ARAMIZDA AŞK VE NEFRET İLİŞKİSİ VAR!
Televizyon dünyasının çiçeği burnunda çifti Ece Üner ve Deniz Bayramoğlu evlerinin kapısını ilk kez Yeni Şafak'tan Büşra Sönmezışık için açtılar.
Televizyon dünyasının çiçeği burnunda çifti Ece Üner ve Deniz Bayramoğlu evlerinin kapısını ilk kez Yeni Şafak’tan Büşra Sönmezışık için açtılar.
Yoğun çalışma temposundan dolayı birbirlerini göremediklerini anlatan yeni evli çift: "Vakit buldukça arkadaşlarımızı çağırıyoruz, evde yoğurt yapıyoruz. Kavga da ediyoruz, çok da eğleniyoruz. Aramızda aşk ve nefret ilişkisi var" diyor. İşte Yeni Şafak’taki o röportajdan çarpıcı bölümler:
Ece Üner, Habertürk’te Akşam Raporu, Deniz Bayramoğlu ise CNN Türk’te Güne Merhaba programını sunuyor. Deniz Bayramoğlu, canlı yayında Ece Üner’le evleneceğini duyurmuştu. İki televizyoncu geçtiğimiz ay hayatlarını birleştirdiler. Biz de onlarla hem evliliklerini hem de medyayı konuştuk. Doğal ve samimi tavırlarıyla ortaya bu güzel sohbet çıktı.
Nasıl tanıştınız?
Deniz Bayramoğlu: O sıralar ben CNN Türk’te çalışıyordum. Bir gün Ece’yi asansörden inerken gördüm, öylece yürüdü gitti. İlk görüşte aşık oldum. Ece’nin babası bizim şirketin genel müdürüydü. Bir süre uzak kaldık ama o dönem arkadaş olduk. Ben Ece’nin arkadaşlarını arkadaş edindim ona daha yakın olabilmek için (gülüyoruz).
Yöneticinin kızını istemek zor olmadı mı?
Deniz: Ben Dinç Bey’i Ece’den önce tanıdım. "Sen yokken o vardı" derim hep. Başlarda güvene ihanet mi ediyorum diye düşündüm. Bir taraftan da gönül ferman dinlemiyor...
Büyük cesaret...
Ece Üner: İstemeye geldiklerinde babam da öyle dedi.
Deniz: Deli tarafım vardır. İyi ki de yapmışım o deliliği.
DÂHİLİK VE DELİLİK ARASINDA
Sizi bu delilikler mi etkiledi?
Ece: Tabii. Bir şey sıradan olmadığı zaman çok hoşuma gidiyor. Benim için her şey aleladenin haricindedir. Deniz’in dâhilikle delilik arasında gidip gelen bir tarafı var. Pek çok engelle rağmen yol kat ettik, bu benim için önemliydi. Denizin cesareti, bana yaklaşımı hoşuma gitti. "Ürkütme yavru ceylanı" taktiği ile önce çok çaktırmadı sonra dozajını iyi ayarladı. Güzel bir dönemdi. (gülüyoruz)
Siz Ece hanıma iki defa evlenme teklifi yapmışsınız. Neden, ilkinde kabul etmedi mi?
Deniz: Yok. Ben askere gidecektim, araya uzun bir dönem giriyordu. Orada biraz daha mühürleyeyim istedik. Tekrar teklif ettim.
Tanıştıktan ne kadar sonra evlendiniz?
Deniz: Üç buçuk yıl sonra.
Ece: Hayır, dört buçuk. Bizim Deniz ile dalgalı bir ilişkimiz oldu. O da ben de çok hararetliyiz. Bir ipte iki cambaz oynamaz. Mühürleme diyerek iki saattir kıvrandığı teklif o zamanlarda geldi. (gülüyoruz)
Ece hanımı etkilemek zor oldu mu?
Deniz: Çok zor oldu. Ama yılmadım.
Ece: Gerçekten şiir beni çok etkiliyor. Kelebeğin Rüyası’nda "bir kadının bir şiirlik canı vardır" diyor. Ben dokuz canlı çıktım. Şiir hayatın anlamı demek, onu bana sundu. Bir de hayatımda gördüğüm en zeki insan. Benim alt edemediğim bir zekâsı var. Bu beni çok etkiledi.
Deniz: Hemen hemen aynı şeyleri ben de Ece için söyleyebilirim. O yüzden şaşırdım açıkçası.
EVLİLİKTE MUTLULUK HALA SIR
Anlaşabiliyor musunuz?
