''AŞIK OLUNCA CİLVE YAPMAYI, FİNGİRDEŞMEYİ SEVİYORUM!''
CNN Türk ekranlarının vazgeçilmezi bayan kahkaha Saba Tümer Medyaradar'ın usta röportajcısı Yüksel Şengül'e konuştu.
Bazıları “Ne bu ya, sürekli gülüyor” diyerek eleştirse de Saba Tümer’in gülücükleriyle günün gam ve kasvetini ekran önünde atanların sayısı hiç de az değil. Doğrusunu isterseniz Bebek’teki deniz kıyısı cafelerinden birinde liseli aşıklar gibi buluştuğumuz gün (Paparazzilere yakalanmamış olmamız büyük bir şans!) onun gülen yüzü bana da iyi geldi. Çevremde ‘Deli mi ne!’ diyenler çoğalsa da hala inatla gülmeye devam ediyorum. Dilerim bu röportaj siz Medyaradar okurlarının da yüzünü güldürür...
Öncelikle geçmiş olsun diyelim, galiba bir alerjik olay yaşadın...
Bütün vücudum kabardı.
Açık tenli oluşunun getirdiği bir şey olsa gerek.
Hayır, yok öyle bir şey.
Neden ve neye alerjin var?
Bilmiyorum neye alerjim olduğunu. Bir ilaç almıştım, belki o yüzden... Bir de program bandını çöpe atmak zorunda kaldım ya, o da olabilir. Hem sıkıntı hem ilaç aynı zamana denk geldi. Bir şekilde kabarma oldu işte.
O çöpe giden bandı konuşalım o zaman...
Teknik sorunlar yüzünden, görüntüler iyi de ses yoktu....
Kim ya da kimler konuk olmuştu o çöpe giden programa?
12 Dev Adam, hem de eşleriyle birlikte…
Peki, bugüne kadar böyle bir olay yaşamadınız mı hiç? Vücudunuzu kabartacak kadar niye kaptırıyorsunuz kendinizi?
Kendimi kaptırıyorum, çünkü programların başları ve sonları çok önemlidir. Aşk gibi bu… Programların da aşkların da başlangıç ve sonlar hep sancılı olur...
Ortası önemli değil mi!
Yani ortası o kadar önemli değil ve bir şekilde geçiyor ama başı ve sonu çok zor ve önemli. 12 Dev Adam da Dünya Basketbol Turnuvası’nda ikinci olunca onları programıma konuk almayı çok istedim. Sezona başladığım ilk programımın herkesten değişik olmasını istiyordum. Üstelik eşleriyle birlikte geldiler. Öyle bir hale gelmiştim ki o süreçte, kafam basketbol topu gibi olmuştu. Onunla konuş bununla konuş, izinler almaya çalış, her şeyi kendim ayarladım çünkü. Takım olarak ‘29’da kutlama partisi yapıyorlardı. Gittim adamların partisinin ortasına masamı koydurdum. Her şey çok güzeldi.
Ne kadar muhteşem... Keşke ekrana gelseydi bütün bunlar...
(Bir anda hüzünleniyor) N’olur hatırlatmayın, ağlayacağım şimdi. Aklıma geldikçe fena oluyorum.
Aman tekrar alerji olmayın da!
Cildim şimdi de kabarmaya başlarmışım (Gülüyor). Kayıt sırasında, seste problem var mı diye dört kere de sordum. Çünkü müzik sesi de geliyordu. İçime doğmuş gibi tam dört kere sordum. Üstelik benim işim değil sesi sormak. ‘Bir problem yok, kameralar da gayet güzel kaydediyor’ dediler. Ertesi gün hemen izlemek istedim ama bir ses seda çıkmadı. Alttaki müzik sesini temizleyeceklerdi. Sezonun ilk programına bantla girmek de içime sinmediği için Beyaz’ı aradım. Onunla başladım sezona. Bu arada 12 Dev Adam programıyla ses seda gene yok. En son cuma günü akşamüstü aradılar ve ‘Hiç ses yok, üzgünüz’ dediler. Sadece dört dakikalık bir görüntünün sesi var, o kadar. Eften püften konulardan konuştuğumuz bir kısımdı o kurtulanlar. Ayıp olmasın diye ondan bir VTR yaptık ve girdik. O sıralarda güneş lekesiyle ilgili bir ilaç almıştım. Salı günü öğlen saatlerinde bir baktım cildim kabarmaya başladı. Vücudumda müthiş bir sıcaklık… Doğru hastaneye... Bir serum yedim, kabarmalarım hemen indi. Ama hala antihistaminik alıyorum.
Sana o zaman geçmiş olsun diyorum...
Teşekkür ederim... Nazara geldim diyelim (Gülüyor)...
Mavi boncuğun yok mu?
Yok, galiba... (Boynundaki kolyeleriyle, bileklerindeki takılara bakıyor.)
Bir sonraki buluşmamızda mavi boncuğu ben takacağım Saba Tümer’e. Göze gelirsin, nazar değer... Gençsin, güzelsin, çekicisin, sarışınsın ve üstelik İzmirlisin…
(Gülüyor). Artık son zamanlarda İzmirli denince sanki çok havalıymışsın gibi algılanıyor.
Konuklarınla aranda her zaman bir sıcaklık, yakınlık ve samimiyet kuruyorsun. Bu samimi ortam izleyiciler üzerinde de bir rahatlama oluşturuyor. Peki, bu atmosfer kendiliğinden mi oluştu, yoksa baştan beri bilinçli olarak mı kahkahalı konsept hazırladın?
Kahkahalı bir konsept hazırlamadım. O, çıktı ortaya. Kendiliğinden...
Kendiliğinden…
Kendiliğinden, evet. Daha önce Show TV’de bu programı yaparken, ki program orada başlamıştı. Başta haberler yer alıyordu, ardından konuk ağırlıyordum. Yine kahkaha vardı ama başında haberler var diye biraz daha durağan, biraz daha ağırbaşlıydı. Kendimi bu kadar koyvermiyordum, tutuyordum. Derken, programıma Okan Bayülgen konuk olarak geldi. Bana dedi ki; ‘Gülerken, bir anda ciddileşen bir tek seni gördüm. Çok güzel gülüyorsun, rahat rahat gülsene, devam etmelisin’. Zaten sonra da, ‘Haber Makinesi’ programından teklif geldi. Geçende programına katıldım ve Okan sen bana gül demiştin gülüyorum diye hatırlatınca, ‘Yahu gül dedim ama bu kadar da değil’ dedi (Birlikte gülüyoruz). Zaten ben güleç bir insanım. Başlarda insanlar, televizyonda gülünmesini sanki çok ayıp bir şeymiş gibi yadırgadılar. Sonunda alıştılar.
Toplum olarak çok fazla gülene tepki gösteriyoruz. Oysa gülmek güzel bir şey...
