“Asla bir Türk’le evlenmem” diyen Gonca Vuslateri: İster tükürürüm, ister yalarım!
"Asla bir Türk erkeğiyle evlenmem" demesine rağmen iki hafta önce yeni tanıştığı Burak Ertoğan'la evlenen Gonca Vuslateri, "Tükürdüğünü yaladı" diyenlere yanıt verdi.
Gonca Vuslateri; deli dolu, yetenekli ve lafını esirgemeyen bir
genç kadın. Üstelik ünlüler camiasındaki benzerlerinin aksine hep
çok ‘sürprizli’, sağ gösterip sol vurabiliyor. Daha önce “Asla bir
Türk erkeğiyle evlenmem” demesine rağmen, iki hafta önce yeni
tanıştığı Burak Ertoğan’la pat diye evlendi. Bu hafta vizyona giren
‘Bizans Oyunları’ filminde başrol oynayan Gonca Vuslateri’yle
Hürriyet Pazar’dan Hakan Gence konuştu….
“Türk erkeğiyle evlenmem”, “Çocuk yapmam” gibi
açıklamalarınız vardı. Ne oldu, tükürdüğünüzü mü
yaladınız?
Uzun yıllardır Amerika’ya gidip geliyorum. Buraya döndüğümde bir
dergiye röportaj verdim. O dönemde Türkiye’de, kadına şiddet
haberleri çok yoğundu. Tecavüz eden adamların kısa süreli cezalarla
kurtulmasının bende yarattığı korkuyla söyledim onu. Tek söylediğim
de bu değildi. Neşeli bir hayat yaşadığımdan, ilişkilerimden
bahsettim. Onun üstüne muhabir “Amerikalı bir sevgiliniz var”
dediğinde “Herhalde bir Türk erkeğiyle evlenmek nasip olamayacak bu
kadar kırgınlıkla” gibi bir şey söyledim gülerek. Oraya parantez
içinde ‘kahkahalar’ yazsalar her şey değişecekken, nokta koyup
bırakırsan bu insanlara çok sert gelebilir. İster tükürürüm, ister
yalarım! Burası benim ülkem. Yargılarım da severim de... Talihsiz
bir açıklama oldu, kabul ediyorum. Ama ne yapabilirim?
Eşinizle nasıl tanıştınız?
Çok yeni. Gani Müjde vesile oldu. Burak, post-prodüksiyon ve ses
teknisyeni. ‘Bizans Oyunları’nda birlikte çalıştık. Stüdyoya ilk
gittiğimizde onu gördüm ve abandone oldum.
İlk görüşte aşk mıydı?
Evet. Çok ağırbaşlı, müthiş sakin biri. Herhalde zıtlıklar
birbirini çekiyor. İlk görüşten sonra benimle sevgili olsun diye
yapmadığım şaklabanlık kalmadı. Kısa sürede de olduk.
BİRKAÇ SENE ÇOCUK DÜŞÜNMÜYORUZ
“Alyans klostrofobiyi tetikliyor” diye de bir demeciniz vardı. Ne
değişti de bu kez nikah masasına koştunuz?
İkimiz de evliliğin klostrofobik olduğunu düşünüyorduk. Ama
birlikte yaşamaya karar verdik. Bunun getirdiği toplumsal ve
bireysel zorlukların üstesinden gelebileceğimiz en makul sistem
evlilikti. Bir de o 40’ına geldi, ben 30’uma... Aramızdaki şey o
kadar güzeldi ki birbirimize bir hediye vermek istedik. Bu ilişki
böyle bir sürprizi ve hiç yaşanmamış bir güzelliği çok hak
ediyordu. Ailelerimiz de bu hızlı aşka karşı çok anlayışlı
davrandı. Burak bir gün “Biz evlenelim” dedi. Ömrümümüzün sonuna
kadar birlikte oluruz inşallah.
Kısa süre oldu ama bu süre içinde evlilik sizde neleri
değiştirdi?