Deniz: Hayatta en iyi anlaştığım aynı zamanda da hiç anlaşamadığım kişi Ece. Biz günlerce gülebiliyoruz. Yine aynı şiddette kavga da edebiliyoruz. Hayatım boyunca Ece kadar iyi anlaştığım, güldüğüm ve kavga ettiğim başka birisi olmadı.
Ece: Evlilikte iki şey öğrendim. Birincisi evlilikte mutluluğun sırrı hala bir sır. İkincisi kadın erkeği daha az sevmeli daha çok anlamalı, erkek ise kadını daha çok sevmeli ve anlamaya çalışmamalıdır (gülüyoruz). Eğer evliliğin ana dili huzur ve anlayışsa ben bazen ana dilde konuşma yasağı getirebiliyorum. (Deniz bey çay doldurmaya gidiyor) Deniz tam da öz eleştiri kısmında gittin duyamadın.
Deniz: Duydum duydum.
Ece: Deniz’in dediği gibi aşk ve nefret ilişkisi var aramızda.
Daha çok hangi konularda anlaşamıyorsunuz. İşte mi özelde mi?
Ece: İş değil varoluşsal. Tamamen hayattaki duruş ve meselelere bakış ile ilgili. Seninle hiç işle ilgili kavga etmedik değil mi Deniz?
Deniz: Yoo.
Ece: Hiçbir kavgamız işle ilgili olmadı. Gerçekten çok kavga ediyoruz. Çok deprem gördü ilişkimiz. Karakterinin inatçı, sert, müdanasız bir tarafı var. Zor ama diğer taraftan da "uçurumlar birleştirir yüksek tepeleri". Bazen de birbirimize ayna oluyoruz. Aynada gördüğümüz şeyi beğenmediğimiz için de tartışıyoruz.
Evlilik nasıl bir şeymiş?
Deniz: Güzel, keyifli, rahat... Keşke daha önce evlenseydik.
Evlenince problemler azaldı mı çoğaldı mı?
Ece: Problemler azalmadı ama çözme hızımız arttı. Biz hayat arkadaşıyız, kader birliği ettik. Problemleri birlikte çözeceğiz.
Deniz: Eski problemlerin bir kısmı ortadan kalktı, bir kısmı devam ediyor.
ECE BENDEN DAHA BAŞARILI
Biriniz CNN Türk’te biriniz ise HABER TÜRK’TE... Aranızda rekabet var mı?
Deniz: Dışardan gelen etkiler dışarda kalıyor. Sağlam bir zırhımız var, derimiz kalın. Ben Ece’nin benden daha başarılı olduğunu düşünüyorum. Bunu kabul ediyorum ve reddetmenin de bir anlamı yok. Dahası o benim eşim, o başarılı olunca ben bundan gurur duyuyorum.
Ece: Bu devirde kimse kendi cümlesine ikinci bir özne almak istemiyor. Biz "Ben" diye cümleler kurmuyoruz. Kendi cümlene ikinci bir özne almak istememek yalnızlık ve çaresizlik demek... Eğer ben yerine "Biz" diyebiliyorsanız benim başarım onun başarısı onun başarısı da benim oluyor. Deniz bugün bunu söylüyorsa kendisiyle barışmış demektir. Zaten o kazanır.
Birlikte yapmaktan en keyif aldığınız şey ne?
Deniz: Bizim için en büyük mutluluk arkadaşımızın bebeğini sevmek. Ece çok seviyor Elif bebeği. Görseniz Elif gelince ben bir tarafta Ece bir tarafta bebekle oynuyoruz. Biz de çocuğumuz olsun istiyoruz.
Çalışma saatleriniz birbirinize uymuyor. Biriniz sabah biriniz akşam programı yapıyorsunuz. Temponuzu nasıl dengeliyorsunuz?
Deniz: Zorlanıyoruz. Ben sabah çalışıyorum Ece de gece çalışıyor. Mümkün olduğu kadar birlikte vakit geçirmek için elimizden geleni yapıyoruz.
Medya dünyasında karı koca olmak sizi daha güçlü yaptı mı?
Deniz: Bizim birlikteliğimiz ilişkimize güç katıyor. İkimiz de işlerimizi iyi yapabilmek için uğraşıyoruz. Ece bana programla ilgili tavsiyelerini ve önerilerini anlatıyor, aynı şekilde ben de ona. Medya bir asit yağmuru. Başarıdan öte kendimizi koruma ve var etme noktasındayız. O yüzden sürekli tetikte olmanız gerekir. O tetikte olma halini sağlıyor bu birliktelik. Herhangi bir olayda sigorta gibi.
İşi eve taşıyor musunuz?