Gülmek bence de çok güzel. Artık kahkaha yogaları çıktı. İnsanların bir şekilde mutlu olmaları, gülmeleri gerekiyor. Bu demek değil ki her gülen mutlu, işleri yolunda... Değil ama gülmek en azından sıkıntıları azaltır. Benim bir elim yağda bir elim balda değil ki. Ama adeta mutluluk böceği gibi sürekli serotonin salgılıyorum (Birlikte gülüyoruz) Hatta bir de haber çıkmıştı; günde on dakika gülünce 300 kalori mi ne veriyormuşsun. Gazetede bunu okuyunca palavracılar dedim içimden, şayet öyle olsaydı benim şimdiye kadar incecik olmam gerekirdi. Haberi okuduktan birkaç gün sonra bizim Erdoğan Aktaş’ı gördüm. ‘Sana geçirdik gördün mü?’ dedi. Ayol bir sen geçirmemiştin, ne geçirdiniz dedim. Aynı anda aynı şeyi düşünmüşüz. Onlar da bu konuyu haber yapmış ve ‘Öyle olsaydı Saba Tümer incecik olurdu’ diye yazmışlar. Ayy sinirim bozuk olunca dilime vuruyor, çok konuşuyorum (Gülüyor) Evet, kahkahalarım başlayınca program çok ilgi çekti. İnsanlar da merak etti. Bayan kahkaha olarak kabul edildim.
Programda komik bir şey olunca gülüyorsun. Ancak sinir bozucu bir şey olduğu zaman da seni gülerken görebiliyoruz. Yanılıyor muyum?
Hayır, doğru gözlemlemişsiniz. Gülüyorum.
Ne kadar güzel bir şey keşke hepimiz bunu yapabilsek.
Ama o sinir gülmesi. Yani gülmelerin arasında fark var. Neşeli kahkahalar, sinirli kahkahalar, eleştirel kahkahalar...
Duygularımı karşı tarafa hissettiriyorum diyorsun.
Artık izleyiciler de tahmin ediyorum ki gerçekten ya da sinirden güldüğüm zamanı anlıyorlar. Mesela bir konuk ben çok gülüyorum diye fıkra anlatıyor, ama fıkra kötü çıkabiliyor ve ben gülmüyorum. (Sahte bir gülüş atıyor Saba Tümer) O anda aynen bu şekilde gülüyorum.
Aslında o kahkahaların da programda bir dili var demek ki...
Evet, kesinlikle...
Saba Tümer’in kahkahalarının da mesajı var, ne güzel!
Evet, kahkahalarımın bir mesajı var. Mesela çok acayip bir örnek olacak ama aklıma bu geldi. Köpekler de öyledir ya. Köpeğin havlamasının tonları da değişiktir. Mesela tuvaleti geldiği zaman farklı havlar, açken ya da sinirli olduğu zaman daha farklı. Kendimi köpek yapmış gibi oldum. (Birlikte gülüyoruz).
Estağfurullah! Aslında hepimiz canlıyız. İnsan da bakıldığı zaman en ilkel hayvandır.
Bazen sinirden, bazen gerçekten gülüyorum. Bazen de ayıp olmasın diye gülüyorum. Bunlar oluyor ama genelde gerçekten gülüyorum.
Güleç yüzlü olduğu için Saba Tümer’i istismar etmeye kalkanlar oluyor mu?
Haber sunduğum dönemlerde insanlar çok fazla yanıma gelip ‘Ah canım!’ diyerek sarılmaca ve öpmece tarzı hareketler yapmıyorlardı. Ama şimdi mesela çok rahat bir şekilde geliyorlar. Gelmelerinden de çok hoşnutum… Ama bazıları samimiyet ile laubalilik arasındaki ince çizgiyi tutturmayı beceremiyorlar. Fotoğraf çektirmek isterken pat diye kolunu omuzuma atıveriyor. Ben de tanında ve sert bir şekilde kolunu omuzumdan çeker misin diyorum.
Bu hep gülüyor nasılsa, rahat hareket eder diye düşünüyor olabilirler mi?
Belki ondan, bilmiyorum. Ama bakınca çok çirkin bir şey. Ben kalkıp da… Hani el sıkışmak ve tokalaşmak evet ama birisine niye sarılasın ki! Zaten ben öyle sarılmayı seven bir insan değilim.
Nasıl yani, sevgiline sarılmıyor musun?
Sevgili başka, tanımadığım birinden söz ediyorum…
Yani ben de tanımadığım insanlara sarılmam tabii...
Ya da arkadaşıma diyeyim, ben çok öyle sarmaş dolaş bir tip değilim.
Yani samimi bir arkadaşın bile olsa sarılmaz mısın?
Candan arkadaşıma nasılsın hayatım deyip sarılırım. Yeğenime, sevgilime sarılırım. Ama ben sarılmalıyım, bana sarılmalarını hiç sevmem.
İlginç... Bana sarılmasınlar, sarılacaksam ben sarılırım diyorsun...
Evet (gülüyor)...
Bugüne kadar kaç program yaptın, saydın mı bölümleri?
Saymadım (Düşünüyor)... Show TV’de yaptıklarımı saymazsak, Habertürk’te 200’ü geçtim. Hatta 200’üncü programı Mart ayında partiyle kutlamıştık. Toplamı 400- 500 falan oldu herhalde.
Maşallah!
Maşallah, Allaha şükür.
Geriye dönüp o programlara baktığın zaman hangi bölümleri kesmek isterdin? Keşke o bölümü aradan çıkarsaydık dediğin bir iş oldu mu?
Geçen sene yaptığım yılbaşı programı var. Işık, organizasyon, dekor gibi sorunlar oldu. Ben o programı yapmış olmayı kendime yakıştıramadım. Ben yılbaşı gecesi, önce kardeşime yemeğe gittim. Oradan da bir arkadaşıma partiye gidecektim. Kanalı açtım ve programı gördüm. Gördüğüm an mideme bir sancı saplandı. Işık, dekor tam rezaletti. Bütün bir yılbaşı gecesini mide ilacı ile geçirmek zorunda kaldım.
Program biraz aksayınca sağlığın gidiyor. Değer mi hiç!
Gerçekten çok kötüydü, fenaydı yani. Hatırlamak bile istemiyorum. Fazla detaya girmeye gerek yok.
Bugüne kadar RTÜK’ten uyarı ya da ceza aldın mı hiç?
Aldım, evet...
Mantıklı bir nedenden mi geldi bu uyarı ya da ceza?
Programıma Didem Erol gelmişti ve onun söylediği bir söz yüzünden uyarı almıştım. Ama neydi tam olarak hatırlamıyorum şimdi. Süt sağmakla ilgili bir söz söylemişti galiba. Hatırlayamadım ama çok komikti.
