ARTIK VURMAYA GEREK DUYMUYORLAR, İÇERİ TIKIYORLAR!
Atilla Akar Yurt Gazetesi'nde “Öldürülen Gazeteciler Günü” dolayısıyla bir yazı kaleme aldı&...
6 Nisan 1909 akşamı Serbesti Gazetesi yazarı Hasan Fehmi Bey Galata Köprüsü üzerinde yanında arkadaşı kaymakam Şakir Bey’le beraber yürürken arkalarından gelen biri önce Şakir Bey’e bir kurşun sonra da gazeteci Hasan Fehmi’ye üç kurşun sıkıp kaçtı. Hasan Fehmi öldü. Olay yerinde beliren bir polis katili yakalayacağı yerde yaralı arkadaşını gözaltına aldı. Olaydan İttihat ve Terakki yönetimi sorumlu tutuldu. Çeşitli isimler ortaya atılsa da (Kara Kemal, Mustafa Necip gibi) katili bugüne kadar ortaya çıkartılamadı.
Böylelikle bu topraklarda suikast geleneği çok eski olsa da ilk defa bir gazeteci öldürülüyordu. Ne yazık ki bu “Alışkanlık” dönemler değişse de artarak bugünlere kadar sürdü. O günden beri Türkiye Gazeteciler Cemiyeti (TGC)’nin listesine göre tam 64 isim muhtelif saldırılarla öldürüldü. (Bunlara kimi ilaveler yaptığınızda rakam 100’ü aşıyor aslında.) İşte 6 Nisan’ı bir süredir TGC, (Önceleri “Basın şehitleri günü”ydü) “Öldürülen gazeteciler günü” adı altında anıyor.
Peki gazeteciler-yazarlar, aydınlar neden öldürülüp durdu o zaman bu ülkede? Niçin uzun yıllar bu “İnfazcı mantık” işletildi? Onlar iktidarda mıydılar? Ülkede alınan kararları, toplumun gideceği yönü onlar mı belirlemekteydi? Ülkeyi bir yerlere sürükleyen kararların altında onların imzası mı vardı? Hayır! Onların sadece haberlerinin ve makalelerin altında imzaları bulunuyordu…
Buna rağmen onlar sanki bir takım derin tanrılara adak niyetine vurulup durdular. En güzide beyinlerimizi bu yolla kaybettik. Her birinden sonra bir diğerini bekler hale getirildik. Söz konusu güvenlik ve istihbarat oldu mu havalarından geçilmeyen birileri olayları engellemek için kıllarını kıpırdatmadılar. Çoğunun katili ya ortaya çıkarılamadı ya da göstermelik cezalarla kurtuldular. Hele de “Yaptıran odak”lara hiç dokunulmadı.
Fakat ilginç olan şu; dünyada ve Türkiye’de olmuş bütün suikastları incelemiş ve sırf bu konuda üç de kitap yazmış bir yazar olarak sizi temin ederim ki, yeryüzünde bu çapta bir “Gazeteci kırımı” başka hiçbir yerde yaşanmamıştır. Başka hiçbir ülke pratiğinde bu derece çok, bu derece ardı ardına “Gazeteci/yazar öldürmeleri” görülmemiştir. Adeta sürece yayılan bir “Dalga halinde” yaşanmıştır. Sadece bu husus bile “Siyasi tarih”in özel inceleme alanına muhtaçtır.
Gazetecilerini-yazarlarını öldürmeyi neredeyse “Temel yöntem” olarak pratiğe koymuş başka bir ülke yeryüzünde kesinlikle mevcut değildir. Hiçbir ülkede gazeteci-yazar cinayetleri üzerinden böylesi bir “İktidar hesaplaşması” yaşanmamıştır. Bu anlamda Türkiye orijini belki de “Derin tarihi”nin bu yönüyle tek istisnasıdır. Bu utanç bize yeter!
Tabii artık eskisi gibi gazeteciler vurulmuyor. Nasıl olsa “Vesayet” değişti. Artık vurmaya gerek duymuyorlar. İçeri tıkıyorlar. Eh, bu da “Olumlu” bir gelişme sayılır elbette!
Bugün 6 Nisan yani “Öldürülen Gazeteciler Günü.” Bu vesilesiyle hayatını kaybetmiş tüm meslektaşlarımızı saygı ve rahmetle anıyorum…