Ara Güler'den bomba itiraf: Fotoğraf çekmek için akıl hastanesine yattım!
Hürriyet gazetesi yazarı İzzet Çapa bugünkü köşesinde, usta fotoğrafçı Ara Güler'le yaptığı söyleşiye yer verdi.
Dünyaca ünlü fotoğrafçı Ara Güler, Hürriyet gazetesinden İzzet
Çapa'ya konuştu. Atatürk'ün plajdaki halinden Adnan Menderes'le
ilişkisine kadar birçok soruya bildik üslubuyla yanıt veren Güler,
64 yıllık muhabirlik hayatını anlattı.Çapa'ya önemli açıklamalarda
bulunan Ara Güler, fotoğraf çekmek için akıl hastanesine bile
yattığını belirtti.
Hürriyet gazetesinde 'Atatürk'ün sandalına takılıp yüzen
veletlerden biriydim' başlığıyla yayımlanan söyleşiyi şöyle:
En çok fırça yediğim ve bir o kadar da keyif aldığım röportajlardan
biriydi bu
haftaki. Bütün ezberleri bozan, bunu sadece söyledikleriyle değil,
hayatıyla da
ortaya koyan, kendisini asla bir sanatçı olarak görmeyen dünya
çapında bir
sanatçıyla karşılıklı üç saat geçirdim. Değil üç saat, üç gün
anlatsa yine nefes
almadan dinlerdim. O yüzden de lafı hiç uzatmadan sözü ona, sanatın
simyacısı Ara Usta'ya bırakıyorum...
Ara Abi sen kim bilir şimdi neler anlatacaksın da ben
nereden
başlayacağımı bilemiyorum...
- O zaman ne demeye gelip karşıma oturdun ulan!
Dakika 1 Gol 1! Ne soracağımı da unuttum. Bari gazetecilik
ezberinden
gidelim; çocukluğunuzdan başlarsak efendim.
- Bir yaz günüymüş, 16 Ağustos perşembe... Anamın sancıları tutmuş
ve altıyı
çeyrek geçe de ben doğmuşum. O günden bugüne kadar da yaşıyoruz
işte.
Allah daha çok ömür versin. Anne babandan bahsedelim mi
biraz?
- Babam aslen Şebinkarahisarlı, annemse İstanbullu. İkisi de
Ermeni. Dedemin
yalnız Kadıköy'de altı tane evi vardı, o yüzden annemlerin
İstanbul'da tam nerede
oturduğunu bilmiyorum.
Annen zengin bir ailenin kızı yani...
- Evet öyleydiler.
Peki ya baba tarafı?
- Baba tarafında kimse yoktu ki! 1915 Ermeni Tehciri sırasında
sürüldükten sonra
bir daha ailesinden haber alamamış. Kalmış mı adam yetim! Bizimkini
yatılı
Ermeni mektebine yollamışlar da o yüzden ölmemiş. O mektebe
gitmese, bunu da
öldüreceklerdi. Büyük facialar vardır bu memlekette! Allah'ın
belası bir
memleketti, ne zaman ne olacağı da belli değildi.
Neyse biz ülkeyi bırakıp babana geri
dönelim...
- Eczane sahibi zengin bir herifti. Bakma o zamanlar zaten 4,
bilemedin 5 eczane
vardı İstanbul'da. Ayrıca öyle şimdiki gibi bakkaldan alışveriş
eder misali "Bana
bilmem ne ilacını ver?" falan yoktu. İlaçlar dükkanın arkasında
yapılırdı. Büyük
kimyacıydı benimki. Eczacıbaşı'nın kurucusu Süleyman Ferit Bey de
sınıf
arkadaşıydı.
Eczacıbaşı sonradan aldı yürüdü ama...
- Babamın yanında çoluk çocuk gibi kalıyordu aslında. Fakat 1956'da
Adnan
Menderes kalkınma fonundan Türk sanayici ve eczacılara büyük
yardımlar etti.
İşte ondan sonra Eczacıbaşı da Eczacıbaşı oldu.
Nasıl bir ortam vardı evde?
