Arda Turan'dan eleştirilere 'Kemal Kılıçdaroğlu'lu açıklama: Ben hayatta kimseye biat etmedim
Futbolu bıraktıktan sonra Türkiye'ye döneceğinin sinyallerini veren Arda Turan, kendisini eleştirenlere de cevap verdi.
Barcelona'lı futbolcu Arda Turan, kendisine yönelik eleştirilere
yanıt vererek, "Herkese eşit mesafede duruyorum. Eğer bir gün Kemal
Kılıçdaroğlu, bu ülkenin başbakanı olur ve soyunma odasına gelirse,
Erdoğan’a gösterdiğim saygıyı ona da gösteririm. Benim için herkes
aynı. Ben hayatta kimseye biat etmedim" diye konuştu.
Hürriyet'ten Ayşe Arman'a konuşan Arda Turan, Ekşi Sözlük'te
kendisine yönelik yapılan “Devlet büyüklerine minnetlerini,
şükranlarını her ortamda sunan ama mafya babalarına selam gönderen,
kupa hediye eden bir adam” yorumuyla ilgili olarak, "Mafya babası
dedikleri Mehmet Ağar mı? Ne ayıp! Mehmet Ağar, benim için ülkesine
hizmet etmiş eski bir bakan. Sevdiğim bir büyüğüm. Saygıda kusur
etmem. Hiçbir büyüğüme etmem" dedi.
Ayşe Arman'ın Arda Turan'la yaptığı söyleşinin bir bölümü
şöyle:
Nasıl oluyor da, kafayı yemiyorsun?
- Ben tevekküle inanan bir insanım. İnançlarım gereği, her şeyin
Allah’tan geldiğine inanıyorum. Bu duygu da beni kafayı yemekten
koruyor. Bir de gerçekçiyim. Evet, futbolda gelebileceğim en üst
noktaya geldim. Ama bir gün bu rüya bitecek. Buna hazırlıklıyım. Şu
anda futbolculuğumda elimden gelenin en iyisini yapmaya
çalışıyorum. Üzerinde Arda formasıyla top oynayan bir küçüğü
görmenin verdiği manevi tatmin, anlatılır gibi değil. Doğru bir rol
model olmak istiyorum.
Ne güzel, ne olgun laflar bunlar! Oysa biz kafayı
yiyoruz... Senin kazandığın parayla, attığın, atamadığın gollerle,
gittiğin partilerle, gezdiğin kızlarla, like’ların, mike’larınla...
Bunlar bize dert oluyor. Sen nasıl bu kadar cool
kalıyorsun!
- E çünkü başka türlü davranırsam annem kızar! Evet benim attığım
her adım haber oluyor. Ama Barcelona’nın herhangi bir oyuncusu da
haber olur. Ben içimden nasıl geliyorsa öyle yaşıyorum. Kendimden
başka bir adam olursam, kendimi kasarsam, ben, ben olamam.
Kasmıyorum...
Kibirli davranırsan annen ayar çeker, öyle mi?
- Kızar diyelim. Aileme saygım büyük, onları utandıracak bir şey
yapmam.
Ulaştığın bu konum seni ne kadar zorluyor?
- Kendime ait zamanım neredeyse hiç yok. Eve gelince küt diye
devriliyorum. Sponsorlar, röportajlar, fotoğraf çekimleri, yardım
kuruluşlarıyla ilgili bir şeyler, hep bir aktivite. Futbol oynamak
neredeyse işimin en kolay yanı. Senede 60 maç oynuyoruz.
Antrenmanlar, seyahatler, sürekli yollardayım...
Olduğun yeri muhafaza etmenin sırrı ne?
- Galiba ‘farkındalık’. Sana yardım edecek kimse yok aslında, bir
tek sen varsın. Konsantrasyonun hep yüksek olmalı. Dış etkenlere
karşı kendini kapamalısın. Polemikleri, yazılanları ciddiye
almamalısın. Benim düşünmem gereken annem, babam ve sevdiklerim, o
kadar. Gerisi sağlığımı korumak, işime odaklanmak ve sahaya çıkıp
elimden gelenin en iyisini yapmak.