(O hatırlamadı ama ben araştırdım ve programdaki o ilginç diyalogları buldum. Buyrun okuyun:
Didem: Şimdi erkekler de uyandı kardeşim. Diyorlar ki biz bedava süt alıyorsak ineği niye satın alalım. Öyle de bir durum var. O yüzden arada süt vermeyi keseceksin.
Saba: Didem, çok komik kadınsın sen.
Didem: Arada bir görüneceksin, arada bir süt vereceksin, o süte bağımlı hale getireceksin ki, onu çektiğin zaman adam ’Allah Allah’ diye kalacak böyle.)
Sohbet sırasında RTÜK’ü düşünür müsün ya da aman RTÜK kızmasın diye dikkat ettiğin olur mu?
Bir konuk kalkıp da herhangi bir şekilde marka ismi verince sorun oluyor. O şekilde isim geçirmek reklâma girdiği için yasak oluyor ve onu düşünüyoruz, dikkat ediyoruz. Ama yani normal bir sohbet içerisinde ‘Aman o ne der’ diye düşünürsen, zaten hiçbir şey konuşmamak gerekiyor.
En yüksek reytingi hangi konuk ya da hangi konukların aldı?
Son dönemlerde en yüksek reytingi, hafıza ve hafızayı güçlendirme üzerine gelen hafıza uzmanları konuklarımız aldı. Beyaz aldı. Habertürk döneminde Ahmet Maranki almıştı. Enteresandır, yüksek reytingleri genelde noname (isimsiz) kişiler alıyor. Mesela, hafıza tekniği ile ilgili gelen bir konuğum, astrolog konuğum, Pin Kodu ile ilgili yabancı bir konuk almıştım. Onlar yüksek reyting almışlardı. O isimler, benim diyen celebritynin (ünlü) alamadığı reytingi alıyorlar. Celebrityler arasında son dönemlerde en çok reytingi alan Beyaz oldu.
Programının kamera arkası ve önünü bir kitap haline dönüştürüp, anılarınla süslemeyi düşünüyor musun?
Evet, bazen düşünüyorum. Fakat onu kim deşifre edecek diye de düşünüyorum (gülüyor). Ben yapı olarak; yapılanı yapmayı, tekrar etmeyi seven bir tip değilim.
Söz uçuyor, yazı kalıyor...
Doğru, haklısınız. Böyle bir şey yaptığım takdirde kitabın arkasına bir şeyler yazarsınız değil mi?
Memnuniyetle… Peki, Saba Tümer kendine rakip ya da rakipler görüyor mu? Televizyon dünyasının vahşi bir yanı da var.
Vahşi yanı var tabi ki, muhakkak var. Ama ben, farklı ve değişik bir enerjim olduğunu düşünüyorum.
O vahşeti gülümseyerek, kahkahalarınızla yumuşatıyorsun...
Benim formatım tek kaldı... Kıskançlıklara girmeyi de sevmiyorum. Benden bir tane var. İkisi şu anda bu memlekete fazla gelir zaten (gülüyor).
Mesela, Beyaz ve Okan’la seni kıyaslayanlar oldu
Onların tarzı ile benim tarzım çok farklı. Benzeştiğimiz yerler de var ama farklı olduğumuz yerler de var. Beyaz zaten haftada bir gün yapıyor. Benim daha aktüalite ağırlıklı, onunki daha celebritye dayanan program. Tarzlarımız değişik. Ben de haftada bir gün aynı yayın saatinde yapıyor olsaydım, evet dedikleriniz doğru olabilirdi. Ama değil...
Gündüz programları ya da gündüz kuşağında yayınlanan kadın programlarını izleyebiliyor musun? Onlarla ilgili neler söylemek istersin?
Hiç zamanım olmuyor. Çünkü yatak odamda televizyon yok.
Neden yok?
İstemedim. O an için takılıp kalıyorsun ve seni uykusuz bırakıyor. Zaten program saatlerim yüzünden uykusuz kalıyorum. Bir de ona takılırsam… Onun için de sabah, daha doğrusu öğlen vakti yataktan kalkınca hemen salona çıkan tiplerden de değilim. Çayımı demlerim, yatağın başucuna koyarım. Gazetelerimi öyle okurum. Yatak keyfi yapmayı severim, bunu yapmadan dışarı çıkacak olursam, geç uyanırsam ve randevum da varsa kimse yanıma uğramasın.
Televizyon izlemiyor musun?
Gündüz televizyon açamıyorum, televizyona misafirliğe gittiğim zamanlarda bakabiliyorum. Herkes bu kadın programlarını çok eleştiriyor ama ben içinde emek bulunan her şeyi seviyorum. Oradaki emek eleştirilemez. O programlarda sadece ekran önünde olan kişi çalışmıyor. Set işçisi, asistanı, çay getiren adamı… O yüzden kalkıp da bir eleştiri yapmayı doğru bulmuyorum. Evet, keşke herkes çok daha kaliteli ve düzgün işler yapsa.
Dizilerden beğendiklerin var mı? İzlemek için sabırsızlandığın...
‘Aşk-ı Memnu’nun son bölümlerini izledim. Hiç seyretmiyordum. Çünkü diziler bağımlılık yapıyor. Bir de zamanında ‘Asmalı Konağı’ seyrederdim. Genelde seyretmiyorum, seyredip seyredip bırakıyorum. Bir baktım etrafımda herkes ‘Aşk-ı Memnu’ diye anlatıyor. Sonra bitmeden birkaç hafta önce bir bölümünü izledim. Enteresan bir şekilde dokundu bana. Bazı şeyleri özdeşleştirdim. Bir baktım ki her hafta program çekimine ‘Aşk-ı Memnu’yu izlemek için erken gidiyorum. Odada kızlarla birlikte oturup izliyoruz. Ve o günler saçıma fön çekilmiyordu. Yapılacaksa da reklâm arasındaki son kısımda çekiliyordu ki, fön sesinden dizinin sesini duymamazlık olmasın. Maşa yaptırıyordum (gülüyor).
Son bölüm sizi ağlattı mı?
Son bölümden bir bölüm önce ağlamıştım. Son bölümde o kadar etkilenmedim. Bir de son bölüm yayın saatime denk geldi. Ben son bölümünü kendim yayındayken takip ettim.
Ağladığın bölümde sana dokunan ne oldu?
Kızın annesine, ‘Beni kurtar’ diyerek ağladığı bir sahne vardı ya o çok müthiş bir sahneydi. Beren Saat’in Nebahat Çehre’ye ağlayarak yalvardığı sahne, çok çaresizdi çünkü.
Şu anda var mı izlediğin dizi? Mesela, ‘Fatmagül’ün Suçu Ne?’ hakkında ne düşünüyorsun?
