20 Eki 2008 13:53
Son Güncelleme: 19 Kas 2018 13:22
"ARTIK BİR KIZIL DEĞİL MİLYARDERİM AMA SOSYALİST RUHU HALA TAŞIYORUM!..." ALPER GÖRMÜŞ "SINIF ARKADAŞI" ETHEM SANCAK'I YAZDI!...
Alper Görmüş, Aktüel'deki köşesinde, "sınıf arkadaşı" Ethem Sancak'ı yazdı. İşte Görmüş'ün kaleminden Ethem Sancak...
ZITLARIN BİRLİĞİ
Kaç kişi yemeğini bir gün Paper Moon'da yer de ertesi gün bir köy sofrasında bağdaş kurup oturur ve dışarıdan bakan biri her iki sofrada da "siyah ördek" görmez; kaç kişi aynı anda hem Siirt'te cami yaptırır hem de İstanbul Modern'in Yönetim Kurulu Başkan Yardımcılığını üstlenir?
Fakülteden sınıf arkadaşım Ethem Sancak'la meğer bir de "ideolojik arkadaşlık" dönemimiz olacakmış... Farklı "siyaset"lerden gelip (12 Eylül öncesinin 49 sol grubunun her birine "siyaset" denirdi: Aydınlık siyaseti, Halkın Yolu siyaseti, Dev-Yol siyaseti, vb.) "Aydınlık siyaseti"nde buluştuğumuzda, sene 1977'ydi. O ağırlıklı olarak partide (Türkiye İşçi Köylü Partisi) ben de gazetede (Aydınlık) çalışıyordum. Bir ara, sanıyorum birkaç aylık bir dönem için partinin il merkezinde birlikte de çalıştık.
O dönemde, partinin, "İki süper devletten daha tehlikelisi olan Sovyet sosyal emperyalizmine karşı milli güçleri biraraya getirme siyaseti" devredeydi ve Ethem Sancak'ın da aralarında bulunduğu il yöneticileri bu amaçla başka partileri ve kuruluşları ziyaret ediyorlardı. En sıkıntılı ziyaretler, "komünist bir partinin hiç işinin olmaması gereken" Necmettin Erbakan'ın Milli Selamet Partisi teşkilatlarına yapılan ziyaretlerdi. Çünkü onların dilleri, oturup kalkmaları çok farklıydı ve bizimkiler onlarla iletişim kurmakta zorlanıyorlardı. Fakat heyette Ethem Sancak varsa durum değişiyordu. Toplantılarda adeta "onlardan biri" haline gelen Sancak sayesinde karşılaşmalar dostça bir havada geçiyor, ortada tedirginlikten eser kalmıyordu.
Ethem Sancak, geleneksel ilişkilerin ancak yaşayarak öğrenilebilecek o saf ve sıcak dilini nereden öğrenmişti? O zamanlar çözemediğim sorunun cevabını, yıllar sonra Türkiye'nin önde gelen işadamlarından biri olarak gazetelere verdiği söyleşilerden öğrendim. Meğer çocukluğunu ve ilk gençliğini, lideri babası olan çok büyük bir ailenin (yaklaşık 1500 kişi) üyesi olarak Güneydoğu'da geçirmiş. Şimdi kendisinin liderlik ettiği ve artık ana gövdesiyle İstanbul'a göç etmiş bu geleneksel aileyi şöyle anlatıyor:
"Aşiret değil, toprak sahibi değil, olağanüstü zengin de değil ama Güneydoğu'da çok sevilen, sayılan ve sözü dinlenen bir aile. Bunun farkında olarak büyüyorsun. Bir sürü de akraban var. 80 çocuk aynı sofrada aynı anda yemek yiyoruz... Çünkü 1500 kişilik bir aileyiz ve hep beraber yaşıyoruz. Konaklar, evler yan yana. Sofra hazırlanır, herkes toplanır..."
"Sevdalısıyım Tayyip Erdoğan'ın" bahsi...
Ethem Sancak, bu geniş aileden üniversite okumaya gönderilen ilk genç; aile o kadar geleneksel yani... Böyle bir ailenin ve böyle bir babanın, şehre gönderdikleri temsilcilerinin "zamanın ruhu"na uyup "kızıl" (sonradan "kızıl milyarder") olmaya karar verdiğini öğrendiklerini düşünün. Sonuç: Babanın oğula tam sekiz yıl süren küskünlüğü...
Biz o zamanlar bunların hiçbirinin farkında değildik, fakat açıkçası farkında olsaydık da "Ethem bu kadarını nasıl göze almış acaba" demezdik. Çünkü biliyorduk ki Ethem Sancak neye mal olursa olsun inandığının peşinde giden bir insandı. O nedenle ben bugün, onun şu tarzda konuşmasında hiçbir sahtelik, hiçbir abartma görmüyorum:
"Benimsemediğim hiçbir yerde olmam. Beni kimse bir şeye zorlayamaz. 'Lider böyle istedi', 'Babam böyle dedi', ı- ıh sökmez. Gerçekten benimsersem bir şeyin parçası olurum. O zaman da iyi bir neferi olurum. Ne zamana kadar? Umudum ve inancım bitinceye kadar. Umudum ve inancım bitince de bir dakika durmam. 'Eyvallah' der, giderim."
Keza, Başbakan Tayyip Erdoğan'a muhabbetini, "sevdalısıyım bu adamın" ölçüsünde, frenleri hepten kopmuş bir üslupla ifade etmesini de "içi dışı bir" karakterine ve hesapsız-kitapsız tavrına veriyorum. Düşünün, bu sözlerden sonra hükümetle ilişkilerinde hep projektör altında olacak. Hesapla-kitapla hareket eden bir insan böyle mi davranırdı? Bu "muhabbet"i gizlemeye çalışmak daha akıllıca olmaz mıydı?