Peki bu, nasıl bir stres, nasıl bir baskı? Ne kadar büyük
yani?
-Valla benim açımdan kalması en zor yer Atletico Madrid’di. Bugün
daha az baskı var. Yarın öbür gün Barcelona’dan ayrılsam,
kariyerimi en üst seviyede bırakmış olacağım. Başardım yani. Artık
kimseye bir şey ispatlamak zorunda değilim.
Yaşadığın hayatı ve stresi başkaları kaldırabilir
mi?
- Elbette! Ben nasıl yaptıysam, başka gençler de yapabilir. Ay’dan
gelmedim! Türk insanı bu yetenekte ama doğru yönlendirmek
gerekiyor. Mesela Galatasaray’da oynarken bana yapmadıklarını
bırakmadılar. İzin günümde istediğim yerde, istediğim kişiyle
gezemeyecek miyim? Türkiye’de böyle saçma kısıtlamalar var. 21
yaşında bazı fikirlerini söylediğinde, “Çok konuşuyor! Her şeyi
biliyor! Ukala!” oluyor. Başarmanı istemiyor, saygı duymuyorlar.
Avrupa’da doğru bir şey söylüyorsan, insanlar sana saygı
duyuyor.
Öyle bir anlattın ki, sanki senin hiç hatan
yoktu...
- Olmaz mı? 18 yaşında cebinde 500 bin doları olan, evini,
Porsche’sini almış, bir anda şöhretin tepesine çıkmış bir çocuktan
ne bekleyebilirsiniz? Tabii ki hata yapacak. Ben de yaptım. Ama
kötü niyetli değildim. Heyecanlıydım, çömezdim ve sonradan
görmeydim. E bunlar da normal.
Sonradan görme olduğunu çok az insan itiraf
edebilir...
- Bizde yalan yok!
Bugün geldiğin noktada en çok kime teşekkür
ediyorsun?
- En çok Allah’a, anneme-babama ve bana destek olan hocalarıma,
arkadaşlarıma. Ben çok arkadaşı olan bir adamım. Onların varlığı
bana hep güç verdi, diri ve canlı tuttu. Her zaman evimde beş-altı
çocukluk arkadaşım olur.
Hâlâ mı?
- Tabii tabii, Bayrampaşa’dan arkadaşlarım, Yeşilköy’den ve
Galatasaray altyapısından arkadaşlarım. Dostluklarım bin yıl sürer.
Vefa önemlidir bizde.
Herkes senin için, “Müthiş bir futbol zekâsı var!”
diyor...
- Onu bilmem, bildiğim şu: Kuvvetli yanlarımı da, eksik yanlarımı
da görebiliyorum.
Bunu nasıl öğrendin?
- İzleyerek. ‘Görsel antrenman’ yaparım. Futbolcuların çoğu çok
fazla maç izlemez. Ben izlerim. Mesela, 30 metreden kaleye şut
atmam. Çünkü iyi şut atamadığımı biliyorum. Hiçbir zaman rakibin
sağından atıp, solundan geçmeye çalışmam. Çünkü süratime o kadar
güvenmiyorum. Hep topu kaybetmemek üzere kısa çalımlar ve paslar
atarım.
Kendini keşfetmende birileri sana yardımcı oldu
mu?
-Çok kişi oldu. Fatih Terim’in bir cümlesi hiç aklımdan gitmez
mesela. Taktiksel açıdan kenarda oynuyordum. “Kenarda oynarsan,
sadece bir mevkiinin özel oyuncusu olarak kalırsın. Ama içeriye
girersen, oyununu çeşitlendirir, dünya starı bile olursun!”
demişti.
Futbolcunun yaptığı işe bak!
Kısa pantolonlu bir çocukken de, “Ben dünya starı olacağım” diyor
muydun?
- Büyük işler başarabileceğime inanıyordum. Genç Milli’de biz, 16
yaş grubunda, 40 maç yenilmeyen, 87 doğumlu bir gruptuk.
