminin –hakarete varmadığı sürece- ifade özgürlüğünün bir parçası olduğuna inanırım. Kınayamam!
Ancak bunu sırf “cinslik”, “uyuzluk”, “çıkıntılık” olsun diye yapanlardan hele de bir “çizgi” haline getirenlerden de bir o kadar hoşlanmam. Sırf “ilgi çekmek”, “provokatif çıkış yapmak”, “eksantrik beyanda bulunmak”, vb gibi hallerde irite eder beni. “Huysuz” tabiatlı insanları da anlayabilirim. Ancak huysuzluğu “huy” edinenleri anlayamam.
Yanı sıra “Halkla iyi geçinmek”, “Halkın beğeni ve zevklerine göre hissetmek”, “halk gibi düşünmek” gibi kavramlarla da işim olmaz benim. Bu gibi laflara iltifat etmem. Ancak illâ ki halkın beğeni, zevk veya sevdiklerine “çakma”yı, küçümsemeyi, dudak bükmeyi de benimsemem. Toplumun yekpare bir kültür içinde yüzmediğini ve baskın olanın “elit kültür” olmadığını bilirim.
“YEDİ ÖLÜMCÜL GÜNAH”TAN KİBİR KOKUSU ALIYORUM!
Aynı şekilde özellikle politik nedenlerle elitlere saldırmayı huy edinmiş, habire elit nefreti yayan, elitlerin önemini anlamayan, “elit düşmanlığı”nı bir “tavır” haline getirmiş “avami” tip ve yaklaşımları da sevmem. Ancak buna karşılık “elit zırhı”nı kuşanıp, kendine göre “elit olmayan” veya “elit sanat yapmayanlar”ı (Ne demekse?) aşağılayanları da hoş görmem. “Yedi Ölümcül Günah”tan “kibre” kapılmışlardır onlar bana göre. Burnundan kıl aldırmayan sözüm ona bu “seçkinci tavır”ın halet-i ruhiye’sini anlamakta zorlanırım. Buradaki “niyet” ne olursa olsun artık “marazi bir yan” sezerim…
İşte Fazıl Say’ın Orhan Gencebay, Müslüm Gürses ve Sezen Aksu için yazdığı "Orhan Gencebay, üçüncü sınıf müzisyen. Müslüm Gürses, müzisyenin kılcal damarı bile olamaz. Sezen Aksu, kompozisyon öğrencisi bilgisine sahip değil" sözleri ister istemez bunları düşündürdü bana. Buna neye gerek duydu, ne hissetti bilemem. Onun kadar müzik bilgim olduğunu da iddia edemem. Ancak buradaki tavrın müzik bilgisi adına da olduğunu sanmıyorum. Çünkü kulvarları farklı. Saydığı isimler bir klasik müzik virtüözü olsalar veya o iddiada bulunsalar haklıdır. (Ya da örneğin onlardan biri çıkıp Fazıl Say’ın sanatı veya müziğine dair bu eksende bir laf etselerdi o oranda “saçma” ve “gereksiz” olurdu bence!) Ancak saydığı isimler “popüler müzik” alanının starları. Hepsi de kendi alanında iyiler. (Orhan Gencebay’a oldum olası bayılırım, Müslüm Baba’ya yeni ısındım denebilir, Sezen Aksu’nun ilk dönemini severim. Şimdilerde ancak bir, iki parçasını dinleyebiliyorum ama gene de severim ve bunlar benim kişisel tercihim.) Üstelik hiçbiri zaten acayip “elit müzik” yaptıkları iddiasında değiller. Sadece kendilerince en iyisini yapıyorlar. Kim ne derse desin bizde severek dinliyoruz!..
Dolayısıyla onları “üçüncü sınıf”lıkla, “kılcal damar bile olamaz”la, “kompozisyon öğrencisi bilgisine sahip olmamakla” suçlamanın ne alemi ne de yeri. Dahası herkes ne Fazıl Say’ın aileden gelme avantajlarına sahip ne de onun geçtiği eğitim basamaklarından geçmek durumunda. Fazıl Say kendi alanının “en iyisi” olabilir. Ne yapalım? Bravo! Bu diğerlerini küçültür veya aşağılatır mı? Hayır!
O halde bu “kibir” ve bu “entelektüel çıkıntılık” niye? Bu kadar “Agresifizm”, bu kadar “kronik öfke” önce insanın kendine zarar!
Bana kalırsa Fazıl Say “politik tutum almak”la (Sanırım çoğu kez yaptığı gibi) “kültürel tutum almayı” birbirine karıştırıyor. Sezen Aksu’ya neden çatmış bilemem. Son referandumda “evetçi” tavrı ve “AKP’ye yaklaştı” iddialarından dolayı olabilir mi? (Bence aynı “sınıfsal ve kültürel taban”a hitap ediyorlar o başka!) Fakat Orhan Gencebay, Müslüm Gürses ona doğrudan “arabesk”i, “yoz müzik”i (!), “Halk”ı ve dolayısıyla AKP’yi çağrıştırıyor olabilir. Müzikle siyaset arasında bir ilişki kuruyor olabilir ki, zorlanırsa elbette kurulur. Üstelik bazı hallerde yanlış olmaz.
Ancak burada bence tam anlamıyla “Marazi” bir durum var. “Sanatçı” olmak “entelektüel” olmaya, dolayısıyla entelektüel bir eleştiri yapmaya tek başına yetmediği için böylesi “magazin” ve “televole” bir tarzda açığını kapamaya çalışıyor olabilir mi? Böylelikle durumu bir “Beyaz Türk”ün “iman tazeleme” gösterisine dönüştürüyor gibi sanki. Fakat ne kadar “abes” kaçtığının farkında değil herhalde…
Dediğim gibi “aykırı”lıkları, “sivri”likleri hatta “çıkıntılıkları” anlayabilirim. (Fazıl Say dahil, bu gibi yaklaşımları “makul zemin”de dile getirenleri de savunabilirim.) Anlayamadığım bu tavrın kendisine ve savunduğu (her neyse!) kesimlere ne kazandırdığıdır…
Atilla AKAR
[email protected]