Evliliğin bir takım işi olduğunu anladım. Geçen gün Murat Dalkılıç,
"Birine yanındaki kişiyi ‘Bu benim eşim’ diye tanıştırmak ne kadar
güzel değil mi” dedi. Gerçekten de öyle, birine “Eşim” demek çok
güven veren bir şeymiş. Eğer onu da yaşayım, bunu da yaşayım gibi
dertlerin yoksa, abi bir tane adam olsun, biz dünyanın dertlerine
ve güzelliklerine odaklanalım.
Neden Phuket’te evlendiniz?
Çünkü ben bir file dokunmak, maymun sevmek istiyorum. Eşim
diyeceğim adamla dünyanın güzelliklerini görmek istedim. Hayal
ettiklerimizi yaşadık. İki sene sonra da çocuk yapalım kararını
Himalaya’da falan alabiliriz.
Hamile misiniz?
Hayır. Birkaç sene çocuk düşünmüyoruz.
TUTKUM BENİ DELİ GÖSTERİYORSA BUNDAN RAHATSIZ
OLMAM
Sizin için ‘Oyuncuların Yıldız Tilbe’si diyebilir
miyiz?
Bunu sorduğuna inanamıyorum! Geçenlerde bu benzetmeyi kendim
yaptım. Yıldız Tilbe’nin de hayatta kendine has bir numarası, özgün
bir varoluşu var. Oyunculuk eğitimi dengeli insan olma
takıntından kurtulman öğretiliyor. Mezun oluyorsun bu defa “Biraz
denge” diyorlar. Vallahi, ne istediklerini anlamıyorum!
Kime sizden bahsetsem ilk “Deli Gonca mı?” diyor. Gerçekten
deli misiniz?
İlkokuldan beri öyle diyorlar. Hareketliliğim, deli doluluğum, bir
şeylere tutkulu davranmam aileden geliyor. Gündelik hayatta
yaşananlar; ‘deli gibi öpüştük’, ‘deli gibi seviştik’, ‘deli gibi
oynadık’, ‘deli gibi sevdik’, ‘deli gibi çalıştık’ diye
tanımlanıyor. Her şeyi deli gibi yapmak varken, biri beni bunların
toplamı olarak tanımlıyorsa ne diyeyim? İçinde bulunduğum tutku
beni deli olarak gösteriyorsa bundan rahatsız olmam.
Nedir hayata karşı bu tutkunuzun sebebi?
Bu duruş aslında büyükbabanem Atike Hanım’dan geliyor. Onunla
yaşadığımız büyük bir aşktı. Cümbüş severdi. Çocukluğumda onun
küçücük evinin bahçesinde toplanırdık. Fasıl yapılır, mahalleye
konser verilirdi. Göçmenlik de var, espriyi aşırı severiz. Dedemin
lakabı ‘Avare İbo’ymuş… Sürekli ‘Avaramu’ söyleyerek gezdiği için.
Ayrıca Türkiye’ye ilk çift katlı otobüsü o getirmiş. Bütün saçmalık
ve komiklikler bizden çıkıyor yani.
AİLE İÇİ ŞİDDETE MARUZ KALDIĞIM OLDU
Okuldan deli diye atıldığınız doğru mu?
İlkokulda disiplin cezasına en çok giden kız bendim. Ama bu arada
atlettim, voleybolcuydum, tiyatro kolundaydım. Kültürel tarafı
tuttuğum için ortaokul ve lisede müdür ceza veremezdi. Müjdat Gezen
Sanat Merkezi’nde okurken ilk sene zor zamanlar geçirdim.
Anne ve babanızın ayrılması muydu bunun
sebebi?
Ben ortaokuldayken ayrıldılar. Annemle kaldım. Ama babacıyımdır.
“Aa bu boşanmış ailenin çocuğu” denmesi ağır bir şeydi. Bunlar
büyüdükçe ortaya çıkıyor.
Sizinle ilgili bilenen en büyük yanlış nedir?