- O zamanlar buradaki Ermeniler, Fransız aileleri gibi yaşardı.
Entelektüel bir
yapımız vardı. Her birimiz en az 2-3 lisan konuşurduk. Beni de en
iyi mekteplerde
okuttular hep.
Sen kaç lisan biliyorsun peki?
- Türkçe, Fransızca, İngilizce, Ermenice biliyorum. Gerisini
saymayayım, s*ktir et.
SINIFTA KALMAYAN HERİF ADAM OLAMAZ
Seni sınıfta oturmuş öğretmeni dinleyen bir çocuk olarak
hayal bile
edemiyorum Ara Abi. Hakikaten nasıl bir öğrenciydin?
- Nasıl olacağım, haylazın tekiydim. 3 kere sınıfta kaldım. Zaten
bana sorarsan,
sınıfta kalmayan herif, adam olamaz. Hep bir korku vardır dersleri
iyi olan
öğrencilerde, o korkudan dolayı da sürekli çalışırlar.
Evdekiler ne diyordu senin bu adam olma
"stratejine"?
- Sokaklarda serserilik yapmayayım diye babam ortaokulun sonunda
İpek Film'de
işe koydu. Sinema şirketlerinin patronu, İsmail Cem'in babası İhsan
Bey eczaneden
arkadaşıydı.
Ne iş yapıyordun film şirketinde?
- Ne yapacağım ulan? Verdikleri her işe koşuyordum.
Çekirdekten sinemacısın yani...
- Benden başka orada çalışan herkes sinemacı oldu ama benim macera
yarım
kaldı.
O niye?
- Yeni bir filmin fragmanını göstermek için onlarca insanı şirkete
davet etmişlerdi.
Gösterim sırasında odanın kapısını bir açtım, baktım her taraf
yanıyor. Ama öyle
böyle değil, çok büyük bir yangın çıkmıştı binada. İtfaiyenin
damdan en son
kurtardığı adam bendim. Anam üzüntüden şeker hastası oldu o gün.
Babam da bir
daha izin vermedi sinema yapmama.
Sen de "sinema olamazsa tiyatro yaparım" mı
dedin?
- Muhsin Ertuğrul babamın arkadaşıydı zaten. Oyunlar için gerekli
bütün makyaj
malzemeleri bizim eczanede yapılırdı. Tiyatroyla hep ayrı bir bağım
vardı. Her
akşam piyesleri sahne arkasından izlerdim. Tahsilim de tiyatro
üzerinedir zaten.
Oyun da yazmışsın duyduğum kadarıyla...
- Dokuz tane bir boka yaramaz piyes yazdım. Her şiir yazan kendini
şair zanneder
ya... Çocukça bir hevesti benimkisi, öyle çıkıp da oyun yazarıyım
diyemem.
Hikayeler falan da yazıyordum ayrıca. Hatta Ali İhsan Aygün takma
adıyla Yeni
İstanbul gazetesinin öykü yarışmasına katılmışlığım bile var.
Neden takma isim kullandın Ara Abi?
- Ermeni olduğumdan işin içine kamış koymasınlar diye, neden
olacak? Ama
kazandıktan sonra gittim dedim ki benim adım Ara Güler'dir.
1950'DE MUHABİR OLDUM 64 YILLIK MUHABİRİM'
Küçükken Atatürk'le tanıştığın doğru mu?
- Florya Köşkü'nün yanındaki halk plajının üstünde evimiz vardı.
Atatürk de
zaman zaman oraya gelir, denize girerdi. Atatürk'ü görmüşümdür.
Çünkü hep
orada otururdu, çizgili mayosuyla. Öyle barikat falan da yoktu. O
geldiğinde biz de
bütün veletler toplanırdık. Daha küçücüğüz tabii, Atatürk'ün kim
olduğunu
bilmezdik bile.
Sonra tanıştın mı bari?
- Ulan ne tanışması? Küçücüğüm diyorum, kafan mı basmıyor. Arkası
kesik bir
sandalı vardı. İşte ben de o sandalın arkasına takılıp yüzen
veletlerden biriydim.
Olay bundan ibaret!
