Asıl bundan sonra ne olacak? CHP “ricacı” pozisyondan kurtulabilecek mi?
Medyaradar siyaset analisti Atilla Akar, Recep Tayyip Erdoğan – Özgür Özel görüşmesi sonrası ilişkinin nasıl bir boyut kazanabileceğini tartıştı…
Efendim: gündem gene Recep Tayyip Erdoğan – Özgür Özel görüşmesine kilitlendi. Fark bu kez “İade-i ziyaret” kapsamında olmasıydı. Recep Tayyip Erdoğan 18 yıl sonra bir kez daha CHP Genel Merkezi’nin kapısından içeri girmiş oluyordu. Sırf bu sürenin uzunluğu bile bugünkü ziyareti ayrıca anlamlı kılıyordu. Ancak her ne olursa olsun, AK Parti cenahının “yumuşama” dediği, CHP tarafının ile “Normalleşme” olarak andığı süreçte yeni bir adım demekti. Türkiye hırpalayıcı kutuplaşmadan çok çekmişti. Fazlasına gerek yoktu!..
Kafamda bazı çekinceler, sorular hatta şüpheler olmakla birlikte baştan beri bu arayışı bende olumlu buldum. Didişmeye son vermeye çalışmanın en makul yol olduğuna kanaat getirdim. Öte yandan sorgulayıcı bakışı da elden bırakmamak gerektiğine inandım. Gerisini zaman gösterecek!..
Bundan Sonra Ne Olacak?..
Buraya kadar her şey güzel. Çaylar kahveler içilmiş, sohbetler edilmiş, fikir ve görüşler dile getirilmiş ve çıkışta iki liderinde yüzlerindeki gülümsemeye bakılırsa her şey “Olumlu” geçmiş görünüyor. (Ayrıca gene hediyeleşmişler. Erdoğan Özel’e Türkiye’nin muhtelif bölgelerinden zeytinyağı, çifte kavrulmuş lokum Namık Tan’a ise özel kutuda fincan takımı hediye etmiş bulunuyor. Özgür Özel ise Paşabahçe’nin “Gururla” koleksiyonundan “Payidar Gondol” isimli parçayı vermiş.) Bu anlamda görüşmeden sürece dair bir “aksama” olduğu anlamı çıkmıyor şu ana kadar.
Peki “İade-i ziyaret” de yapıldığına göre her şey bitti mi? Hayır! Tam tersine “Yeni başlıyor” bile diyebilirim. Artık öyle bir noktadayız ki, atılacak geri bir adım ülkeyi daha fazla gerer ve kamplaştırır. O halde bundan sonraki “basamak” ne olacaktır? İleride hangi “yeni köprüler” kurulabilir? Bu birazda gösterilecek çabaya bağlı.
Sözcülerin Açıklamaları!..
Şu an her şey karşılıklı elense çekmeler düzeyinde yürüyor gibi. Taraflar birbirlerine tespit ettikleri kimi gündem maddelerini taşıyorlar. İlk görüşmedekiler belli. Şimdi ise AK Parti sözcüsü Ömer Çelik’e göre uzlaşmanın önemi vurgulanarak, görüşmenin satır başları yeni anayasa çalışmaları ve ekonomi öncelikli gündemi oluşturmuş bulunuyorlar. (Burada belki de en ilginç izah “Sayın Cumhurbaşkanımız arzu edildiği takdirde CHP tarafından Maliye ve Hazine Bakanımız Mehmet Şimşek Beyin istenildiği zaman bilgi verebileceğini ifade etmişlerdir.” denmesiydi.) Ayrıca tarım, eğitim gibi konularında konuşulduğu anlaşılıyor.
Tam bu noktada diğer dikkat çekici yan her iki partinin dış politikada işbirliği yapmasının önemine vurgu yapılmasıydı. Burada belki de CHP’nin Sosyalist Enternasyonal üyeliğinden hareketle artı bir beklenti oluşmasıydı. Bilhassa Avrupa’da İslam düşmanı, aşırı sağ, popülist partilerin yükselişi ve “Avrupa’nın meydan okumaları” sonrasına dair bir kaygı dile getirilmekteydi. İlginçtir, Ömer Çelik’in söylemi adeta sol bir söylem gibiydi. “Avrupa’daki faşist dalgaya karşı” şeklinde!..