Onun ilk bölümünü izledim ve beğendim. Bende gerçekten merak uyandırdı. Hatta ‘Yine işe erken gelecek misin?’ dediler. (gülüyor) Gelmeyeyim dedim. Çünkü takılı kalıyorsun ve onu merak etmek sinir bozucu bir hal alıyor. O yüzden şimdi konuya vakıfım. Ne oldu diye soruyorum ve anlatıyorlar.
Hülya Avşar’ın oynadığı ‘Fatmagül’ün Suçu Ne?’ filmini izlemiş miydin?
İzlememiştim.
Biliyorsun tecavüz sahnesi çok konuşuldu...
Evet, çok konuşuldu.
Bütün dizi unutuldu bir tek o sahne gündeme geldi…
Bir tek o sahne memleket meselesi oldu zaten.
Herkes hala onu konuşuyor... Böyle bir şey ‘Aşk-ı Memnu’da da bir yastık olayıyla gündeme gelmişti.
Seks satıyor Yüksel Bey (gülüyor)... Ne diyeyim şimdi.
Bir filmin otuz saniyesi sevişme sahnesi olursa, her şeyin önüne geçiyor ve oyuncular da haklı olarak çok kızıyorlar...
Ama o da güzel bir şey, en azından ortaya bir şey çıkıyor. Hiç ses getirmemek de var, en azından bir ses getiriyorlar. Zaten bu işler de onun için yapılıyor.
Programını izleyenlerden bazıları, konuklardan çok Saba Tümer’e odaklanıyor...
Bana mı, neden o?
Çünkü konuktan daha çok izleniyorsun...
Galiba ne yapacağım, ne pot kıracağım diye merak edip izliyor olabilirler. Özellikle son zamanlarda (gülüyor)...
Estağfurullah ama son zamanlarda sanki böyle bir şey oluştu?
Özel bir çabam yok. Hatta zaman zaman ekranda ağzımdan argo bir sözcük çıkmasın diye kendimi tutmak zorunda da kalıyorum. Beyaz’la da onu konuştuk. İki buçuk ay tatilsin rahat rahat her türlü şeyi konuşuyorsun. Tatil dönüşü bu rahatlıkla ağzından bazı çirkin laflar kaçabilir...
Erotizm seks çok iş yapıyor dedik. Seyirciyi en çok cezbeden ne oluyor peki, komedi, seks, dram, gözyaşı… Hangisi?
Hımmm (uzunca süre düşünüyor)... Cinselliğin konuşulması genelde iş yapıyor. Haydar Dümen’in kitap tirajlarına bakabilirsiniz. Seksle ilgili kitaplar da çok satıyor. Çünkü gerçekten çok fazla ve net bir şekilde konuşulamıyor bu konular. Ne kadar konuşursan konuş daha bir sıkışıp kalıyorsun. Fıkralarımız bile genellikle cinsellikle ilgili oluyor. O yüzden bir şekilde merak uyandırıyor. Normalde erkek erkeğe ya da eşleriyle birlikte bile otursalar, muhakkak cinsel bir espri yapılır ve o konulara girilir.
Belki de toplum olarak yıllardır yıkılamayan tabuların getirdiği bir baskı var ortada...
Aynen öyle. Yurtdışında da böyle olduğunu zannediyorum. Cinsellik iş yapıyor. Mini etekli, göğüs dekolteli bir kadın ya da yakışıklı bir adam dikkat çekiyor. Şimdi erkekler de baklava kaslı halleriyle ve düşük belli pantolonlarla verdikleri pozlarla dikkat çekiyor. Seks satıyor.
Biz hep gülen Saba Tümer’i izliyoruz. Kahkahalarıyla keyifleniyoruz. Peki, genelde kamera arkasında da hep böyle güler misin, yoksa parçalı bulutlu olduğun zamanlar var mıdır?
Ben aslında parçalı bulutluyum. Hep böyle kahkaha atmıyorum. Na var ki, hiç olmayacak bir şeye de gülebiliyorum.
Nasıl yani...
Hiç olmayacak bir şeye gülebiliyorum. Bunun sinir bozucu olduğunu da biliyorum ama bir şeye takılıp gülebiliyorum. Mesela aynı şeye birkaç gün üst üste aklıma geldikçe güldüğüm oluyor. O belki de ruh durumumu değiştirmek için kendi kendime geliştirdiğim bir mekanizma da olabilir. Bu durum ruh halimle de değişiyor ama normalde yürüyen kahkaha değilim (gülüyor).
Allah ağlatmasın diyoruz ama en son ne zaman ve niçin ağlamıştın?
Geçtiğimiz günlerde, dekorum yüzünden yaşadığım sinir bozukluğundan ağladım.
Dekor dışında...
Bir röportajda, annemle ilgili sorulan bir soru yüzünden ağladım. Yakın zaman önce ise Seda Sayan’ın ilk programına çıkmıştım orada ağladım.
Kızdığın, öfkelendiğin anlar oluyor mu? Bu anlarda ne yaparsın?
Ooo, bağırırım.
Bir şeyleri kırıp döker misin?
Kırıp dökmem yok. Bir kere, bir erkek arkadaşıma televizyon kumandası atmışlığım var. Nasıl attığımı da anlamadım. Kumanda bir an için elimdeydi, sonrasında onun kafasındaydı.
Bir şey olmadı inşallah...
Kumandaya mı! (birlikte gülüyoruz) Yok, kafasına bir şey olmadı. Zaten o kadar hızlı atmadım. Kızınca cam çerçeve indirmem, masanın üzerindeki şeyleri atarım. Bir anda parlarım, kızarım, bağırırım ve bir anda da hiçbir şey olmamış gibi sönerim. Söndükten sonra haksız olduğumu anlarsam da özür dilerim.
Aslında bu çok güzel bir erdem. Keşke herkes sizin gibi davransa ve özür dilemesini bilse...
Ama o parladığım zamanlarda ağzımdan çıkanları duymak pek hoş değil. En son söylenecek şeyi en başta söyleyerek ben konuyu bitiriyorum. (gülüyor) Yormuyorum kendimi. Sonra da nasıl temizlerim diye uğraşıyorum.
Gaflarında da meşhursun... Okan Bayülgen’in programındaki gaf ciddi bir şekilde soru işaretleri uyandırdı. Saba Tümer, hakikaten bilmeden mi konuştu?
Vibratörlü sandalye o dedim. Zaten programda tarif de ediyorum. Böyle kayık gibi bir çocuk sandalyesi diyorum. Benim yeğenimde de vardı, öyle titreşmeye başlıyor. İşte vibrasyon diyeceğime… (gülüyor) Ve ben hiç farkında değildim vibratör dediğimin. Neden Okan bağırıyor, konuyu değiştirmeye çalışıyor diye düşünüyorum ve üzerine gidiyorum hala. Evet diyorum, titreşiyor diye tarif etmeye devam ediyorum. Bir saat sonra fark ettim durumu ve ben neden vibratör dedim diye sordum kendi kendime. Aslında vibratör, vibrasyon yapan şey anlamında kullanılmıyor mu!