Deniz: Zaman zaman evet. Bundan rahatsızlık duymuyoruz. Gazetecilik aslında bir meslek değil bir yaşam biçimi. Kendisini işi ile tanımlayan insanlar değiliz. Siz bir haber makinesi değil öncelikle insansınız. O yüzden kendinize zaman ayırmanız gerekiyor. Evet, ev çalışmak için iyi bir yer.
Evde kulis yapar mısınız?
Ece: Kaçınılmaz olduğunda yaparız. Yine de çok sık değil.
BABAM GAZETECİ OLDUM DİYE KÜSTÜ
Medyaya nasıl adım attınız?
Deniz: Çevre mühendisliği mezunuyum. Bir süre ekonomi gazeteciliği yaptım. 2000’li yıllara gelindiğinde ise CNN Türk’te çalışmaya başladım. Zamanla finans dünyasından soğudum. Çünkü günde sadece beş yüz kişiyi ilgilendiren bir işle uğraşmak istemedim artık. Ekonomi dediğiniz şey insan hayatının en önemli parçalarından biri. Türkiye’de yapılan iş böyle bir iş değildi. İstediğimi yapamadığım için bıraktım. Haber alanında çalışmak istiyordum.
Ece: Hepimiz 32. Gün kuşağıyız. Mehmet Ali Birand izleyerek büyüdük. Çok iyi bir programın editörü olmak istiyordum. Ben Koç Üniversitesi’nde sosyoloji ve tarih bölümünü birlikte okudum. O dönem NTV’ye girdim. Fakat sonra gözlemleyince şunu gördüm, iyi bir restorana neden gidiyorsunuz, yemeğini beğendiğiniz için, o yemeği kim yapıyor aşçı, fakat siz bahşişi garsona veriyorsunuz. Haber de öyle. Haberi editör ve muhabir pişiriyor. Onların emeği ve alın teri var. Fakat onu sunan ekran yüzü. Aşçılar ise muhabirler ve editörler. Garsonlar bahşişi alıyor. Asıl işin kaymağını ekranda olanlar yiyor. O yüzden dedim ki bu kadar eğitime sadece önüne konan bir şeyi okumak yeterli değil. Pişirdiğin yemeği sen servis etmek ve teşekkürleri sen almak istersin. İkisini birleştirmek istedim. Hem editör hem muhabir hem de sunucu olmak istedim.
Ece hanım babanız bir dönem CNN Türk’ün yöneticisiydi. Tepeden inme düşüncesi oldu mu etraftan?
Ece: Zaten uzun bir dönem sadece o düşünce hüküm sürdü. Ama öyle değil. Babamla aynı evin içinde uzun süre küs kaldık bu sektöre girdiğim için. Onun yönetici olduğu bir yere beni başkaları emrivakiyle aldırdı. Çünkü o dönem NTV’den transfer olduğum Star TV’de çok hakkım yendi, bana verilen hiçbir söz tutulmadı. NTV’deki 6 yıllık ekonomi-diplomasi muhabirliğim Star TV’de 4 ayda çöpe gidiyordu ki Ferhat Boratav ve Taha Akyol kariyerimi ölümden döndürdüler ve CNN Türk’te yeniden ve sıfırdan başladım. Sonra Habertürk bana kapılarını açtı ve kendi kapasitemin, neleri başarabileceğimin farkına varmamı sağladı. Bunun için Kenan Tekdağ’a sonsuz teşekkür borcum var. Kısacası babam sayesinde değil, babama rağmen bu sektörde çalışmaya başladım. Tabii 6 yıllık mesleki tecrübemi alçakça çöpe atmak isteyen babam değildi. Oradaki ayrımı da iyi yapmak lazım.
Babanız neden gazeteci olmanızı istemiyordu peki?
Ece: Birbirinin ayağını kaydırmaya çalışanlar, çabuk tırmanıp arkası açıkta kalanlar, hırsı kapasitesi ve yeteneğinin karış karış üstünde olanlar, cehalet zengini cesaret fakiri olanlar, boyu kısaldıkça burnu pinokyo gibi uzayanlar falan filan. Tür çoktur medya dünyasında. O türlerin içinde benim türüme zarar gelir diye düşündü herhalde. Neslim tükenmesin istemiş olabilir. Tabii çok usta, çok vicdanlı, çok çalışkan, çok akil insanlar da vardır. Onlar da kendilerini bilirler zaten.
Sizi eleştirir mi?
Ece: Sık sık eleştirir ama hepsinde haklıdır.
BİR ZAPLIK CANIMIZ VAR
Televizyonculuğun günümüzde doğru algılandığını düşünüyor musunuz?
