17 Oca 2010 09:10
Son Güncelleme: 19 Kas 2018 14:03
AYDIN DOĞAN HÜRRİYET GAZETESİ'NİN HANGİ YAZARINA, NEDEN TELEFON AÇTI?
Telefonum acı acı çaldı...Açtım...Telefondaki ses, "Aydın Doğan Bey sizinle görüşmek istiyor" dedi...
Aydın Doğan´la ilk yakın temas
Hürriyet´te yayın yönetmeni değişimi üzerine "İstifa mektubum cebimde" başlıklı bir yazı yazmıştım.
O gün bugündür kimseden çıt çıkmadı.
Ne "gönder mektubu" diyen var ortada, ne de "saçmalama, ne istifası" diyen...
Tam da "fırtına öncesi sessizlik" diye düşünürken...
Telefonum acı acı çaldı...
Açtım...
Telefondaki ses, "Aydın Doğan Bey sizinle görüşmek istiyor" dedi...
Kısa bir bekleme süresinde durumu kendi lehime çevirecek türden hayaller kurmaya başladım...
İçimden dedi ki:
Aydın Doğan kovulduğumu söylese bile gam yemem... Sonuçta patron tarafından tebliğ edilen bir kovulma olur bu... İzzet ü ikbal ile çekilmiş olurum "Bâb-ı Hürriyet"ten...
Ve sonunda telefonun öbür ucundan, beni daldığım hayallerden uyandıran kararlı ve nazik ses geldi:
"Nasılsın Ahmet kardeşim... Seninle tanışmamız mümkün olmadı... Kısmet bugüneymiş."
Ben eveleyip geveledim:
"Ha... Evet... Ne yazık ki... Siz nasılsınız?"
Aydın Bey devam etti:
"Ben senin okurunum. Cumartesi gecesi gazete geldiğinde senin yazını okurum... Ertesi gün sabah bir daha bakarım... Benim pek tanımadığım bir dünyayı anlatıyorsun... Çok da iyi yapıyorsun... İstifa mektubundan falan söz etmişsin... Bırak bunları bir tarafa... Yazmaya devam et."
Teşekkür ettim...
Ve telefonu kapattım...
Rahatladım mı?
Ne yalan söyleyeyim:
Evet, rahatladım.
Ama bu rahatlığım köşemi kaybetmeme garantisi almamdan kaynaklanan bir rahatlık değil...
Kaybetsem de olurdu...
Sonuçta ben, kendisini bu köşeyle gerçekleştirmiş, varlığını bu köşeyle anlamlandırmış biri değilim...
Burası olsa da olur benim için, olmasa da...
Son olarak da bir hakkı teslim etmem gerekir...
Şunca zamandır muhafazakâr kesimde çeşitli işlere girip çıktım...
Her türden muhafazakâr patron tanıdım.
O dünyada patronun çalışana bakışını, yaklaşımını gayet iyi bilirim.
Burnun nasıl havada olduğunu falan...
Ama işte burada...
Pek de önemli bir yer iştigal etmeyen bir yazarın, bir yazısında dile getirdiği "istifa" sözcüğü hemen bir karşılık bulabiliyor.
Hem de "Ben senin okurunum" diyen patron cephesinden, yani en tepeden bir karşılık bulabiliyor.
Ben böylesi bir ilgiye ve nezakete pek alışık değilimdir.
Ahmet Arsan/HÜRRİYET
Hürriyet´te yayın yönetmeni değişimi üzerine "İstifa mektubum cebimde" başlıklı bir yazı yazmıştım.
O gün bugündür kimseden çıt çıkmadı.
Ne "gönder mektubu" diyen var ortada, ne de "saçmalama, ne istifası" diyen...
Tam da "fırtına öncesi sessizlik" diye düşünürken...
Telefonum acı acı çaldı...
Açtım...
Telefondaki ses, "Aydın Doğan Bey sizinle görüşmek istiyor" dedi...
Kısa bir bekleme süresinde durumu kendi lehime çevirecek türden hayaller kurmaya başladım...
İçimden dedi ki:
Aydın Doğan kovulduğumu söylese bile gam yemem... Sonuçta patron tarafından tebliğ edilen bir kovulma olur bu... İzzet ü ikbal ile çekilmiş olurum "Bâb-ı Hürriyet"ten...
Ve sonunda telefonun öbür ucundan, beni daldığım hayallerden uyandıran kararlı ve nazik ses geldi:
"Nasılsın Ahmet kardeşim... Seninle tanışmamız mümkün olmadı... Kısmet bugüneymiş."
Ben eveleyip geveledim:
"Ha... Evet... Ne yazık ki... Siz nasılsınız?"
Aydın Bey devam etti:
"Ben senin okurunum. Cumartesi gecesi gazete geldiğinde senin yazını okurum... Ertesi gün sabah bir daha bakarım... Benim pek tanımadığım bir dünyayı anlatıyorsun... Çok da iyi yapıyorsun... İstifa mektubundan falan söz etmişsin... Bırak bunları bir tarafa... Yazmaya devam et."
Teşekkür ettim...
Ve telefonu kapattım...
Rahatladım mı?
Ne yalan söyleyeyim:
Evet, rahatladım.
Ama bu rahatlığım köşemi kaybetmeme garantisi almamdan kaynaklanan bir rahatlık değil...
Kaybetsem de olurdu...
Sonuçta ben, kendisini bu köşeyle gerçekleştirmiş, varlığını bu köşeyle anlamlandırmış biri değilim...
Burası olsa da olur benim için, olmasa da...
Son olarak da bir hakkı teslim etmem gerekir...
Şunca zamandır muhafazakâr kesimde çeşitli işlere girip çıktım...
Her türden muhafazakâr patron tanıdım.
O dünyada patronun çalışana bakışını, yaklaşımını gayet iyi bilirim.
Burnun nasıl havada olduğunu falan...
Ama işte burada...
Pek de önemli bir yer iştigal etmeyen bir yazarın, bir yazısında dile getirdiği "istifa" sözcüğü hemen bir karşılık bulabiliyor.
Hem de "Ben senin okurunum" diyen patron cephesinden, yani en tepeden bir karşılık bulabiliyor.
Ben böylesi bir ilgiye ve nezakete pek alışık değilimdir.
Ahmet Arsan/HÜRRİYET