‘Farklı olmaya çabalayan ve bu uğurda bazen şuursuz davranma
cesareti gösteren kadın’ kalıbı çok yanlış. Ama vardır bir
bildikleri...
Nedir bu ermişliğin sırrı…
Artık hiçbir şeyi yargılamamak gerektiğini öğrendim. Çok öfkeli bir
kız olduğum gerçeğini anlıyorum ama ben de ne diyebilirim ki... Zor
geçti. Sorsalar anlatırdım.
Soruyorum o zaman anlatsanıza…
Bunlar oyuncu olmak isteyen birilerine örnek olacaksa diye
söylüyorum: Korkunç bir maddi sıkıntının içinden geliyorum. Babam
memur. Annem ev kadını. Ailem dağıldı. Sonrası zor geçti. ‘Aliye’de
oynarken salı ve perşembeleri palyaçoluk yapıyordum. Aile içi
şiddete maruz kaldığım oldu. Modern ama hayatın tokadını yemiş bir
aileydik. İş hayatında yaşadığım aksilikler oldu. Oyuncu olmak
isteyenler böyle şeylerden korkmasın.
ÜÇ ÇOCUK ÖLÜMÜNÜ ARKA ARKAYA OKUSAM ANTİDEPRESANA
BAŞLIYORUM
Siyaset, Gezi’den sonra mı bu kadar ilgi alanınızda
oldu?
Siyaset hiçbir zaman ilgi alanım olmadı. Babam emekli asker. Dayım
yarbay, dedem astsubay, büyükamcam asker, anne tarafından Ali
Gaffar Okkan’la akrabalığımız var. Devletin sınırlarına ve
düşündüklerine karşı çıkmak bizim ailede çok yok. Benim babam "Her
şeyin fazlası zarardır", "Dur" falan diyen bir adam.
Ama siz pek durmadınız?
Benim için Gezi Parkı politik bir simge değildi. "Ağaçlar kesilsin,
kesilmesin"di, sonra siyasi bayraklar çekildi, konu başka yerlere
gitti. Bu konuyla ilgili konuşmak da taraf olmak oldu. Ben taraf
olduğumu söyleyemem. "Çocuklar ölmesin", "Kadın tecavüzü olmasın",
"Ağaçlar kesilmesin" diyen biriyim. Bu beni neden taraf yapsın?
Geri vitese mi taktınız biraz?
Böyle söyleyenleri görüyorum. Onlar ileri viteste ne görmüşler ki?
Zaten hiçbir zaman isim belirterek, kişisel hakarette bulunmadım.
Sosyal medya geriliminden uzak kalmak politik anlamda bir gericilik
değil. Eşim, ailem ve sülalemin sağlığı, mutluluğu için en mantıklı
şeyin bu olduğunu düşünüyorum. Eski fotoğraflara bakarsan karşıt
fikirler aynı masada oturup yemek yiyor. Şimdi niye yapamıyoruz?
Bunlar aile içi meseleler değil mi? "Ne oldu ya bize" deyip otursak
masaya, herkes karşılıklı ağlamayacak mı? Aile kavgalarında öyle
olmaz mı? Bu söylediklerimi de politik bir konuşma olarak algılama.
Mutluluğu hedeflediğim için böyle konuşuyorum.
ARTIK DERDİM; ÜÇ YEMEK TARİFİ DAHA ÖĞRENMEK
Ayağınız frende mi ama galiba artık…
Toplumsal duyarlılıklarımı ortaya koyarken kendimi unutmuşum. Ufak
çaplı kalp rahatsızlığım çıktı. Vasfiye Teyze karakterinden sonra
ses tellerimde nodül oluştu. Belimde ciddi bir deformasyon var.
Hayat bana artık “Ben seni anladım. Sen de beni ve kendini gör. Bu
kadar gerilme, üzülme” diyor. Üç çocuk ölümünü arka arkaya okusam,
antidepresana başlıyorum. Duyarlılıklarım çok. Dolayısıyla önce
kendim ve eşim için sağlıklı bir kadın olmalıyım. Derdim haberleri
açmak değil, üç tane daha yemek tarifi öğrenmek...
