Atalay Filiz neyin “Mesajı”nı alıyordu?.. “Zihin Kontrol Deneği” olabilir mi?..
Medyaradar medya-siyaset analisti Atilla Akar, Atalay Filiz’in yakalanması sonrası ortaya çıkan yeni durumu değerlendirdi…
Efendim; malum Türkiye günlerdir “Seri Katil Atalay Filiz olayı”nı
konuşuyordu. Sonunda yakalandı da millet “Atalay Filiz şurada
görüldü, burada görüldü”, “Şuraya kaçtı, buraya kaçtı” gibi
saçmalıklardan kurtuldu. Ne var ki iş polisiye açıdan tamam görünse
de halen bazı açılardan muammasını koruyor. Tabii ben de taktım bu
işe ve kendi çapımda Sherlock Holmes’lüğüme devam ediyorum…
Nitekim 6 Haziran 2016 tarihinde bu köşede
“Seri Katil Olayında Bir gariplik
Var!” başlıklı bir yazı yazarak olaya dair soru
ve şüphelerimi dile getirmiştim. Orada olayda göze çarpan
tuhaflıkları sıralamış ve bazı “acaba”larımı paylaşmıştım. Nitekim
bana göre bu acayiplikler halen sürüyor ve hatta daha da
derinleşmiş vaziyette. Tek fark hadisenin yeni bir merhaleye
sıçramış olması. Ayrıca olayın gidişatının şüphelerimi doğrulamaya
doğru gittiğini düşünüyorum.
GAZETELER NEYİN “MESAJINI” VERİYORDU?..
Neyse; biz gene gelişen yeni duruma odaklanalım. Atalay Filiz
yakalandığından bu yana bende durumu göz ucuyla takip etmeye
çalışıyorum. İşin magazine edildiği (Belki de bilinçlice!)
zırvalıkları geçersek bazı ilginç hususlar ortaya çıkmaya başladı.
Bu konuda medyadaki diğer bütün “haber sağanağı”nı geçerek
özellikle ifadelerindeki bir noktaya yoğunlaştım.
Bilhassa “Gazeteler bana mesaj veriyordu” başlığıyla verilen haber
bu açıdan çok enteresandı. Buna göre Filiz, “Gazetelerden bana
şifreli mesajlar geliyordu” demekteydi. İlk anda (“İlk anda”lara
kanmamak gerek azıcık “saksıyı çalıştırmak” yeter!) insana “Deli
saçması” gibi gelen ve “Acaba kendisini akıl hastası gibi gösterip,
rapor alıp, yırtmaya mı çalışıyor?” diye düşündüren bu olay bir
başka açıdan bakıldığında hayli “garip” görünüyordu.
Şimdi bakalım Atalay Filiz bilhassa Galatasaray Lisesi’nde yatılı
kaldığı döneme ilişkin bu konuda neler demiş?..
“11 yaşımdan itibaren sürekli gazete okuyordum. Okuduğum
gazetelerin bana mesaj verdiğini fark ettim. Mesela okuduğum
gazetelerde bana ‘Atalay sen kantinden gofret çal’ gibi mesaj
verildiğini fark etmem nedeniyle okulun kantininden gofret ya da
çikolata çalıyordum. Bana gizli mesaj olarak iletiliyordu.”
Devam edelim…
“Bu dönemde yaşım da büyüdüğü için okuduğum gazetelerden daha
farklı mesajlar almaya başladım. Bu mesajlarda bana takı,
elektronik eşya gibi değerli şeyleri çalmam söyleniyordu. Ben de bu
mesajlar doğrultusunda okuldan çıktıktan sonra İstiklal
Caddesi’ndeki dükkanlardan hafıza kartı, kolye, küpe gibi takı
eşyaları çalıyordum. Bana mesaj verdiğini düşündüğüm gazetelerin
tamamını evde dolabımda ve yatağımın altında saklıyordum”
Tekrar devam…
“Gazete yazılarından aldığım mesajlar benim hayatımı esir etmişti.