Gelelim o zaman muhabirlik "virüsünü" kapmana!
- Sinema şirketi yanınca babam beni hikaye yazıyorum diye Yeni
İstanbul
Gazetesi'nde işe soktu. 1950'de muhabir oldum. Ondan sonra da boku
yedim; işte
bugüne kadar geldim.
6-7 Eylül Olayları sırasında muhabirdin
öyleyse...
- Tabii, o günleri çok iyi hatırlıyorum. Yıl 1955. Halk Oyunlarını
Yayma ve Yaşatma
Kurumu vardı. Açıkhava Tiyatrosu'nda bir gösterileri olacaktı.
Benim vazifem de
gidip fotoğraflarını çekmekti. Neyse ben çıktım yola, İstiklal
Caddesi'nde
yürüyorum. Bir de ne göreyim? Camı çerçeveyi indiriyorlar her
yerde.
Ne yaptın peki?
- Taksim Sineması'nın karşısında balkonu olan bir kahvehane vardı.
Hemen oraya
sığındım. Dışarıda o ona bağırıyor, camlar kırılıyor, tüm dükkanlar
yağmalanıyor,
anlayacağın tam bir kaos. Millet dükkanların vitrinlerinden içeri
dalıp, yeni
elbiseleri giyip çıkıyordu.
Kocaman herifler üç paltoyu birden üstlerine geçiriyorlardı. Soygun
oldu, resmen
soygun!
Tam bir rezillik...
- Mehmet Cemal'in anasının Gilda diye bir dükkanı var, süs eşyaları
satılıyordu.
Gittiğimizde "Cemal Paşa'nın dükkanıdır burası" diye engel olmaya
çalışıyorlardı.
"Gilda Türk değildir. Gilda ne demek?" diye başladılar yıkmaya. O
zihniyet bugün
olsa bütün Türkiye yıkılır, bir tane dükkan kalmaz çünkü gavur
isminden
geçilmiyor.
Aklın sizin eczanede kalmıştır...
- 6 Eylül öğleden sonra başlayıp 7 Eylül sabahına kadar süren
olaylarda 73 kilise, 7 ayazma, 2 manastır, bir fabrika ile 5538
gayrimenkul tahrip edildi ama bu olayda Beyoğlu'nda tek
dokunulmayan dükkan babamın dükkanıdır.
Şanslı adammış baban...
- Ne şanslısı ulan? Bizim eczaneyi ilkyardım kliniğine
çevirmişlerdi de ondan
yıkmamışlar. Yaralananların hepsi oradaymış. Bu da işlerine geldiği
için
dokunmamışlar. Yoksa etraftaki tüm dükkanları talan etmişler.
İptidai bir
memleketti burası, iptidai!
ADNAN MENDERES, O DÖNEM CANIMA OKUDU
Dönemin başbakanı Adnan Menderes'le çok vakit
geçirmişsin...
- Sorma, Adnan Menderes benim canıma okumuştur o dönem.
Hayrola niye?
- İstimlaklar yapılırken devamlı yanında olmamı isterdi de
ondan.
Sen pek istemediğin yerde duracak bir adama benzemiyorsun
halbuki...
- O zamanlar Hayat Dergisi'nde çalışıyordum. Mecmua ilk çıkacağı
zaman 100 bin
satar diye hesap etmiştik. Ona göre kağıt stoğu yaptık, fakat 400
bin satınca boku
yedik. Düşün bir, kağıt ta Macaristan'dan geliyor.
Yeni kağıt siparişi verseydiniz siz de...
- Ulan sen hangi dönemden bahsettiğimin farkında mısın? Matbaada
baskı
yapılacak kağıdın dağıtımı hükümete bağlıydı. İstedikleri haberleri
basmayanlara
kağıt mağıt vermiyorlardı. Biz de mecbur kalıyorduk bu p*zevenkin
suyuna
gitmeye. Beni sevdiği için Adnan Menderes'e yağ çekme görevi de
bana verilmişti. O yüzden her gittiği yerde peşindeydim.
Ara Güler'le yapılan mülakatın devamını okumak
için tıklayın