Umutlu musunuz?
Çok. Evlilik; umut verici bir psikolojiymiş. Dünyanın her yerinin
zor yanları var. Kanada’ya da Amerika’ya da gitsen hepsinin işçilik
mekanizmasında, yönetiminde illâ memnun olmayacağın şeyler
yaşayacaksın. Önemli olan içinde bulunduğun toplulukta her şeyi
hayal ettiğin şeye dönüştürmek. Sosyal medyada kızgın bir şey
yazmak devlete küfür etmek anlamına geliyorsa, ben çocuklara,
kadınlara yapılan tecavüzleri, bireysel haksızlıkları paylaşıyorum
ki aslında derdimizin ortak olduğu artık lütfen anlaşılsın. Bu
ayrımcılıkların ortadan kalkması için gerekli münasebetler
kurulsun. Artık Türkiye’de yaşamakla hava atalım.
90’LARDAKİ BÜTÜN DİZİLERDE ÇAY BAHÇESİNDE ARKADA BEN
VARIM
Bir süredir ekranda yoktunuz, şimdi ‘Bizans Oyunları’yla
beyazperdedesiniz... Ne anlatıyor filminiz?
Bir mozaik yapının, beyliğin içindeki ters düşümü olabilecek en
esprili dille anlatan bir film bu. Ben bu zıtlığın içinde biraz
negatif bir yeri temsil ediyorum. Ortaya ‘Klitorya’ isminde komik
bir kraliçe çıkıyor.
Gani Müjde hakkında klişeler dışında ne
anlatırsınız?
Onunla ilgili şöyle bir anımı anlatayım; liseye giderken çok
parasızlıktan ölüyordum. Figüranlık yapıyordum. 90’lardaki bütün
dizilerde çay bahçesinde arkada ben varımdır. Gani Müjde’nin evinde
çalışan bir kızla tanıştım, beni Gani Müjde’yle görüştürdü.
Görüşmeye giderken dizlerime kadar yağmura batmıştım. Adamcağız
ıslanan çoraplarımı kalorifere koymuştu. Bak, şimdi yıllar sonra
birlikteyiz.
ATTİLA’NIN BÜYÜK HAYRANIYIM
Magazinden çok çektiniz mi?
Birkaç sene önce politikayla özdeşleştirildiğim zamanlar çok
çektiğim dönemler oldu. Ama artık öyle değil. Düğünüme geldiler.
İçeriye aldık, muhabbet ettik.
“Bir günü magazincilerle geçirmek isterim” demişsiniz…
Neden?
Evet. Ama keşke bu ben tanınmadan önce olsaydı. Çünkü korkunç bir
hızları ve mesaileri var.
Kimi yakalamak isterdiniz?
Öyle bir şey söyleyemem ama ben en çok burnumu falan kaşırken
yakalanır mıyım diye korkarım.
Attila Özdemiroğlu ile yakınlığınıza gelelim. SİYAD ödüllerinde
ondan “Attila” diye bahsettiniz.
Hakkınızda aşk dedikoduları bile çıktı?
Attila, ‘abi’ ve ‘amca’ gibi şeyler söylememden hoşlanmaz, bu
yüzden “Attila” diyorum. Ben onun o kadar büyük hayranıyım ki… Onun
unuttuğu kayıtları karşısına çıkararak ve onu şaşırtmaya çalışarak
onun hayatında yer aldım. Arkadaş oldum. Akabinde kemoterapi süreci
başladı. Hastanede bir arada bulunduk. Sonra eşi Hepgül Hanım’la
dostluğum başladı. Hatta ben taşınırken tadilat sırasında bir hafta
onlarda yaşadım. Aile gibiyiz. En büyük hayalim düğünün onların
yanında olmasıydı. O yüzden dönünce onlarda öyle bir kutlama
yaptık. (HÜRRİYET)