ATİLLA DORSAY'I BİLE KANDIRMAKTAN UTANMIYORLAR!
Montreal'den "en iyi film" ödülüyle dönen Ateşin Düştüğü Yer'i geçen yıl Altın Portakal'da yarıştırmayanların paçaları tutuşmuş, ne diyeceklerini bilmiyorlar! Murat Tolga Şen yazıyor.
48. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde ön jüriyi
geçiremeyen, hatta 100 üzerinden aldığı 1 puanla festivale katılan
sinema insanları ve yazarları tarafından alaya alınan, bağnaz ve
aşırı muhafazakar bir film olmakla suçlanan İsmail Güneş
filmi “Ateşin Düştüğü Yer”
Öncelikle şu düzeltmeyi yapayım; Zaman gazetesi yazarı M. Nedim
Hazar geçenlerde İsmail Güneş’e “Montreal’den Gelen Kapak” adını
verdiği bir destek yazısı yazmış ancak yanlış insanları
suçlamış.
Yazısında, “O yılki Antalya Altın Portakal Film Festivali, tema
olarak kendine ’kadın’ı seçmişti ve jürinin tamamı kadınlardan
oluşuyordu. Bu demekti ki, “Ateşin Düştüğü Yer” sadece vizyonda
değil bu festivalle başlayan bir ilgi yumağının da merkezine
oturacaktı. Fakat çok ilginç bir gelişme oldu ve ’tamamı
kadınlardan oluşan’ jüri, filmi ’sıfır’ puanla yarışmaya değer bile
bulmadı.” demiş ancak film, başkanlığını Müjde Ar’ın yaptığı
değerlendirici jürinin önüne bile gelmedi, gelseydi mutlaka ödülle
dönerdi. İşin daha başında, yarışacak filmleri seçen ön jüri
tarafından elendi.
Peki, onlar kim? İşte “Ateşin Düştüğü Yer”i ulusal yarışma
seçkisine layık görmeyen festival ön jürisi: Mahinur Ergun
(yönetmen), Fide Motan (yönetmen), İlksen Başarır (yönetmen), Selda
Çiçek (sanat yönetmeni), Prof. Dr. Ruken Öztürk (akademisyen),
Ayşegül Çetin (yapımcı), Tuba Büyüküstün (oyuncu), Beste Bereket
(Oyuncu) ve Nil Kural (sinema yazarı)…
Baştan altını çizeyim; ben yukarıdaki isimlerin sinema üzerine
bilirkişiliklerine bu yanlı kararlarından ötürü geçen yıldan beri
zerre kıymet vermiyorum. İstedikleri kadar aksi yönde beyan
versinler, Türkiye’de sinema yapımını / değerlendirmelerini
etkileyen güçlü bir örgütlenme vardır ve bu klan işine gelmeyen her
durumda ötekileştirmenin Allah’ını yapar. Sinema yapanları geçtim,
sinema yazanlar içinde de bu örgütlenmenin uzantıları etkili olmaya
devam eder. Kendilerinden olmayanı aralarına almazlar,
alsalar bile baskılarlar. Kimse çıkıp itiraz etmesin, bir sürü
örneği var.
Şu aralar, Montreal’den ödüllerle dönen filmi neden
önemsemedikleriyle ilgili tuhaf açıklamalar yapmakla meşguller.
Paçalar tutuştu, bahaneler sıralanmaya başladı. Habertürk’de
okudum, Atilla Dorsay’a “Film daha laboratuvar işlemleri bitmeden
ham haliyle önümüze geldi, o yüzden belki iyi değerlendiremedik”
demişler ancak bu kocaman bir yalan! Sinema yazarlığının ufkunu
açan, tarafsızlığından zerre kadar şüphe etmediğim bu kıymetli ismi
bile kandırmaktan utanmıyorlar!
Atilla Dorsay’a söylenen maalesef doğru değil. Ateşin Düştüğü Yer,
Şafak filmin ses stüdyosunda Dolby Digital işlemleri bitmiş olarak
Quicktime formatında ve dört ayrı gösterim programında
seyrettirildi. Ön jürinin DVD’den seyrettiği filmlerin birçoğunun
sesleri ise seçimden sonra yapıldı. Normal çekim seslerinin
balanssız halleriyle DVD olarak seyrettiler. Ayrıca dedikleri doğru
olsa bile film yarışmaya katılmamış sayılmalıydı. Dolayısıyla da bu
sene katılabilmeliydi.
Entelektüel insanların çeteleşmesi, adalet duygusunu yücelten sol
düşüncenin pratikte çökmesi acı verici bir durum. Festivaller Türk
sinemasının tüm örneklerinin tarafsızlıkla değerlendirildiği
platformlar. Bu suç organizasyonların değil. Onlar sinemayla halkı
buluşturma amacıyla değerlendirme yetkisini sinemayı bilenlere
emanet ediyorlar. Ama işte sorumluluğu taşıyamayan birileri
sırf yönetmeni başka kabileden olduğu için bu tarz işlere
kalkışıyor ve o hesaplar Montreal’den dönüyor. Umarım tüm
yaşananlardan sonra biraz akıllanmışlardır.
Twitter.com/murattolga