Sıradan bir gazete yazısını okur okumaz hemen anında mesaj
alamıyordum. Ancak gazeteyi 1 saat okuyordum. 1 saat okuduktan sora
mesajları tespit ediyordum ve bu mesajlara göre hareket ediyordum.
Ancak kesinlikle o dönemde herhangi bir kişiyi öldürmem ya da başka
şekilde zarar vermem söylenmiyordu”
Bitmedi… Şimdi de Paris dönemine ilişkin…
“Hem Fransız hem de Fransa’da basılan Türk gazetelerini alıp
okuyordum. Bu gazetelerin birisinde yazılan bir yazıdan aldığım
mesajda bana bir takım araçları ve kişileri takip etme görevi
verildi. Görevi yerine getirebilmem için Rower marka 1996 yada 1997
model aracı satın aldım. Verilen mesaj gereği bir takım insanları
ve araçları takip ettim.”
Az sabredin… Şimdi de İtalya Kampı…
“Bir defasında okuduğum bir gazetede bana İtalya’ya bir yaz kampına
katılıp burada bulunan insanlara kendimi Fransız olarak tanıtmam ve
insanları inandırmam yönünde mesaj verildi.”
BİR “CASUSLUK OPERASYONU”NDA “PROJE KİŞİLİK”
Mİ?..
Daha ilk Ankara Cinayetleri işlendiğinde üç yıl önce 20 Eylül 2013
tarihli ve “Dikkat çekici bir cinayet!” başlıklı yazımda “Olay bu
bilgiden sonra ister istemez ‘Düşündürücü’ bir hal alıyor. Bir
TÜBİTAK çalışanı, önemli mevkide bir general ve yabancı uyruklu bir
kadın. Biraz kurgulasanız bir ‘Polisiye’ ya da ‘Casusluk’ romanı
bile çıkar!” demiştim. Anlaşılan iş “roman”ı da aşmış!
Yukarıda belirttiğim yeni tarihli en son yazımda ise aileler ve
TÜBİTAK’la ilgili sorular ile birlikte MİT’in Atalay Filiz’i
aramasının garip olduğunu, öldürülen Rus kızların ise yabancı bir
istihbarat servisinin “Bal tuzağı” olabileceğini belirtmiştim.
Şimdi bu şüphelerim doğrulanıyor sanki. O konudaki habere bakalım
şimdi de…
“Gazete yazılarındaki şifreli mesajları çözmeye çalıştığını öne
süren Filiz’in, zaman içindeki gazete yazılarındaki mesajlarda
Göktuğ Demirarslan ve Elena Radchikova’nın da casusluk yaptıkları
gerekçesiyle her ikisini öldürmesi gerektiğinin emredildiğini
söylediği öğrenildi.” deniliyor. Ayrıca haberde ‘Filiz’in
ifadesinde, “Tarih öğretmeni Kayıkci’nın ise kimliğini deşifre
etmeye çok yaklaştığını, eğer kimliğini açığa çıkarırsa öldürmesi
gerektiği yönünde gazete yazılarından mesajlar aldığını’ söylediği
belirtildi.” de deniyor.
Aynı şekilde “Atalay Filiz’e baro tarafından atanan avukat ise,
“İradesi tutsak altına alınmış şekilde, gizli güçlerden kendisine
verilen gizli talimatlar ve şifreler doğrultusunda hareket
etmiştir” şeklinde savunma yaptığı öğrenildi.” denilmekte ama bunu
avukatının ağzından duymadıkça dikkate almam.
ATALAY FİLİZ BİR “MANÇURYA KOBAYI” OLABİLİR
Mİ?
Elbette daha hiçbir şey kesinliğe kavuşmamıştır. Bu iddialar
sanığın cezadan kurtulmak için “uydurması” da olabilir. Epeyce zeki
olduğu anlaşılan Filiz, kendi kendisine bir “hikâye” de uyduruyor
bulunabilir. Yahut birilerine mesaj da yolluyor olabilir. “Beni ne
duruma soktunuz, bakın ha…” diye.