Ama bu kelime ile akla başka şeyler geliyor...
Ee ama işte o dediğimiz insanların aklına geliyor (gülüyor). Herkes neden bu kadar çok biliyor, o da bir soru (gülüyor). Neden benim ağzımdan yanlış çıktığını değil onu sorgulamalı yani (gülüyor)...
Hatırladığın, unutamadığın başka gafların var mı?
Var, bazen programda da gaflar yapıyorum. Haber sunduğum dönemde çok oluyordu. Ama bu Okan’daki cinsel içerikli ilk gafım (gülüyor). Ya da kişilerde cinsellik çağrıştıran demek daha doğru olur.
Yıllar öncesine dönelim şimdi de... Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü’nü bitirmeye çalışıyorsun ve rahmetli anneciğin televizyoncu olmanı istemiyor...
Üniversiteyi bitirmeden İstanbul’a gelmemi istemiyordu. ‘Bir altın bileziğin olsun ondan sonra git’ diyordu.
Sky TV’den sanırım o sırada bir teklif geldi
Okul bitmemişti, orada diksiyon dersleri almaya başladım. Aslında okul bitmemişti dediğim o zamanlar benim tek bir dersim kalmıştı. Sosyal politika dersinden geçemiyordum. Ama zaten Sky TV’ye girdiğimin ikinci haftasında annem vefat etti ve ben bir daha gitmedim. O yaz o şekilde geçti. Sonra yaz sonunda SKY’da çalışmaya başladım. Derken baktım ki o dersten de geçemeyeceğim. Dava açtım ve mahkeme kararı ile mezun oldum.
Yani sosyal politike dersinden mahkeme kararı ile mi geçtin?
Evet, öyle oldu (gülüyor).
İnanmıyorum!
Evet, mahkeme iki sene, belki daha fazla sürdü. Sınav kâğıdımı mahkemeye verdim. Oranın belirlediği heyet hocanın 40 puan verdiği kâğıda 90 puan verdi.
Hoca Saba Tümer’e takmış demek ki!
O herkese takıktı, belki yaşama takıktı, bilmiyorum. Ama onda, belirtiniz tanımlayınız kavramlarına karşı bir hassasiyet vardı. Belirtiniz dediğinde farklı cevap, tanımlayınız dediğinde farklı cevap olacakmış. Ben zaten ne biliyorsam yazıyordum. İster belirtiniz de istersen tanımlayınız, kaç sene olmuş artık. Temyize gitti, sonra bilirkişi tekrar 90 puan verince geçtim.
Tuttuğunu koparıyorsun, o zamandan belli...
Mecburum mezun olmaya (gülüyor) bunu yapmasam okulum bitmeyecekti.
O günlerin Saba Tümer’i ile bugünlerin Saba Tümer’i arasında çok fark var. Bu başarıları kazanırken anneciğinin de yanında olmasını ister miydin?
Tabi ki hep düşünüyorum.
Sevinir miydi?
Çoook. Ben de onun gibiyim. Ona benziyorum. Çünkü o da hayata gülümseyerek bakardı.
Annenin adı neydi?
Saadet... Saadet Tümer... Şimdi onun arkadaşları beni televizyondan izlediklerinde söylüyorlar ‘Anneni seyrediyormuşuz gibi oluyoruz’ diyorlar. Öyle bir benzerlik var (gözleri doluyor ama yüzünde yine gülümseme var).
Güzel ve başarılı olanın düşmanı da çok olur. Var mı kuyunu kazanlar?
Bu tür şeyler oldu ve bana çok büyük dersler verdi. Bizans oyunları, kumpaslar… Ama Habertürk döneminden beri sadece işimi yapıyorum. Kimsenin odasına gitmem, sohbet etmem, işe erken gideyim de şunun odasına girip sohbet edeyim demem. Kanalda ne olduğunu öğreneyim, kim ne yapmış gibi şeylerim yok. Gitmiyorum ve bulaşmıyorum. Yeteri kadar geç gidiyorum ki, kimseyi görmeyeyim. Sadece kendi işimi yapıp çıkarım. Şu anda o tür şeyler var mı yok mu bilmiyorum. Dilerim artık yoktur o tür şeyler.
Ama belli ki bir dönem kuyunu kazanlar oldu...
Tabi belli bir dönem oldu. Benim söylemediğim laflar sanki ben söylemişim gibi kulağıma geldi. Ben de ne yaptım, bir üç beş, bu tarz şeylere göz yumdum ve sonra da elimi eteğimi çektim. Erdoğan Aktaş’ın bulunduğu zaman Habertürk’te de bu konuda çok rahat ettim. Ne kimseye bulaştım ne de kimse bana bulaştı. Burada da bana bulaşan yok. Entrikalar her zaman oluyor ama. Allah korusun ben şu ana kadar ne kimsenin ekmeğiyle oynadım, ne de başka bir şey yaptım. Damarıma basılmadığı müddetçe de oynamamak için elimden geleni yaparım. Ama bana karşı kasti bir şey yapıyorsa ben de yaptırımda bulunurum.
Ekmeğinle oynayan oldu mu?
(Gülerek düşünüyor) Oldu, ekmeğimle de kariyerimle de oynayan oldu.
Ne yaptın, nasıl bir karşılık verdin?
Kariyerinle oynayanlara karşılık veremiyorsun. Çünkü öyle ispat edebileceğin bir şey olmuyor. Ekmeğimle oynayanlardan bir tanesiyle mahkemeliğiz ve o dava dosyası bir yerlerde görülüyor. Olay da şu: Ben bir program yaptım ama parasını alamadım. Sözleşmemi hasıraltı ettiler ve bana sözleşmede yazan haklarımı vermediler. Ondan sonra ‘Bizde sözleşme yok’ dediler. Onlardan gelen e mail vardı. Onunla dava açtım. Yapılan şey çok çirkin. O benim bir yıl boyunca işsiz kalmama neden oldu. O program için verilmiş sözler vardı. ‘Programın 6 ay arkasında duracağız, yayından kalksa bile paranı alacaksın’ dendi, ben de bundan yola çıkarak o programı yapmaya başlamıştım. Ancak her şey bir anda hasıraltı edildi. Bu işe vesile olan çok yakın bir arkadaşım vardı, onunla konuşmuyorum. O da bir kanal yöneticisidir.
Ne kadar süre devam etti program ve ne kadar sürenin parasını alamadın?
Program iki buçuk ay devam etti. Onu tam olarak alamadım. Bir de altı ay arkasında duracağız dediler ama vermediler.
Parayı konusu açılınca aklıma geldi. Bir röportajında “NTV’den teklif gelince zengin oldum sandım ama olmadığımı anladım sonra” demişsin.