Deniz: Ünlü olmak diye bir şey var. Hiçbir şey olmadan sadece camın içinden görünmek. Oysa yapılan iş bu değil. İşin arkasında ciddi bir emek var. Kavramların doğru kullanılmadığını düşünüyorum.
Ece: Necip Fazıl Kısakürek bir şiirinde "Kelime manayı boğan dar bir gömlektir" der. Türkiye’de artık kelimelerin içi boşaltıldı. Alt yapı olmadığı için bir kelimenin nereye tekabül ettiğini görüyoruz. Özellikle kadınlarda belli bir süreye kadar Türkiye güzelleri haber sundu. Dolayısıyla asgari bir eğitim ile ama güzel bir fizikle ekran önüne geçip sizin için başkalarının hazırladığı, emek verdiği, ter döktüğü bir metni gönül rahatlığı içinde sizin malınız gibi sunabildi. Ama artık seyirci edilgen değil etken konumda. Binlerce kanal var ve bana göre sizin bir zaplık canınız var. Bir şeyler söylemek zorundasınız ve altı dolu olmalı.
"Güzel" ön yargısının önüne geçmek ne kadar mümkün?
Deniz: Bu mümkün değil. Göz güzele bakmak ister. Olgun kadın habercileri ekranda göremememizin nedenlerinden biri Türk toplumunda ve medyasındaki erkek egemen bakış açısından kaynaklanıyor. Bu nedenle görsellik ana kriter haline geliyor. Ne kadar güzel, ne kadar iyi konuşuyor, izleyiciyi ekranda ne kadar tutabilir. Birikimi, doğru soruyu sorması gibi kriterler arkadan geliyor.
Ece: Güzellik sadece senden önce izleyiciye ulaşan bir tavsiye mektubudur. O kadar.
Eski spikerler ekranda doğru Türkçe kullanımı çok önemsiyorlar. Siz ne düşünüyorsunuz?
Ece: Doğru Türkçe kullanımı gerekli ama yeterli değil artık. Günümüzde insanlara başka ne vaadediyorsun o önemli. Doğru Türkçe kullanmak zaten olması gereken bir şey. Gerekli şart ama yeterli şart değil. O yüzden eski kuşağın bilmesi gereken şey, artık bizim bir şeyler söylememiz lazım. Söylediğiniz şeylerin bir yere dokunması gerekiyor. Onun altını doldurmanız gerekiyor. Belki de eski spikerlerin kendilerini yeniden bugüne göre güncellemeleri gerekiyor.
Haberin reytingi olmalı mı?
Deniz: Olmamalı. Çok kötü bence... İnsanlar canlarını sıkacak şeyler görmek istemiyorlar. Ama haber böyle bir şey değil. Haber de onları memnun edecek şeyler sunamazsınız. Bizim yaptığımız iş bir kamu görevidir. Bunun zaten reyting ile tanımlanıyor olması işin en büyük çıkmazlarından bir tanesi.
Reytingler haberciliğinizi etkiliyor mu?
Ece: Etkilemez olur mu? Patronumuz bizim reytingler. Dikkati devamlı canlı tutacaksın. Bunu soru sorma biçiminle de vurgularınla da seçtiğin konukla da yapman gerekiyor. Bunu yaparken bazen işin özü kaçıyor. Daha dikkat çekici ne söyletebilirim derdine düşüyorsun. Reyting meselesi istastiki bir mesele. Ne kadar güvenilir, ne kadar insanları doğru bilgi verebilir tartışılır.
MEDYANIN BÜYÜSÜNE KAPILMIYORUZ
İş dışında nasıl yaşıyorsunuz?
Deniz: Bizler küçük hayatlar yaşayan insanlarız. Süt alıp evde yoğurt yapan insanlarız. Aradaki fark biz ekrandayız. O cam araya sihirli bir şey koyuyor sanki.
Ekranın sihirli büyüsüne kapıldığınız oluyor mu?
Ece: Bir defa ikimiz de hayatımızın merkezine işimizin özünü oturttuk. O kısma çok fazla anlam yüklemiyoruz. Şöhret üzerinden gelen her şeye karşı bağışıklığımız var. Bizi yapıcı eleştiren dostlarımız var. Sentetik ilişkiler üzerinden gitmiyor. Yakın çevremiz eğer bizi kazanmak istiyorsa bizi tenkit etsinler methetmesinler. Biz huzuru orada buluyoruz. Medya dünyası için "samimi samimiyetsizlik" denir. Ben de bu şekilde "samimi samimi" yaşamaktan mutluyum.
