ARTIK GAZETECİLİK YAPMAM!
Ahmet Tulgar, Akşam gazetesine yeni kitabı 'Çocuklar ve Canavarları' anlattı.
Sevmenin öldürmek, iticiliğin çekicilik, tutsaklığın özgürlük, anlatılanın anlatılmayan olduğu bir hikaye... Ahmet Tulgar, yine çok zor bir tema çerçevesinde ilginç, sürprizlerle dolu bir öykü anlatmış okuyucuya. ’Çocuklar ve Canavarları’, bir zamanların fırtınalar estiren sivri dilli edebiyat tutkunu gazetecisinin son romanı. Farklı bir kurguyla aile yapısını, erkek bakış açısını ve ilişkileri sorguluyor, üstelik bunları çocukları ne kadar önemsediğini vurgulayarak yapıyor ve kitabında yine bilinmeyenlere pencereler açıyor. Kapaktaki kırık bebekler de çok şey anlatıyor aslında. Ahmet Tulgar’la ’Artık tatmin olmuyordum’ dediği gazeteciliği ve yazarlığa aşkını da konuştuk...
- Ne kadar varsınız kitapta?
Elbette bütün deneyimlerim var içinde ama elimden geldiğince kahramanlara sadık kalmaya çalıştım. Kendimi ve tercihlerimi katmadım. Baştan sona kurgu ve baştan sona tanıdık.
- Yazma aşamanız nasıldır; çok etkilendim hikayeden?
Aslında yazarken ben de etkileniyorum. Bir yıl önceden kahramanlarım oluşmaya başlıyor zihnimde ve kimse bilmese bile onlarla çok yakın ilişki kuruyorum. Roman bitip aradan zaman geçse bile hala benimle yaşıyorlar. Onlar için kaygılanıyor, endişeleniyorum. Uzun uykularım oluyor bu aşamada. Çok yoruluyorum yazarken, kolay da beğenmiyorum.
KİTABIM ÇOK SATSIN
- Kitap ’satsın, satmasın’ umurunuzda oluyor mu?
Bu kitap çok satanlar listesinde olsun istiyorum. Çok emek verdim, zor bir temayı seçtim. Her kelimeyi düşündüm ve çok kişiye ulaşsın istiyorum.
- Okurdan sakladıklarınız olur mu kitapta?
Oluyor tabii. Gizlediğimi düşündüğüm bir oyunu okurun çözdüğünü görünce şaşırıyorum. Burada çocuk sorunsalı kitabın tamamında hep olsun istedim. İki çocuk ve onların büyümüş halleri var. Bir paralellik daha istemiştim, bir baktım polisin de iki çocuğu var. Bilinç dışı yapmışım.
- Zor beğenirmişsiniz, kaç defa okundu kitap?
Of hem de nasıl, kaç defa okudum hem de! Kahramanlar benimle ya zaten, onlarla ilgilenmezsem arkadaşımı ihmal etmiş gibi hissediyorum kendimi. Bölüm bölüm üzerinden geçip sonra tamamını okuyorum. Sonra da yayınevi kısmı başlıyor. Editörlerimizle çok sıkı çalıştık, bu defa çok içime sindi.
GAZETECİLİK BENİ YORDU
- Artık sadece yazar olarak mı kalacaksınız?
23 yıl aktif olarak gazetecilik yaptım. Gazetecilik çok da yordu beni. Şimdiki ortam da korkutucu. Bunca zaman sonra da üzerime yapıştı röportajcılık. Gazeteciliğe zaruretten başlamıştım. Hep yazar olmak istedim. 1989’da yayınlandı ilk kitabım, ’Evsiz Ülke Hikayeleri’. 1985’te yazmıştım ama cezaevinde olduğum için bastıramamıştım. Cezaevinde sonra gazetecilik müthiş haz verdi bana. Başladığım dönemde gazetecilik çok eğlenceli, farklı ve özgürdü. Galalara gidiyor, sanatçılarla konuşuyor, politikacılarla bir arada oluyordum. 1992’de bir kitap çıkardım, denemelerimden oluşan. Üslup denemeleri yapıyordum yazılarımda. Seviliyor ve övülüyordum, insanlar bana bel bağlamaya başladılar. Kendimi bir yayın grubunun başında görebilecektim. İcra kurulu başında tahayyül edemedim kendimi. Beni toplantılara almaya başladılar...