İzmir’deydim o zaman. Ege TV’den zam almıştım ve maaşım 20 lira olmuştu. NTV’den 150 liralık bir teklif geldi. Siz de zengin oldum demez misiniz? Ama ben 20 liraya İzmir’de kraliçeler gibi yaşarken, 150 liraya İstanbul’da yaşayamadım, biliyor musunuz! (gülüyor).
Şimdi zengin oldu mu Saba Tümer?
Henüz değil, zengin olmadım. Mesela bir ev almadım. Gerçekten bir ev almak istiyorum. İnşallah o evi aldığımda ondan sonra hayatımı daha bir düzene sokacağım. Baksanıza biriyle mahkemeliğim, sorunlar çıkabiliyor. Her şey dışarıdan göründüğü gibi değil.
Şimdi genelde bir laf vardır, “Erkek parayı bulunca….
Önce karıyı sonra arabayı değiştirirmiş… (gülüyor).
Kadınlar parayı bulunca ne yaparlar peki?
Kadınlar parayı bulunca, ne yapıyorlar (düşünüyor)... Bilmem onu düşünmedim. Kadınlar parayı bulunca evleniyorlar galiba.
Saba Tümer neden evlenmiyor, parayı buldu...
Şimdi parayı bulmuşken, hazır rahat rahat özgür özgür yaşarken, elin adamına mı katlanalım, yapmayın Allahaşkına (gülüyor)… Şöyle bir tadını çıkarayım, keyfini yaşayayım. Para olunca adam nasıl olsa gelir.
Diyorsun...
Tabi canım! (gülüyor).
Adamın gelmesi için senin paraya da ihtiyacın yok...
Teşekkür ederim... (gülüyor). Gelip kalması için… (gülüyor).
İzmir’den İstanbul’a geldikten sonra, İstanbul’a uyum sağlayabildin mi?
İstanbul’a uyum sağladım. Annem İzmir’de vefat ettikten sonra teyzem, kardeşim ve babam gelip gitmeye başladı. Sonra ben NTV’ye geçtim ve İstanbul hayatım başlamış oldu. Geldiğimin birinci ayının ikinci ya da üçüncü haftasında teyzem vefat etti. Buraya iyice adapte olmak zorunda kaldım. İzmir benim için hüzünlü bir şehir oldu. İzmir’e gitmeyi çok fazla sevmiyorum. Çeşme’ye falan gidiyorum ama İzmir’e gidip iki üç günden fazla kalınca bana geliyorlar. Zaten kardeşim ve kuzenim İstanbul’daydı. O yüzden çok fazla zorlanmadım. Ama hala kendimi tam olarak İstanbullu görmüyorum. Bir yerden bir yere giderken üşeniyorum. Mesela bir İstanbullu, Nişantaşı’ndaki kokteyle gidiyor, oradan Etiler’deki açılışa katılıyor ve ardından Maslak’taki şova gidebiliyor. Ben ya hiçbirine gitmiyorum ya da mecbursam bir tanesine gidiyorum. İngilizce de ‘Social climber’ diye bir tabir vardır. ‘Sosyal tırmanıcılar’ denir ve bunlar her yerde olup görünmek isteyen tiplerdir. O da açıkçası pek hoşuma gitmiyor. Bir de herkesin nerede olacağı ve ne konuşacağı belli, o yüzden üşeniyorum.
Gece gezmelerine de çıkmıyorsun...
O ayrı, gece gezmelerine gidiyorum. Kendi planladığım eğlencelere gitmesini seviyorum. Ama fotoğrafım çıksın ortalıkta görüneyim diye bir kaygım yok. Ben arkadaşlarımla oturayım eğleneyim sosyalleşeyim diye dolaşıyorum.
Bu tarz eğlencelerde içki tercihin ne oluyor?
Dönemsel olarak değişiyor. Mesela bir dönem sırf viski içiyorum, sonra onu hiç içmiyorum. Votka içtiğim oluyor, sonra şarap deniyorum. Ama o dönemin hangisi olduğunu bilmiyorum.
Hiç sarhoş oldun mu?
Ooo tabi canım. Ayrıca sarhoş olmayı da severim.
Sarhoş olduğun zamanlarda, daha mı çok gülersin ya da konuşursun?
Daha çok konuşuyorum, daha rahat eğleniyorum.
Kalıplardan kurtulup özgür kalıyorsun...
Evet, doğru... Daha bir lay lay lom oluyorum.
İstanbul’a ilk geldiğin dönemlerde erkeklerin yaklaşımları konusunda bir sorun yaşadın mı? Çünkü İzmir’in kızları daha rahattır, kendine güvenlidir, erkekle rahat arkadaşlık kurar... İstanbul’da yanlış anlaşılmalar oldu mu?
Bana iş mi atıyor bu kız diye bir düşünce yaratabilir. (gülüyor). İzmir’de yaşarken de benim çok İstanbullu arkadaşım vardı. Yani buraya gelince çok da farklı bir yaşantının içerisine girmedim. Onlarla gezip tozup, onlarla takılıyordum. Fakat çalıştığım yerde yadırgandım. Sanki uzaydan gelmişim gibi karşılandım. Konuşmamla, tarzımla, giyimimle, insanlarla iletişimimle acayip karşılandım. Allah’tan kısa bir dönem içerisinde anladılar… (gülüyor)...
Şahsına münhasır olduğunu...
Evet, aynen bu şekilde. Ondan sonra da çok fazla rahatsız edilmedim. Annemin arkadaşlarının çocukları genellikle erkekti ve onun için de erkeklerle çok daha iyi ilişkiler kurup samimi oluyorum. Erkek arkadaşımla, bir kız arkadaşımla olduğumdan daha rahat ve samimiyimdir. Bundan dolayı, çok yakın olduğum arkadaşlarım, aramızda bir şeyler olduğunu düşünüp bana platonik olarak aşık oldu. Ama bu bana bir ders olmadı.
Ben böyleyim, karşıdaki insanın algılama sorunları varsa ben ne yapabilirim mi diyorsun?
Aynen, gerçekten de öyle diyorum. (gülüyor) O da onun sorunu. Rahatlığımdan mı yoksa doğallığımdan mı bilmiyorum ama bu tarz şeyler yaşadım. Onun için erkeklerle hep daha rahat ilişkiler kuruyorum. Mesela erkek arkadaşlarım, kız arkadaş bulduğunda o kızların ilk hedefleri ben olurum. Ama sonradan beni severler. Bu tarz sorunlar tabi ki oluyor.
Bunun altında dikkat çeken ve öne çıkan bir tip olmanın da etkisi vardır. Konuşmanla, sıcak gülüşün, kahkahaların ve görüntünle…
Tabi ki oluyor. İlk başta erkek arkadaşlarım, kız arkadaşlarını benimle tanıştırırlar. Kadın kadını tanır ya! Getirir tanıştırırlar, ‘Nasıl kız, bakalım sınıfı geçecek mi?’ diye. Genellikle beni dinlemeyip sonradan lafıma geliyorlar ama neyse. (gülüyor).
