28 Şub 2011 08:02 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 12:04

"ARKAMDA PARMAKLARINI UZATMIŞ 'SIRA SENDE' DİYEN BİR KORO VAR!"

"Ben kendi nehrimin kenarındayken Ahmet Hakan'ı sabahın köründe kaldığı otelde polis bastı."

Köprüden önceki son çıkış

Geçen hafta kendi kendime bir iç yolculuğa çıktım. Hazır fırsat bulmuşken kapağı nehir kenarına attım, diyeyim moda tabirle. Oradaki hava değişikliğinin kendime iyi geleceğini düşündüm.
Bir muhasebeye giriştim... Nereden geldim ve nereye giriyorum, dahası bundan sonra neler yapmam gerekiyor...
Tabii en önemlisi bundan sonra neler yazmam gerekiyor.
Arkamda parmaklarını uzatmış 'Sıra sende' diyen bir koro var.
Bazı gazeteci büyüklerimin 'Artık sen de biraz yumuşa, bu kadar eleştirme' tavsiyelerini dinliyorum.

Bu sancılı dönemin suya sabuna dokunmayan 'yaşam tarzı' yazılarıyla mı geçmesini beklemeliyim acaba? Ne olacak, bir 10 yıl yetecek kadar yedek malzemem var: Restoranlar, şehirler, kitaplar, filmler, konserler derken yazı konusu kendini yeniden yarattıkça yaratır.

Tabii bazılarınız da ısrarla 'Bu dönemi de amma abarttın, burası Putin Rusya'sı değil ki, bak gazetelere bir sürü muhalif yazar var' diyor. Doğru, hakikaten de var. Hatta televizyonlara çıkan, düzenli olarak hükümete muhalefet eden meslektaşlarımız da var.
Eğer suya sabuna dokunmadan, yüzeysel kalarak muhalefet yapacaksanız bu düzen sizi 'göstermelik' olarak bir köşede tutuyor. Etrafa 'Bak bizim de muhalifimiz var' diye örnek veriyor.
Yeter ki kritik konularda pek sesinizi çıkarmayın, arada sırada da 'Sayın Başbakan, yapmayın etmeyin, lütfen' gibi şeyler yazın. O zaman sorun yok...
Baksanıza bu aralar gazeteciler kendilerini oranlarla tanımlar hale bile geldi: Ben yüzde 60 muhalifim, gibi sözler duyuyorum orada burada.
Ve ilk günden beri 'Tutunamayanlar'ın o meşhur sorusu kafamdan çıkmıyor: 'Ne yapmalı?'

- - -
Ben kendi nehrimin kenarındayken Ahmet Hakan'ı sabahın köründe kaldığı otelde polis bastı. Ana muhalefet partisi liderini televizyonda konuk ettiği bir programın sabahına gelen bu baskının tek amacı belli ki gözdağı vermekti. Çünkü çoktan bitmiş, kapanmış bir dava yüzündendi hakkındaki yakalama kararı.
Hayatını, yaşadığı semte kadar göz önünde tutan ve hemen her saat nerede olduğu bilinen bir gazeteciyi ancak sabahın köründe bir otel odasında bulmaları başka nasıl yorumlanır...
Belli ki onun üzerinden hepimize gözdağı vermek istiyorlar, bu mesajı hepimizin okumasını istiyorlar.
Hedef kitle de öyle kalabalık değil; kala kala üç-beş kişi kaldık zaten. Ve bu kadarına bile tahammülleri yok.

- - -
Ahmet Hakan'ın yaşadığı olaydan sonra bir kez daha 'Ne yapmalı' diye sordum.
Gözdağından çıkartılacak mesajları okuyup, 'abi tavsiyelerini' dinleyerek hareket etmek de bir seçenek. Bir anlamda 'köprüden önceki son çıkış' işte: Son bir seçenek sunuyorlar...
O çıkışı kullanacak mıyız, o köprüden geçmekte ısrar edecek miyiz?
Açık söyleyeyim...
Susmanın, sinmenin, kendini yeniden yaratmanın garantili bir tarafı var. Dahası, korku da insana özgü. Anlarım... Eğer o 'çıkışı' kullanacaksanız, bu uzlaşmaya imza atacaksanız kafanız rahat olsun.
Ama bu dönemde korkmanın, geri çekilmenin de ahlakla ilgili bir tarafı olduğunu düşünüyorum. Zaten istenen bu: Çok az sayıdaki son muhalifler de sinsin, bütün gazeteler 'pembe haberlerle' dolsun.
Onun yerine bildiğini daha da kuvvetli açıklamanın vakti değil mi?
İnandığını daha da şiddetli söylemenin sırası gelmedi mi artık?
Korkmaktansa, susmaktansa, Türkiye'nin 'aile sırlarını' bağıra bağıra deşifre etmek için bundan daha iyi fırsat mı var?
En azından susturulana, bizlere tanınan süre dolana kadar... Bana kalırsa söyleyebildiğimizi, gücümüzün yettiği yere kadar zamanı benim için.

Oray Eğin / Akşam