- Bayılır başkası olsa bu duruma!
Çocukluktan beri yazar olmak istiyordum ve hayat gelip geçiyordu. İstediğim şey bu değildi. Edebiyattan uzak bir gazetecilik anlayışı oluştu zamanla. Gazetecilikte tat kalmadı.
- Edebiyattan uzaklaşılıyor diye mi aldınız bu kararı aslında?
Özensiz ve sadece haber vermeye veya toplumu manipüle etmeye yönelik bir yazarlık türü sonradan çıktı. Hakaret de etseler, öyle bir edebi metinle yazarlardı ki, kızamaz hayran kalırdınız. Özellikle 60’larda. Gazeteler neredeyse edebi metinler halindeydi, bu kadar ayrışmamıştı. Tefrikalar yayınlanırdı. Edebi hırslarımdan ötürü iyice edebi metinler yazmaya çalışırdım köşe yazdığım dönemlerde. Yaşar Kemal, çok iyi bir röportajcıdır, Hemingway de öyle. Thomas Bernhard, hem bir edebiyatçıydı hem de gazeteci.
- Siz de yaptınız mı Bernhard’ın oyunlarından?
Hayır ama şunu yaptım. Bir delikanlı kız arkadaşını öldürmüştü okulda. Olayı yazacağım ama bir türlü tatmin olamadım. Polis arabasında bir okul çantası gördüm ve kızın çantası olabileceğini düşündüm. Ne yaptım ettim polis arabasına bindim, çantayı kurcaladım, gerçekten de kızın çantasıydı. İçinden günlük ve fihrist çıktı, manşetimiz çok farklı ve iddialı olmuştu tabii.
- Bir gazeteci böyle olmalı aslında, edebi kaygısı olmasa da...
Haberi hissetmeli de aynı zamanda. Türlü maceram oldu haber peşinde koşarken. Bugünkü sistemde muhabirlik kurumu zayıfladı. En büyük özelliğim insanlarla olan ilişkim ve yaklaşım biçimimdir. Gazeteciliğin kurtuluşu hikayeye odaklanmak da olabilir.
- Gel deseler...
Hayır, çok parasızlık çektiğim dönemler oldu ama geri dönmedim, dönmem. Tahammül edemem. Gazeteci çok arkadaşım var, mesleğe saygım var ama ben yapmam.
- Belki yalnız kalmak istiyorsunuz, gazetecilikte de bu hiç mümkün değil.
Yaşlandım da. Zaten normalde tembel ve gazeteci olarak kaçak güreşen biriyim. Hiyerarşiyi hiç umursamam, bir süre sonra herkesi kendime benzetirim. Harcırah alır, fiş toplamam, paraları sorumsuzca harcardım. Parayla o kadar ölçüsüz bir ilişkim var ki. Devamlı talep eden biriydim, bezdirdim yöneticileri. 7-8 yıl Milliyet’te en rahat koşullarda çalıştım, 30 yıl çalışandan daha fazla iş bıraktığımı söylediler ben gittikten sonra.
Patronlar, bazı gazetecileri iktidara yaranmak için yazdırmıyor olabilir
- Cezaevini bilen bir yazar olarak Ahmet Şık ve Nedim Şener için neler hissettiniz?
İyi gazeteci oldukları için tutuklandılar. İkisini de çok yakın tanır ve severim, elbette onlar üzerinden yürüdü kampanyalar. Soner Yalçın için de üzülüyorum, diğer gazeteciler için de. Geçmişte de bugün de Odatv’nin yaptıklarından daha ağırları yapıldı. İtibar zedelemekten bahsediliyor, masum gerekçelerle içeride insanlar. Ülkenin, hala bir ülke olduğunun kanıtları olan insanlar içeride, inanılır gibi değil.
- Şu anda yazı yazsanız başınıza iş açar mıydınız?
Belki de; bilemem, şimdi de kötü şeyler başıma gelebilir. Bugün ’Bu insanlar sakıncalı onlarla görüşmeyeyim’ diye düşünmem. Tayyip Erdoğan cezaevine girince onunla alakalı da yazmıştım. Kendisi de bunu biliyordu ve çıktığı zaman bir tek bana röportaj vermişti. Her zaman mağdurun yanında oldum. Başka türlü olamam.