Rakiplerimiz şu an dünya starı olan futbolcular. Biz onları 16
yaşındayken yeniyorsak, 21 yaşında niye yenemeyelim? 23 yaşında
niye onlarla aynı seviyede olamayalım? Olabilirdik. Ama işte o
çocukların bir kısmı kaybolup gitti. Ben hep şunu iddia ettim:
Türkiye’deki sistem sıkıntılı. Genç futbolcularda da sorun var ama
ille de ‘suçlu’ aranacaksa, hocalar ve sistem suçlu.
Sence neden kaybolup gitti o çocuklar?
- Çünkü bu ülkenin futbola, futbolcuya bakışında sıkıntı var.
‘Topçu’ olarak değerlendiriliyorlar. Küçümseniyorlar. Tamam
bindikleri arabalar, giydikleri kıyafetler, bir sindirememişlik
oluyor. Birdenbire paraya, üne kavuşunca hazmedemiyorlar. Ben de
benzer şeyler yaşadım. Yine de bu gençlere anlayışlı davranmalı,
saygı göstermeli. İspanya’da halk kahramanı gibi
algılanıyorlar.
E sen de kendi ülkende öyle
değerlendiriliyorsun...
- İyi de, ben kapağı yurtdışına atıp başarılara imza attıktan sonra
halk kahramanı ilan edildim! Galatasaray’dayken haylaz, yaramaz
çocuktum... Biz futbolculara, “Ya işte kıyafeti şöyle!” diyoruz.
Sana ne kıyafetinden! Sen yaptığı işe baksana! Bu çocuk kim bilir
nereden gelmiş? Eleştirmeyi, yargılamayı keseceksin. Ona zaman
vereceksin. Bir de bazı şeyleri öğreteceksin. Altyapılara, genç
milli takımlara İngilizce eğitimi şart mesela. Psikolojik eğitim
şart. Davranış bilgisi eğitimi şart. Profesyonel anlamda bir yere
geldiği zaman, nasıl konuşacak, nasıl giyinecek, nasıl
davranacak?
Bunları nasıl öğrendin?
- Kafamı gözümü yararak! Bakarak, görerek. Bazı komplekslerini de
yenmeli insan. Bu dünyada en iyi giyinen futbolcu kim mesela? David
Beckham mı? Nasıl giyiniyor, n’apıyor, hangi saati takıyor, açıp
bakarım abi! Evet aynı giyinemem belki, fiziksel farklılıklarım da
var ama ona yakın giyinirim. Taklit etme ama örnek al! Bunda
çekinecek bir şey yok.
'Haddimi bilerek buralara geldim'
Sanatçılıkta bile torpil olabilir ama futbolculukta olmaz. Her şeyi
yeteneğe bağlamak da doğru değil. Çalışacaksın. Sürekli kendimi
çalışıyorum ben. Haddimi bilerek buralara geldim.
'Türkiye’de köşe yazarları bilmedikleri konuda sekiz yazı
yazıyorlar'
Peşinde sürekli paparazzilerin dolaşması seni rahatsız ediyor
mu?
- Etmiyor. Ama olanı yazsınlar. Cuma yemekteysem, pazar maç varsa,
“Cumartesi gecesi dışarıdaydı!” demesinler. Enerji içeceği
içiyorsam, “Votka enerji içeceği içiyordu” yazmasınlar!
Burada böyle şeyler olmuyor mu?
- Hayır! Burada Messi’yi bile kimse çekmez. Madrid’de Ronaldo’yu
Irina’yla çekmiyorlardı, düşün. Türkiye’de delirdiğim başka şey de,
köşe yazarlarının hâkim olmadıkları konular hakkında yorum yapıp,
yazı yazmaları, bilmedikleri şey hakkında sekiz tane yazı
yazıyorlar.
O zaman bir futbolcu için Türkiye’den gitmek rahatlatıcı
bir şey...
- Yüzde yüz kendini geliştiriyorsun. 22-23 yaşında genç bir adam,
yurtdışına gidince hayatıyla ilgili risk alıyor. Ki ben,
Galatasaray’da ne olursa olsun, konuştuğumuz bütün olumsuzluklara
rağmen prens gibiydim. Ama hayallerim büyüktü, “Bir gün
Barcelona’da oynar mıyım? Yapabilir miyim?” O yüzden gittim. Şimdi
dönüp bakıyorum da iyi ki hayallerimin peşinden gitmişim.
