ANNESİNİ KAYBEDEN NEDİM ŞENER KENDİNİ NE İLE AVUTUYOR?
376 gün Ergenekon davası tutuklusu olarak Silivri'de yatan Nedim Şener, annesinin ardından onu "teselli" eden "avuntu"sunu yazdı...
Posta gazetesi yazarı Nedim Şener, geçtiğimiz hafta kaybettiği annesi Hüsniye Şener'i ve kendisini "teselli" eden "avuntu"sunu bugün köşesinde okurlarıyla paylaştı.
İşte Nedim Şener'in "Benim annem tahliyemi gördü ya diğerleri..." başlıklı yazısından bir bölüm
1960'lı yıllarda Almanya'ya davulla zurna ile gönderildiler, orada törenlerle karşılandılar... Almanya'ya "en kısa sürede dönmek üzere" giden, orada "gastarbeiter (misafir işçi)'' burada "Almancı" denilen işçilerden söz ediyorum. Benim annem babam da onlardandı. Annem Hüsniye 19'unda Almanya'ya gitmiş, 20'sinde beni, 21'inde kız kardeşim Refika'ya doğurmuş. 10 yıl sonra da ikiz kardeşlerim Soner ve Sonay Almanya'da dünyaya geldi.
Ben "koffer kind" yani "valiz çocuktum." Valiz elimde Türkiye-Almanya arasında kaç kez gidip geldiğimi artık hatırlamıyorum. Almanya'yı Almanya yapan kuşak onlardı.
TAHLİYEYİ DUYUNCA KRİZ GEÇİRDİ
Çok çalıştılar, arada çocuk yetiştirdiler. Emekli oldu. "Rahat ederim" diye düşünüyordu ama olmadı. Üç yıl önce de babamı kaybettiğimizde kendini iyice yalnız hissetti. Bir de oğlunun "terörist" diye hapse atılması onu iyice yıktı. Cezaevinde her çarşamba gününü bayrama çeviren eşim Vecide ile birkaç sefer Silivri'ye de geldi. Hapiste ilk karşılaşmamız camın arkasından yaptığımız kapalı görüştü. Yüreğinin sıkıntısından ağlıyor, duvarlara tutunarak ayakta duruyordu. Duruşmalarda hayli geniş bir çevre edinmiş. Herkese oğlunun "terörist" olamayacağını anlatıp durmuş.Telefonla sağı solu arayıp bir şeyler yapılmasını istemiş. Dualar etmiş. 12 Mart 2012 günü tahliye haberini televizyondan duyduğunda kriz ve kısmi felç geçirmiş. Ölümden en ciddi dönüşü o an yaşamış.
UÇAK KARGOSUNDA KESİN DÖNÜŞ
Ardından Almanya'ya döndü. Oradaki doktorlar "Senin bu raporlarla şu anda yaşamıyor olman lazım, nasıl buraya kadar gelmeyi başardınız?" diye sormuşlar. Kalp pili ile yaşatmaya çalıştılar. Ama ana yüreği işte buraya kadar dayandı. 64 yaşında neredeyse rahat bir gün yüzü görmeden aramızdan ayrıldı.
Uçakla her geldiklerinde havaalanında çıkış kapısında onları karşılar kucaklaşırdık. Geçen hafta, son kez annemi tıpkı babam gibi kargo terminalinde karşıladım. Törenlerle gittiği Almanya'dan cansız bedeni uçağın altında kargosunda tabut içinde Türkiye'ye kesin dönüş yaptı. Tahliye olan oğlu onu alıp kardeşleri, akraba, komşu ve tanıdıklarıyla son yolculuğuna uğurladı. İnşallah bu dünyada bulamadığı huzuru gittiği yerde bulacak.
İşte ölüme ve ayrılığa bu kadar korkunç avuntularla dayanıyoruz. Ama insanoğlu hele hele Türkiye'de yaşayanlar ölümün şeklinden, zamanından, yerinden yola çıkarak avunur hale geldik.
"BU NE BİÇİM AVUNTU?"
Benim asıl avuntum ne biliyor musunuz? Annemin benim tahliye olduğumu görmüştü olması. Bu ne biçim avuntu diyeceksiniz... Anlatayım; Silivri'de 13 ay tutukluyken bizi en fazla üzen olay sevgili Doğan Yurdakul'un eşi Güngör hanımın vefatıydı. Yıllarca aynı yastığa baş koyduğu hasta eşinin son günlerinde yanında olamamak Doğan Yurdakul'u çok üzmüştü. Ahmet Şık ile ben onu nasıl teselli edeceğimizi bilemedik. Teselliyi bize bu zulmü yapanlara ağız dolusu küfür etmede bulmuştuk. Doğan Yurdakul maalesef son anında da eşinin yanında olamadı. Doğan abimiz eşini hapisteyken kaybetti. Sevdiğini kaybetmek üzücüydü ama beton duvarların arasındayken kaybetmek daha da yıkıcı. İnsanın kendisini bu kadar çaresizin çaresizi hissettiği bir an olamaz herhalde.
Bu nedenle ben annemi şanslı olarak görüyorum, Hiç olmazsa oğlunun hapisten çıktığını ve ailesiyle beraber olduğunu gördü. Benim de şansım özgür biçimde annemi son yolculuğuna uğurlamaktı. Peki ya diğerleri....?