Bir işadamı olarak sadece aleyhine sonuç doğuracak bu sözlere hiçbir itirazı
Kaç kişi yemeğini bir gün Paper Moon'da yer de ertesi gün bir köy sofrasında bağdaş kurup oturur ve dışarıdan bakan biri her iki sofrada da "siyah ördek" görmez; kaç kişi aynı anda hem Siirt'te cami yaptırır hem de İstanbul Modern'in Yönetim Kurulu Başkan Yardımcılığını üstlenir?
Fakülteden sınıf arkadaşım Ethem Sancak'la meğer bir de "ideolojik arkadaşlık" dönemimiz olacakmış... Farklı "siyaset"lerden gelip (12 Eylül öncesinin 49 sol grubunun her birine "siyaset" denirdi: Aydınlık siyaseti, Halkın Yolu siyaseti, Dev-Yol siyaseti, vb.) "Aydınlık siyaseti"nde buluştuğumuzda, sene 1977'ydi. O ağırlıklı olarak partide (Türkiye İşçi Köylü Partisi) ben de gazetede (Aydınlık) çalışıyordum. Bir ara, sanıyorum birkaç aylık bir dönem için partinin il merkezinde birlikte de çalıştık.
O dönemde, partinin, "İki süper devletten daha tehlikelisi olan Sovyet sosyal emperyalizmine karşı milli güçleri biraraya getirme siyaseti" devredeydi ve Ethem Sancak'ın da aralarında bulunduğu il yöneticileri bu amaçla başka partileri ve kuruluşları ziyaret ediyorlardı. En sıkıntılı ziyaretler, "komünist bir partinin hiç işinin olmaması gereken" Necmettin Erbakan'ın Milli Selamet Partisi teşkilatlarına yapılan ziyaretlerdi. Çünkü onların dilleri, oturup kalkmaları çok farklıydı ve bizimkiler onlarla iletişim kurmakta zorlanıyorlardı. Fakat heyette Ethem Sancak varsa durum değişiyordu. Toplantılarda adeta "onlardan biri" haline gelen Sancak sayesinde karşılaşmalar dostça bir havada geçiyor, ortada tedirginlikten eser kalmıyordu.
Ethem Sancak, geleneksel ilişkilerin ancak yaşayarak öğrenilebilecek o saf ve sıcak dilini nereden öğrenmişti? O zamanlar çözemediğim sorunun cevabını, yıllar sonra Türkiye'nin önde gelen işadamlarından biri olarak gazetelere verdiği söyleşilerden öğrendim. Meğer çocukluğunu ve ilk gençliğini, lideri babası olan çok büyük bir ailenin (yaklaşık 1500 kişi) üyesi olarak Güneydoğu'da geçirmiş. Şimdi kendisinin liderlik ettiği ve artık ana gövdesiyle İstanbul'a göç etmiş bu geleneksel aileyi şöyle anlatıyor:
"Aşiret değil, toprak sahibi değil, olağanüstü zengin de değil ama Güneydoğu'da çok sevilen, sayılan ve sözü dinlenen bir aile. Bunun farkında olarak büyüyorsun. Bir sürü de akraban var. 80 çocuk aynı sofrada aynı anda yemek yiyoruz... Çünkü 1500 kişilik bir aileyiz ve hep beraber yaşıyoruz. Konaklar, evler yan yana. Sofra hazırlanır, herkes toplanır..."
"Sevdalısıyım Tayyip Erdoğan'ın" bahsi...
Ethem Sancak, bu geniş aileden üniversite okumaya gönderilen ilk genç; aile o kadar geleneksel yani... Böyle bir ailenin ve böyle bir babanın, şehre gönderdikleri temsilcilerinin "zamanın ruhu"na uyup "kızıl" (sonradan "kızıl milyarder") olmaya karar verdiğini öğrendiklerini düşünün. Sonuç: Babanın oğula tam sekiz yıl süren küskünlüğü...
Biz o zamanlar bunların hiçbirinin farkında değildik, fakat açıkçası farkında olsaydık da "Ethem bu kadarını nasıl göze almış acaba" demezdik. Çünkü biliyorduk ki Ethem Sancak neye mal olursa olsun inandığının peşinde giden bir insandı. O nedenle ben bugün, onun şu tarzda konuşmasında hiçbir sahtelik, hiçbir abartma görmüyorum:
"Benimsemediğim hiçbir yerde olmam. Beni kimse bir şeye zorlayamaz. 'Lider böyle istedi', 'Babam böyle dedi', ı- ıh sökmez. Gerçekten benimsersem bir şeyin parçası olurum. O zaman da iyi bir neferi olurum. Ne zamana kadar? Umudum ve inancım bitinceye kadar. Umudum ve inancım bitince de bir dakika durmam. 'Eyvallah' der, giderim."
Keza, Başbakan Tayyip Erdoğan'a muhabbetini, "sevdalısıyım bu adamın" ölçüsünde, frenleri hepten kopmuş bir üslupla ifade etmesini de "içi dışı bir" karakterine ve hesapsız-kitapsız tavrına veriyorum. Düşünün, bu sözlerden sonra hükümetle ilişkilerinde hep projektör altında olacak. Hesapla-kitapla hareket eden bir insan böyle mi davranırdı? Bu "muhabbet"i gizlemeye çalışmak daha akıllıca olmaz mıydı?
Bir işadamı olarak sadece aleyhine sonuç doğuracak bu sözlere hiçbir itirazı