Neyse, CHP Sözcüsü Deniz Yücel’in açıklamaları bazı noktalarda Ömer Çelik’ten farklı görünüyordu. Diyalog kanalının açık tutulması üzerine mutabakata gönderme yapılmakla birlikte ekonomi konusunda farklı düşünüldüğüne vurgu yapılıyordu. İlaveten Gezi, Sinan Ateş, Şenyaşar ve kayyum konusundaki endişelerinin aktarıldığı, ilaveten asgari ücret, emekli maaşı, öğretmen atamaları, belediyelerde bekleyen projeler, Kıbrıs ziyareti, Gölge Bakanlar Kurulu konularına da değinildiği anlaşılıyordu.
CHP, AK Parti’nin Rehabilitasyonu Misyonuna mı Soyundu?..
Aslında bütün bu maddeler, gidip gelmelere birer “Atıştırmalık çerez” ya da antreman alıştırmaları gözüyle bakılabilir. Lakin burada CHP açısından bir sıkıntı var gibi. CHP bu süreçte daha çok AK Parti’ye bir kısmı yerinde taleplerle gidiyor. AK Parti’ye kendinden çok “toplum adına” birtakım isteklerde bulunuyor. Bu yönde telkin ve tavsiyelerde bulunmaya çalışıyor. Ama haklı ama haksız öneriler getiriyor. AK Parti’nin geçmiş aşırılıklarını kendince frenlemeye, belli bir çizgiye çekmeye çalışıyor. Hatta bu taleplerini kabul ettirdiği oranda (28 Şubatçı hapisteki askerler gibi) kendine bir alanda açmaya çalışıyor.
Fakat aynı zamanda burada bir “Tuhaflık” da var. Ki, CHP içinde de hassasiyet ve eleştiri konusu olduğu söyleniyor. O da şu: CHP, bir siyasi partidir. Sivil toplum örgütü değil. Sürekli hükümetin önüne kimi taleplerle gelen sendika değil. CHP, kendine böyle bir “rol” biçemez. Ancak şartlar ve zorunluluklar gereği şu an buna mecbur kalmış görünüyor. Lakin sürekli adeta bir “toplum sendikası” gibi sürekli hükümetin önüne bazı taleplerle gidip, onların takipçisi olamaz. Hatta bu bakıştaki kimileri “CHP’nin AK Parti’yi tedavi etmek, yola getirmek gibi bir misyonu yoktur” bile diyebiliyor.
Bu İmaj Süreçte CHP’yi Yıpratır mı?..
Hatta -şu aşamada olmasa bile- böylesi bir imajın oluşması kısa vadede CHP’yi sürekli AK Parti’den bir şeyler “dilenen” ya da dikte etmeye çalışan bir görünüme büründürebileceği bile söylenebilir. Sürekli “ricacılık” ya da “daimi talepkârlık” hali aslında şu an birinci parti olan CHP’yi AK parti karşısında ikinci plana düşüreceği, otorite sorunu yaratacağı, CHP’yi iktidar iddiasındaki bir partiden çok “Aracı parti” durumuna sokacağı dahi söylenebilir. AK Parti’ye ise yeniden bir güç atfedeceği düşünülebilir. Diğer yandan fiili gerçek ise merkezi iktidar onlar. İster dikkate al ister alma. Yok sayıldı da ne oldu?
Ne var ki zaten başka yolu da yok görünüyor. Diğeri CHP’yi tekrar çatışmacı siyaset içine sokar ve süreç sekteye uğrar. Bunu isteyenlerde olabilir. (Kılıçdaroğlu cenahı ve CHP’deki malum bir ekip!) Lakin bu yol –şimdilik- denenmek zorunda görünüyor. Bazı noktalar alışılageldik CHP çizgisine ters görünse bile!..
12. 06. 2024