Kadınlar ve erkekler deyince, taciz konusu senin programında da zaman zaman gündeme geldi. ‘Ben de tam üç kere tacize uğradım, birisi fiziksel, ikisi sözlü’ dedin...
Evet dedim... Bunu çok normal bir şekilde söyledim. Fakat insanlar tarafından ‘Acaba sen ne yaptın ki tacize uğrandın’ olarak algılanıyor ve insanlar tarafından bu durum kötü yerlere çekiliyor. Amiyane bir tabir vardır, ‘Dişi köpek kuyruğunu sallamazsa erkek köpek havlamaz’ diye. Çevremizde bir sürü o tarz adam var. Bilmiyorum ama taciz olayı Türkiye’de çok büyük bir sorun. Düşününki aile içi tacizi ekranda konuşamıyoruz. Mesela ensest diyemiyoruz. Ortada bu kadar büyük kanayan bir yara var ve biz bunu konuşup çözemiyoruz. Bu çok ciddi bir travma yaratıyor toplumda. Bu konuları fazla konuşmak istemiyorum. Çünkü sinirim bozuluyor. Kadın hakları falan diyerek bir şey yapasım geliyor ama maalesef halen kadının adı yok.
Burada dikkatimi çeken bir şey var ve özellikle bu röportajda altını çizmek için özellikle söyleyeceğim: Mutaassıp bir ailenin iş adamı oğlu, üstelik alkollüyken Saba Tümer’i öpmeye kalktı...
(Şaşırıyor)... Aaa bunu da söylemiş miyim ben, hadi yaaa, nerede söylemişim?
Mutaassıp bir ailenin oğlu, üstelik alkollüyken, çok ilginç bir durum gerçekten. Bugün aynı şeyi yapsalar, tavrın daha mı farklı olur?
Yok, yine tokadı atarım. Farklı bir şey yapamıyorsun ki... Şimdi düşününce çok korkunç bir şey...
Neyse başka konuya geçelim... Saba Tümer’in Allah’a çok şükür her şeyi var. Parası, şöhreti, programı, hayranları... Peki kalbinin sahibi var mı?
Bu aralar yok.
Bu ara derken, ne kadar bir aralıktan bahsediyorsun?
Ne kadar oldu? (düşünüyor) Haziran ya da Temmuz ayından bu yana...
Aşık olunca neler yaparsın? Hep romantik konuklar mı çağırırsın, romantizm içinde yaşayıp sevdiğin adamın peşinden mi koşarsın?
Yok, ilişkilerimi eğlenceli bir şekilde yaşamayı seviyorum. Ne bileyim matrak bir mesaj atayım, karşı taraf bana matrak bir mesajla yanıt versin gibi düşünüyorum. İlişkinin içerisinde cilveleşmeyi, fingirdeşmeyi severim. İlişkiye başladıktan sonra da o fingirdeşmeyi devam ettiririm, ettirmek isterim. Oradan beslenirim. Tabi ki o dönemlerde, daha heyecanlı, hareketli oluyorsun. Normalde şuradan tuvalete gitmeye üşenirken, koşarak gidiyorsun gibi bir durum oluyor.
Aşk, canlanmayı da birlikte getiriyor değil mi? İlkbahar gibi...
Evet, ilkbahar gibi, cildin güzelleşiyor, çiçek açıyorsun. Sonra da işte soluyor. (gülüyor)
Aşkın ömrü uzun sürmüyor ki...
Bu ömür kişinin kendisinin belirlediği bir zaman dilimi. Geçenlerde onu düşündüm. Âşık olmak benim elimde. İstiyorsam âşık oluyorum, istemiyorsam da olmuyorum. Mesela âşık oldum, çok büyük bir aşk yaşadım ve bitti. Ondan sonra bir başkasıyla aşk yaşamaya başladım. Aradan zaman geçtikten sonra eski sevgilimi yanında bir başkasıyla gördüğümde öylece kalıp bir süre bakışıyorum ve o aşkı biz mi yaşadık diye düşünüyorum. Çok komik bir şey o. Bir ilişki bitiyor ve hayatına bir başkası giriyor. Onunla da aynı süreçleri, aynı cilveleşmeleri, mesajları yaşıyorsun.
Çok sık âşık olur musun?
Yok, çok sık olmuyorum. Bir oluyorum bir kalıyorum, ondan sonra onu bitiriyorum. Tamamen hazmediyorum, sonra tekrardan hislerim açılıyor.
Ama ben bir aşkı yaşarken bir başka aşkı asla yaşamam diyorsun değil mi?
Asla öyle büyük konuşmam. Başıma ne geleceği belli değil. En çok korktuğum şey büyük konuşmaktır. Onun için (gülüyor) tedbiri elden bırakmamak lazım.
Bugüne kadar hiçbir erkeği aldattın mı?
Aldatmadım. Çünkü o raddeye gelmiş olursan niye onunla beraber kalarak vaktini harcıyorsun ki? Kapat ve next (sıradaki) de...
Belki bazıları o heyecanı yaşamak istiyorlar, fantezi yapıyorlar...
Yok, bu hem kendine hem karşındakine ayıp. Nasıl ki kendine yapılmasını istemiyorsan başkasına da yapmamalısın.
Unutamadığın bir aşk var mı?
Evet, eskilerden bir ilişkim var. 13 yıl oldu ve onu tam olarak unutamadım. 1997 yılı olması lazım, İstanbul’a ilk geldiğim zamanlarda yaşadığım bir ilişkiydi. Hala onu görünce fena olurum, o da oluyor.
Demek çok saf ve kalpten bir ilişkiydi...
Evet, o gerçekten de öyle bir ilişkiydi.
Bizim tanıdığımız bir isim mi?
Basınla fazla haşır neşir değil. Ama kendisi bir işadamı.
Sana çok evlenme teklifi geliyordur. Günde ortalama kaç teklif alıyorsun?
Öyle hesaplamadım ama bir hayli geliyor. (gülüyor)
Aralarından ilgini çeken teklifler var mı?