- Kendisi de haksız yere cezaevine girmiş biri, haksız yere tutuklanan birini daha iyi anlayamaz mı? Röportaj yaptığınız kişiyle bugün Başbakan olan kişi aynı mı?
Marx’ın sözünü çok önemserim, ’İnsan yaşadığı toplumsal koşulların bir ürünüdür’ der. O dönem mağdur edilmiş bir politikacıydı, yakından tanırdım o dönem. Hatta bana Başbakan olacağını da söylemişti. O zor dönemde, 1998 yılında bunu söylemişti, ilginçti.
- Cumhurbaşkanlığından bahsetmiş miydi?
Hayır. 2002’den beri görmedim kendisini. İktidar olan biriyle bir gazetecinin ilişki kurması gereksiz bence. Şu anda her yurttaş gibi uzaktan izliyorum. O resimden çok uzak artık.
- Bazı gazetecilere yazı yazdırılmıyor. Nasıl açıklıyorsunuz bu durumu, anlayabiliyor musunuz?
Nuray Mert’in yaşadıkları iyice tuhaf. 28 Şubat sürecinde her zaman aktif biçimde, bugün kendisine siyasi linç uygulayan insanların yanındaydı. Başbakan da hedef göstermiş olabilir ama patronlar da Başbakan’a yaranmak için kurban etmiş olabilirler. Bu durumun siyasi gidişata da bir yararı yok ki!
Karşıma her oturanı konuşturdum
- Gazetecilik döneminize bakınca ’Başarılıydım’ diyor musunuz?
Çok eğlenerek çalışan ve eğlendiği için de okuru eğlendiren biriydim. Okura hep sürprizlerim olurdu. Kimsenin konuşamadığı kişileri konuşturdum, masum taktiklerim vardı. Rüştü röportajı yapmıştım mesela. Milli Futbol Takımı dünya üçüncüsü olmuştu ve bütün medya peşindeydi. ’Fransa’da tatilde’ diyorlardı. Birdenbire Thomas Mann’ın şu sözü geldi aklıma. ’Bir kişi büyük şöhret kazanınca en çok şunu merak eder; acaba köyümde benim için ne düşünüyorlar?’ Fransa’ya tatile gittiği yatmamıştı aklıma bir türlü. ’Mahallesine gider’ dedim ve araştırdım; Antalyalı olduğunu öğrendim. İlçesine en yakın yerlerdeki tatil köylerini araştırdım ve nerede kaldığını buldum.
- Ve gittiniz!
Gittim, randevu falan yok. Otele girdik, aradım, kabul etmedi ama birkaç dakika ayırmayı kabul etti. O kadar yol geldik diye. Kahvaltıda karşıma oturdu ve yetti zaten. Röportaj vermem diyen Rüştü ile muhteşem bir sohbet yaptık. Karşıma oturunca kalkması imkansızdı zaten.
- Sivri yazılar yazdınız, nasıl oldu da herkes sizi seviyor?
Bilmiyorum. Sanırım edebiyat sayesinde. İş arkadaşlarım hep sevdi, kimseyi ayırmadım. Özel odam, sekreterim vardı ama bir süre sonra matbaa işçisi arkadaşlarım gelmeye başlardı odama.
- Kimseyi incittiniz mi yazılarla?
Sanmıyorum, kimseyle bir sorunum olmadı. Tekzip bile almadım hiç. İnsanı kötülemedim ben, sistemi kötüledim.
- Kitapta da kötü yok, herkes haklı!
Siyasi olarak da çok net biriyim. ’Siyaseten düşman olduklarımı edebiyatla affettim’ derim. Çok kızarım ama bir işkenceciyi edebiyatla affederim. İnsanın hayatın ortasındaki yalnızlığını ve çaresizliğini, bir yandan da ne kadar muhteşem güçlere sahip olduğunu, ne kadar birbirimize ihtiyacımız olduğunu gösteren bir şeydir.
- Bahsettiğiniz biçimde yazan köşe yazarı var mı günümüzde?
İsim olarak bahsetmeyeyim, üslup olarak iyi yazanlar var. Kiminin politik görüşüne katılırsın katılmazsın ayrı ama birlikte yola çıkıp haber peşinde koşan yok. Nihayetinde gazetecilik pahalı ve emek isteyen bir iş. Güzel yazanlar var, eskiden daha çoktu. Okuma hazzı verirse gazeteler, sıkıntılar bitecektir.
Elif Aktuğ/Akşam