Medya
01 Kas 2011 08:27 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 12:57

ARAZİYE YATTIĞIN GÜN SIRA SANA DAHA GELMEMİŞ MİYDİ CAN KARDEŞ?

Reha Muhtar, üniversiteden sınıf arkadaşı olduğu Can Dündar'a 10 yıl önce yapılan "medya operasyonunu" hatırlattı.

Araziye yattığın gün sıra sana daha gelmemiş miydi Can kardeş?..

Sevgili Can Dündar,

Hafta sonunda senin Akşam gazetesine verdiğin röportajı okudum...

Uğur Dündar’ın Doğan Grubu’ndan ayrılması için, “Bir gün sıra bize de gelecek” demişsin...

Seni ve son yıllardaki siyasi duruşunu düşünecek olursak, çok enteresan bir tavır...

“Niye sana sıra geldi?” ya da “niye sana sıranın geleceğini düşünüyorsun” bilmiyorum...

Keşke sıranın sana hiç gelmediği ve gelmeyeceği günlerde “bu demokrat ve özgürlükçü sesleri çıkartabilseydin?..”

Çok makbule geçerdi...

“Bir süre taviz verilebiliyor belki... Esneme noktamız var belki... Ama biz kırıldık...” demişsin;

“Esneyecek bir yer kalmadı...”

***

Ne kadar esnemiş olduğunu doğrusu pek bilemiyorum Can kardeş, niye kırıldığını da?..

Ancak nedense, “özgürlükleri ve demokratlığı hep sıra sana gelince ya da bu çıkışlarının prim yapacağına inandığında aklına getiriyorsun...”

Oysa sevgili Can;

Demokrasi ve basın özgürlüğüne, medyaya yapılan operasyonlar bugün sadece sıra sana geldiğinde düşüneceğin kadar basit olaylar değil ki...

Hatırlar mısın daha 10 yıl bile olmadı, sen de o sırada SHOW TV’de belgesel yapıyordun...

Hani büyük bankalara el koymuşlardı Türkiye’de...

Hani bankalara el koyar koymaz, bankaların sahibi koca koca işadamlarına “Bankalarınızı kurtarırız, fakat bir şartla...” demişlerdi...

O şartı da şöyle açıklamışlardı:

“Televizyon ve gazetenizin yayın politikasını ve tepesindekileri değiştirirseniz...”

Tesadüfe bak ki, basın özgürlüğü haykırışlarını içeren bu röportajını, Akşam gazetesine vermektesin...

Keşke onlar sana sorarken, sen de onlara sorsaydın, “Bankaları kurtarmak için gazete ve televizyonlar üzerinde operasyon yapıldı siz hatırlıyor musunuz acaba?..” diye...

***

Sana soru soran kadın meslektaş, muhteşem demokrat olan karizmanın etkisinden sıyrılıp o günleri hatırlar mıydı bilmem, fakat gazetesinde mutlaka bu konuda “çok derin bir arşiv bulunmaktadır...”

Keşke, “el konulan bankaları kurtarmak karşılığı, televizyon haberlerinin yönetiminin değiştirilmesi operasyonlarına da sesini çıkartabilseydin” Can kardeş...

Siyaset, bankalara el koyma, dayatma, hapis ve medya operasyonlarından oluşan, o kirli zincirin halkaları arka arkaya geçtiğinde, üstelik 30 yıllık okuldaki sıra arkadaşının üzerinden buldozer gibi geçildiğinde, “Günah değil mi?.. Bu mudur demokrasi, özgürlük, çoğulculuk, serbest rekabet ve Cumhuriyet?..” diyebilmiş olsaydın...

Fakat sıra sana gelmemişti değil mi o sırada?..

***

Ben müsterihim...

Atatürk filmini yaptığın gün ve sonrasında sana kurulan “idam sehpalarını” kırabilmek için, hiç düşünmeden kendimi ortaya attığımda, seni değil, demokrasiyi savundum...

Ne kadar kalkan olabileceksem, o kadar canhıraş kalkan olmaya çalıştım, film yapma özgürlüğün için...

Bunu yaparken, senin “el konulan bankaları geri verme karşılığı yapılan medya operasyonunda, basın özgürlüğü adına, demokrasi ve özgürlükler namına tek bir satır” kalem oynatmadığını elbette biliyordum...

Sesinin hiç çıkmadığı, hiçbir şey olmamış gibi araziye yattığın o günlerde, “demokrasiyi savunmak” sana itibar ve prim getirmeyecek değil mi?..

O zaman rüzgarlar başka esiyordu çünkü...

Ve elbette sıra daha sana gelmemişti...

***

Hiç anlayamadım; bana yapılan medya operasyonundan hemen önce, “belgeselimi yapmak için başlattığın çalışmayı aniden ve nedensiz yere” niye kesiverdin?..

***

Önemi yok...

“Mustafa” filmin için de, Mustafa Balbay için de ben her zaman özgürlükler için savaşmayı “prim için yapılmayan bir demokrasi savaşı olarak” gördüm......

Ne ki, maalesef senin için aynı şeyi söyleyemeyeceğim arkadaş...

Ufuk Güldemir, seni Milliyet’e “romantik isyankar özgürlükçü kalem” olarak aldığında senden yazar özgürlüğü için sonuna kadar “arkasında durmanı arzu etmişti...”

Ahmet Altan’a Milliyet’te o “linç” tepkisi geldiğinde ve Altan’ın gazeteyle ilişiğinin kesilmesi istendiğinde, Ufuk’un tek arzusu kendi arkasında durduğu “kalem” olarak senin de onun arkasında durmandı...

Sen dümeni başka tarafa kırdın, orada olmadın......

Ufuk yapayalnız istifa etti...

Çok sonraları senin için çok başka şeyler de söyledi...

Fakat onları söylemek ayıp burada; öyle değil mi?..

***

Üniversite birinci sınıfta yan yana oturduğumuz 78 yılından beri hep beraberiz değil mi sevgili Can?..

Okuldaki sıra arkadaşlığı, eşlerimizle beraber geçirdiğimiz yılbaşı geceleri, birbirimizin evliliklerini içinde yaşayacak kadar yakın olup, hazırladığımız evlilik davetiyeleri, Atina’da, Ankara’da, İstanbul’da sabahlara kadar süren ev sohbetleri, hepsi bizim kişisel tarihimizin silinmez birer parçası öyle değil mi?..

Bilir misin?..

Bunca samimiyete, bunca yakınlığa, bunca paylaşmışlığa karşın, bir günden bir güne, başıma demokrasi dışı kalleş bir olay gelirse “Can’ı yanımda bulurum” diye düşünmedim...

Olmazdın biliyorum...

Sıra sana gelmemişse, oralarda hiç bulunmazdın...

Hele “demokratik ve romantik isyankar prim getirmeyecekse” hiç oralı olmazdın...

Sıra sana gelmişse demokrasiyi, prim getirecekse basın özgürlüğünü hatırlaman, gerisinde “arazi olman ya da araziye uyman” ondandır...

Başkaca bir nedeni yok...

“Can”ın sağolsun kardeş!..

Reha Muhtar/Vatan