Ancak her ne olursa olsun iddialar öyle bir çırpıda es
geçilebilecek türden görünmüyor. Bu konular bilmeyene ve anlamayana
(Modern ve “çok bilmiş” cahillere!) “Uçuk kaçık komplo teorileri”
gibi gelebilir ama dünyada 1950’li yıllardan beri “MK-ULTRA” diye
bilinen muhtelif “Beyin Kontrol Deneyleri” uygulamaları yapılmakta,
“Zihin kontrol suikastçıları” yetiştirildiği öne sürülmekte hatta
bazı olaylarda kullanıldığı vurgulanmaktadır. (JFK suikastındaki
Lee Harwey Oswald, Senatör Robert Kennedy olayındaki Sirhan Beşara
Sirhan, John Lennon olayındaki Mark David Chapman, vb gibi. Ne
ilginçtir ki bu olaylardaki kişiler de eylemleri öncesi kimi
“mesajlar” aldıklarını söylemektedirler.) Bu konudaki iddialar
hafife alınmayacak kadar ciddidir. Kesinlikle bir Bilim-Kurgu
fantezisi değildir.
İstihbarat kuruluşlarının denetim ve finansesindeki “Karabilim
projeleri” altında yürütülen bu projelerdeki deneklere literatürde
“Mançurya Kobayı” denmektedir. (Bu konuda iki de film vardır. İlki
başrolünde Frank Sinatra’nın oynadığı 1962 tarihli “The Manchurian
Candidate” (Mançuryalı Aday) diğeri ise başrolünde Danzel
Washington’ın oynadığı 2004 tarihli aynı isimdeki filmdir.) İnsan
zihninin ele geçirilmesi, yönlendirilmesi üzerine yürütülen bu
çalışmalar günümüzde çok tehlikeli bir aşamaya gelmiştir. Amaç
insan iradesinin kırılması ve yönlendirilmesidir. Bu konuda bazı
önemli adımlar attıkları varsayılmaktadır.
İşte Atalay Filiz’in son ifadesi de bu yönde “Kokular” yaymaktadır.
Ciddiye alırsınız almazsınız o ayrı konu. Ama böyle bir ihtimali
tümüyle “yok” sayamazsınız. Olay bu ihtimale göre de incelendi ya
da değerlendirildi mi bilemem ama incelense iyi olur derim. Yoksa
“Adam zaten seri katil, her tür manyaklık beklenir” diye kestirip
atmak kolaydır. Öyle bile olsa o zamanda onu ispatlarsınız!
Filiz bahsettiği durumları bu konularda okuduğu kitaplardan,
seyrettiği filmlerden de kurguluyor olabilir. Fakat ya
kurgulamıyorsa? Anlattığı olaylar kendi kendine uydurduğu (ya da
kendisinin de inandığı) olaylar da olabilir hakikaten “şüpheli”
durumlar da. Bu anlamda “kesinlik” elbette yoktur.
Lakin Filiz’in saydığı olaylar bir deneğin aşama aşama belli
durumlara hazırlandığı şablonuna uymaktadır. Bazı “zihinsel
şifreler”le kimi işlemlerden geçirilmiş deneklerin bazı davranışlar
tetiklenebilir. İncelemeye değerdir. Tabii önce bunu görebilecek,
saptayabilecek bakış, sezi, bilgi gerekir. Bu konuda Türkiye’de
uzmanlar var mı bilmem. Olsa iyi olur.
Fakat burada en önemli soru şudur; eğer bu “hikâye” doğru ise bunu
Atalay Filiz’e kimler, nasıl, hangi metotlarla ve ne zaman yapmış
olabilirler? Atalay Filiz rastgele mi yoksa bazı özelliklerinden
dolayı mı seçildi? Başka ne gibi aşama (Telkin, hipnoz,
farmakolojik yüklemeler, vb) ve yönlendirmelerden geçti? Yoksa
hepsi hakikaten “palavra” mı? Ne olursa olsun ilginç!..
Bu soruların cevabını bulmak ise beni aşar. Ben ancak her zaman ve
her konuda yaptığım gibi bu konuda da soru ve şüphelerimi dile
getirilebilirim…
Ne diyeyim; zihninize mukayyet olun!..
15.06.2016.
[email protected]