Futbolu bırakınca federasyon başkanı olabilirim
“Futbolu bırakacağım” dediğin bir yaş var mı?
- Hayalim üst seviyedeyken bırakmak. Fiziken tam düşmeden. O da
35’ler filan.
Ondan sonrası peki?
- Zaman gösterecek. Belki federasyon başkanlığı, belki kulüp
başkanlığı, belki de Galatasaray’a sportif direktörlük. Zamanı
gelince bakacağız.
Türkiye’ye dönmek istiyorsun yani...
- Elbette! Bu birikimle mutlaka ülkeme dönmem gerekiyor. Türk
futbol tarihinin özel oyuncularından biri olarak algılanıyorsam, o
zaman bu işin yöneticilik kısmında da genç oyuncuların yetişmesi
için uğraşmalıyım diye düşünüyorum.
Peki aile kurmak...
- Çok istiyorum. Ama hayatta hiçbir şeyle ilgili bir paniğim
olmadı. Hayırlısı...
Senin durumundayken, kadınlar Arda Turan’a mı geliyor, sana
mı?
- Şu anda bir kız arkadaşım olduğu için ona saygımdan dolayı sadece
onun için konuşabilirim. Kız arkadaşım Aslı, benimle, ben olduğum
için birlikte. Beni sevdiğine inanıyorum.
'Isınırken Kur’an dinliyorum'
Sahaya çıkarken ritüellerin var mı?
- Isınmam 18 dakika sürüyor. Kalça ve bel hareketleri yapıyorum. O
esnada Kur’an dinliyorum. İyi geliyor.
Dinle ilişkin ne zaman başladı?
- Küçüklüğümde. Dedemle alakalı. Kendi içimde yaşarım. Benim
Umre’ye gittiğimi de kimse bilmez. İki-üç sene önce...
Ekşi Sözlük’e baktım, 900 küsur sayfa yazılmış
hakkında...
- Orada bana inanılmaz geçiriyorlar. Bazısı mantıklı. Ama içinde
zekâ olmayan eleştiriler de var...
Senin için, “Allah, kitap, din, kandil gibi kelimeleri
dilinden düşürmeyen, ancak âlemlere akmayı çok seven bir arkadaş”
diyorlar, kızıyor musun?
- Hiç kızmıyorum...
"İkisi de benim” mi diyorsun?
- Bizim kitabımızda, hepimizin hesabı Allah’la. Kalplerdekini en
iyi Allah bilir. Hiçbir kul, hiçbir kulu yargılayamaz. Ne ben seni
yargılayabilirim ne sen beni. Ama İslam dini yanlış anlatıldığı
için bizler pek çok sıkıntı yaşıyoruz. Benim evime, beş vakit namaz
kılan da geliyor, ateist olan da, sabah-akşam şarap içen de...
Hepimiz aynı sofrada buluşuyoruz, hepsinin de başımın üzerinde yeri
var. İbadetimi de, sevaplarımı da, günahlarımı da kimse bilemez.
Güzel bir söz var: “Günahından haberiniz olabilir ama tövbesinden
var mı?” Kısacası hakkımda bu şekilde atıp tutanlara kızmıyorum,
onlar için üzülüyorum.
“Devlet büyüklerine minnetlerini, şükranlarını her ortamda
sunan ama mafya babalarına selam gönderen, kupa hediye eden bir
adam” diyorlar senin için...
- Mafya babası dedikleri Mehmet Ağar mı? Ne ayıp! Mehmet Ağar,
benim için ülkesine hizmet etmiş eski bir bakan. Sevdiğim bir
büyüğüm. Saygıda kusur etmem. Hiçbir büyüğüme etmem. Bu arada, ben
sporcuyum. Herkese eşit mesafede duruyorum. Eğer bir gün Kemal
Kılıçdaroğlu, bu ülkenin başbakanı olur ve soyunma odasına gelirse,
Erdoğan’a gösterdiğim saygıyı ona da gösteririm. Benim için herkes
aynı. Ben hayatta kimseye biat etmedim.
Hürriyet'te yayımlanan söyleşinin tamamını
okumak için tıklayın