Deniz: Biz vapura bir hafta binmeden duramıyoruz. Birazdan arkadaşlarımız gelecek onlara evde pizza yapacağız. Amaç ne kadar tevazu sahibi olduğumuzu göstermek değil, yaşantımız bu bizim.
Medyanın gücü yok mu?
Ece: O bir gün bittiğinde ne olacak? Var olmak mı sahip olmak mı? Biz var olmayı seçtik. Sahip olduklarınızı çok kolay kaybedebiliyorsunuz. Şöhret de sahip olduğunuz bir şey. Var olmanın peşinde olduğunuz sürece iç huzurunu kaybetmiyorsun ve hayata tutuyorsun.
Varlığınızı sürdürmek için neleri yapar neleri yapmazsınız?
Deniz: İkimizin de medya dünyası içinde hak ettiğimiz yerde bulunduğumuzu düşünmüyorum. Ama huzur daha önemli. Benim en büyük hayalim yetmiş yaşında bir tarafta çayın kaynaması benim Ece’ye tambur çalmam olur. Bunun için de bir tercih yapmam lazım. On yıl el üstünde tutulup, devri geçtikten sonra ortada mı kalmak yoksa bugün "başarıdan ve paradan" feragat ederek iç huzuru yaşamak mı. Daha küçük, daha mutlu bir hayat istiyoruz.
Ece: Medyada bana göre en kalıcı şey geçicilik. O yüzden uzun vadede huzurlu ve mutlu olabilmenin yatırımı anlamsız hırslardan kendini arındırmak. Evliliğimiz yaptığımız işten daha değerli. Medyada çok fazla bağımsız değişken var. İlla işini çok severek yapmak, çok başarı olduğunuz anlamına gelmiyor. Bağımsız değişkenleri bir tarafa bırakıp çalışalım ama ille de onun sonu başarı değilse de sağlık olsun. Şöhrete bağımlı olduğunuzda kendinizi gerçekleştiremezsiniz. Kartal kurbanını en tepeye çıkarırmış ki oradan bıraktığında daha çok parçalara ayrılsın ve yemesi de kolay olsun. Medya bir illüzyon. İnsanı en tepeye çıkarıyor ama oradan bıraktığında daha çok parçalara bölünüyorsunuz ve yenmesi de kolay oluyor.
Televizyon nedir peki?
Ece: Televizyon insanı şişman gösteriyor diyorlar. Televizyon her şeyi büyütüyor. Samimiyetsizliği de cehaleti de büyütüyor. Bir büyüteç gibi, her neyse beş katı yansıyor. Samimiyseniz orada da belli oluyor. Biz köşe yazarlarını bu kadar bir yere konumlandırmamızın bir nedeni de toplumumuzun anlamlandırma sorunundan kaynaklanıyor. Gerektiği kadar okuyup emek sarf etmediğimiz için haberlerin biri tarafından yorumlanma ihtiyacını duyuyoruz. Onları biz bu hale getiriyoruz. Medyan ne ise, siyasetçin neyse, toplumun neyse ortaya o çıkıyor. Hepsi bir döngü içinde birbirine bağlı. Medyanın insana olan yaklaşımını ben şöyle ayırıyorum: Medya insanı alıyor ve "etiği senin kemiği benim" diyor.
Deniz: Televizyonun en güzel tarafı olumlu olacak bir şey konusunda işe yarama duygusu oluyor. Ama kötü olunca da ölümcül kaza gibi oluyor. Güner Ümit örneğinde olduğu gibi, bir programda yayın hayatı bitti. Bunun dışında bir haber kanalında bayan spiker şehit haberi sunarken haber görüntüsü kayda girdiği esnada ses sorumlusu sesi kapatmadığı için spiker şarkı mırıldanırken ses yayına gitti. Uzun süre o ekrana çıkmadı. Hâlbuki sesçinin hatası.
İdeal medya nasıl olmalı?
Ece: Abraham Lincoln’ün bir lafı vardır: "insana gerçekleri söyleyin, o zaman ülkeniz özgür olur". Özgür ve demokratik bir ülke olması için gerçekleri söylemek lazım. O yüzden her şey daha şeffaf olmalı. İdeal medya böyle olur.
Deniz: Sesini yükselt otoriteyi sorgula. Başka hiçbir şeye gerek yok. Gazetecilik muktedirin karşısında sesi çıkmayan mazlumun sesini çıkarmaktır. Her sesin duyulabileceği bir alan oluşturabilmek. Birbirimizi anladığımız sürece var olabiliyoruz. Biz posta tatarlarıyız. Bir kabileden başka bir kabileye haber gönderen insanlarız.