Yok, mail ya da sms atıyorlar. “Benim evleneceğim kadın sensin ne zaman istersen bekleyeceğim seni” gibi mesajlar geliyor. Ama tabi ki kim olduklarını bilmiyorum. Evlenmek istiyor olsaydım bu zamana kadar evlenirdim. Etrafta evlenenlerden hiçbir farkım yok. Ben bu zamana kadar tercih etmedim. Ama bu kadar soru gelince insan ister istemez düşünüyor. Genelde, benim erkek arkadaşlarım evleneceğim değil eğleneceğim erkekler oldu. Yani tamam çok güzel ilişkiler ve aşklar yaşadım ama hani ‘Aa işte bu benim evleneceğim adam’ gibi bir düşünceyle hareket etmedim. Belki bundaki en büyük etken de erken yaşta yaşadığım kayıplar oldu. Önce kendi ayaklarımın üzerinde durayım, kendim olayım. Ondan sonrakiler de gelirse gelir gelmezse gelmez. 4,5 yıl beraber yaşadığım bir erkek arkadaşım vardı. İmza olmadı ama evlilik gibi bir şeyi yaşadım ve onun ne kadar zor olduğunu ne kadar meşakkatli olduğunu da biliyorum. Hele şu çalışma tempom içerisinde… Zaten belirli sektörler olmaz; Bankacı olamaz ben yatarken adam işe gidecek, doktor olamaz... Ancak banka bekçisi olabilir (birlikte gülüyoruz ). Bu sefer, genç erkeklerle dedikodum çıkıyor. Yaşlısı da akşama kadar beni uyanık mı bekleyecek? (gülüyor) Uyanık bekledi de biz varmadık mı? Gerçi bunlar da işin geyiği oldu biraz. (gülüyor).
Zaman zaman anne olmayı düşündün mü?
Anne olmak çok zor bir şey, çok büyük bir sorumluluk ve ben hayatımda o sorumluluğu yeterince yaşıyorum. Fazlasıyla sorumluluk sahibi bir insanım ve bir bebeğin sorumluluğu beni gerçekten gerer. Bütün arkadaşlarım evli sayılır ve evlenenlerin pek çoğu benim hayatıma özeniyor. ‘Ay ne güzel özgürsün’ diyorlar. O zaman neden evlendin?
Bilmediğin ya da bilinmeyenler ilgini çekiyor. Mesela, uzaylılar... Uzay merakın nereden geliyor? Bir şeyler mi fark ettin ya da sanada mı göründüler?
Daha gözükmediler, (gülüyor) bir gözükseler diye bekliyorum. (gülüyor) O tarz şeylerle ilgileniyorum. Evrende bir tek bizim olmadığımızı düşünüyorum. Bu hayatı seçerek unuttuğumuz pek çok şey olduğunun farkındayım. Mistik konulara meraklı bir tipim, çok fazla içine girmeyi sevmiyorum ama sorayım, cevabı alayım çıkayım. Çünkü çok fazla içine girince kendinizi kaptırıyorsunuz. Uzayda hayat var mıdır gibi sorular sormak istiyorum. Yoksa beni gelip almasınlar (gülüyor) kafayı da yemeyeyim. Bir gözüksünler ve el sallasınlar ya da ihtiyacım olan bilgiyi versinler. İletişim halinde olmak güzel. Şimdi yeni yeni ‘Yıldız İnsanlar’ gibi kavramlar çıkıyor. İnsanları aydınlatmak için başka bir gezegenden gelmiş insanlar.
Mutlaka Tarkan’ı programıma çıkartmam gerekiyor demiştin...
Ehh, gelirse Tarkan için iyi olur elbette. (gülüyor).
Peki, tüh şunu da çıkaramadığım dediğin bir isim var mı?
İlhan İrem’i programıma çıkartmayı ve onu yakından tanımayı çok istiyorum. Kendisiyle konuştum. Röportajlarımda bunu hep söylüyorum. Keşke gelse programıma katılsa. Şu sıralar metafiziğe sarmış durumda, Amerika’da bazı hastanelerde onun şarkıları ile terapi yapıldığını duydum. Mesela Tarkan’ın da İlhan İrem gibi ilginç bir ses tonu olduğunu düşünüyorum, belki kendisi henüz keşfetmedi ama var onda da enteresan bir şey bir tınısı var.
Konuklardan para isteyen oluyor mu? ‘Elbise al, pırlanta al’ diyen çıkıyor mu?
Yok, makyözü ile kuaförünün parasını isteyenler oluyor. Ama biz haber kanalıyız, öyle bir paramız olmadığı için veremiyoruz.
Konuklarını konuşturmak için nasıl bir yöntem uyguluyorsun? Bu sırrı açıklamam mı diyorsun?
Ayol yok öyle bir sır. Zaten her şey kendiliğinden o sıcaklık ve samimiyet içerisinde oluşuyor. Bir anda, ya gidiyor ya gitmiyor.
Bir röportajında ‘Beni ekranlarda gece görmek istiyorlar. Kafam da gece daha fazla çalışıyor’ demişsin, doğru mu?
Doğru. O çalışma temposundan da kaynaklanıyor olabilir ama akşam daha bir net oluyorum. Çünkü bir dönem gündüz programları yapmaya çalıştım olmadı. Demek ki gece görmek istiyorlar.
Oyunculuğu hiç düşündün mü? Ya da bu konuda teklifler geldi mi? Gerçi reklamlarda pilici çevirirken izliyoruz seni…
(gülüyor). Oyuncu olacağım diye değil de bir sit com’da oynayıp bir anım olsun istiyorum. Konuk oyuncu gibi ama birkaç kere oynamak istiyorum. Demet Akbağ ve Seray Sever’in oynadığı sit com’da bir bölüm yer aldım. Demet Akbağ bana, ‘Seni keşfederlerse hepimiz işsiz kalırız’ dedi. Öyle güzel bir iltifat var. ‘Sen Harikasın’ adlı dizide yer almıştım.
Başka teklifler geldi mi?
Okan’la çalışırken bir tane sit com teklif gelmişti. Ama Okan ‘Daha henüz yapma’ dedi. Sonrasında da öyle bir rol teklifi gelmedi. İki sinema filmi geldi ama altında kalkacağım roller değildi.
O zaman oyunculukta sınırların var...
(gülüyor) Derdim, güzel bir projede yer almak ve geride güzel anılar kalması. Yoksa öyle bir iddiam yok ve kendi işi harici işler yapanlara da sinirleniyorum. Hoş değil, insanlar okuyorlar. Ama biri çıkıyor ve albüm yapıp dizinin başrolünü kapıyor. Bu diğerleri için tabi ki hoş bir durum değil.
Peki, sesin güzel mi?
Değil. Olmasını çok isterdim ama değil.
Belki şan dersleri ile filan…
Yok yok, ümitsiz bir durum, olmaz. Ama ilginçtir lisedeyken korodaydım, demek ki sesim güzeldi. Ama şimdi çirkinleşti. (gülüyor). Keşke bir Kibariye gırtlağım olsaydı.
O sese mi vurgunsun?
Kibariye, Sibel Can, Ebru Gündeş… O seslere...
Hangisini isterdin?
Bir çip olsun farklı farklı seslerle söyleyebileyim isterdim. Mesela tanışacağım ilk uzaylıdan bunu isteyeceğim... (Birlikte gülüyoruz...)
RÖPORTAJ: YÜKSEL ŞENGÜL