17 Mar 2010 14:49
Son Güncelleme: 23 Kas 2018 11:10
"ANİDEN NE OLDU ETRAF RAMİZ DAYI HAYRANI DOLDU!.." AKŞAM YAZARI ŞAŞIRDI!..
Akşam yazarı Deniz Ülke Arıboğan, Kurtlar Vadisi fanatikliğinden sonra Ramiz Dayı hayranlarının türemesine şaşkınlığını dile getirdi.
Belagatli toplum
Bir süredir televizyon dizilerini sarmış olan şiirsel konuşmalar konusuna kafayı takmış durumdaydım ki, Radikal İki'de meslektaşım Orhan Tekelioğlu'nun yazmış olduğu 'Belagat Yorgunuyuz' başlıklı makaleyi gördüm. Kanımca çok güzel bir yazıydı ve hem gülümseterek hem de düşündürerek okutan bir içeriği vardı. Yazıda şu sorular başlığa taşınmıştı: 'Nedendir acaba ekranda belagat bu kadar ilgi görüyor, neden hemen herkes kesesinde birkaç fıkra ve de birkaç vecize taşımaya özen gösteriyor? Belagatli bir millete mi mensubuz yoksa?'
Nasıl; iyi sorular değil mi? Güzel konuşmaya meraklı, şiirden felsefeye bunca derin dalışlara meyyal bir milletiz de, biz mi bugüne kadar fark edemedik acaba? Aniden ne oldu da etraf Ramiz Dayı hayranları ile doldu; Polat Alemdar'ın şiir gibi konuşmaları özlü sözler olarak kitapta basılacak hale geldi?
Alın size Polat'ın internette tıklama rekorları kıran konuşmalarından bir demet: 'Kurtlarla yaşayan ulumayı öğrenir'; 'sonunu düşünen kahraman olamaz'; 'ben racon kesmem, kafa keserim'; 'ben soru sormam hesap sorarım'. Kendisi sert bir arkadaş malum...
Biraz da Ramiz Dayı'dan: Yeğen, yeğen!' 'Hesap görmek, hesap etmekten daha zordur'; 'değişmek zordur ama aynı adam olmak daha zordur'; eğer biri seni aldatmışsa bu onun suçudur. Eğer o kişi seni pek çok kez aldatmışsa bu senin suçundur; 'sadakat ölüm gibidir pazarlığı olmaz'; 'kaderimiz olan aşka değil, aşkıyla kaderimizi değiştirene içelim'. Kendisi gizemli bir amca malum...
Şiir gibi yaşamaktayız vesselam. Gündelik dilimiz kamyon arkası deyişlerle süslenmiş, renklenmiş durumda. Mutfaktan bir bardak çay istesek, 'o ince belli bardağı kan kırmızı kaynamış suyla doldur da, sıcağı dilimizi yaksa da, içindeki sıvıyı acılarla dolu bir ömür gibi kana kana içelim' biçiminde bir şiirsellik gerekiyor şimdilerde. Mesela akşam yemeğini beğenmeyen ve kendisine ilave olarak sucuk pişirten oğlumuza mı kızdık (bu konuda dertliyim), hemen şöyle sesleniyoruz: 'yiğidim, helal lokmanın tatlısı tuzlusu, sarımsaklısı olmaz, yemeği bırakıp kızgın tavaya koyduğun şey anacığının sarımsaklı-baharatlı yüreciğidir unutma' (Oğlum benden nefret edecek! Bir daha yerli yersiz sucuk istemez umarım).
Velev ki, müdürüz ve işten bir personel çıkarıyoruz, mısralar ardı ardına dizile; 'şu koca devranda bunca zaman yoldaşlık ettik, özüm, gözüm. Lakin sen bu tekkede artık barınamazsın. Yollar çıkmaza bağlanmış, kahpe felek insan -hatta patron- suretinde yeryüzüne inip ocağımıza çökmüştür. Ol sebep, çözmeli zincirlerini kara şahinin, azat buzat diye haykırmalı ardından. Yollar önünde açıla, dağlar önüne eğile, sen kendine yeni bir iş bula'...
Vaktiyle evimizdeki masa ve sandıktaki portakal hakkında bile şiir yazmışlığım olmasına rağmen, bana bile biraz fazla geldi bu edebiyat aşkı desem yalan olmaz. Üstelik 'ne oldu da şimdi böyle oldu' sorusuna verilecek bir cevabım da yok. Yediden yetmişe şiir kazanına düşmüş de, dilimiz dönmüş hale geldik.
Kötü de değil, yanlış anlamayın. 'Oha falan oldum', 'kal geldi' fasıllarından sonra, kurtların vadiye inmesinden ya da Ramiz Dayı güzellemelerinden şikayetçi olacak değilim. Ama yine de bu şiirselleşme sürecinin 'dil ve toplum' bağlamında genel akışın tersi yönünde bir durum olduğunu vurgulamak gerekiyor. Gençlerin birbirlerine attıkları 'slm, nbr, i love u' mesajlarını gördükten sonra, aynı neslin Ezel'e ya da Kurtlar Vadisi'ndeki diyaloglara duydukları ilgiyi izah etmekte zorlanıyorum. Ya diyalektik bir gelişme, yani 'popülerin derinlere doğru ilerlemesi' söz konusu ya da 'derin diye bilinenin sığlaşarak popülerleşmesi'. Hangisi olduğuna ben tam kanaat getiremedim, ya siz?
Deniz Ülke Arıboğan/Akşam
Bir süredir televizyon dizilerini sarmış olan şiirsel konuşmalar konusuna kafayı takmış durumdaydım ki, Radikal İki'de meslektaşım Orhan Tekelioğlu'nun yazmış olduğu 'Belagat Yorgunuyuz' başlıklı makaleyi gördüm. Kanımca çok güzel bir yazıydı ve hem gülümseterek hem de düşündürerek okutan bir içeriği vardı. Yazıda şu sorular başlığa taşınmıştı: 'Nedendir acaba ekranda belagat bu kadar ilgi görüyor, neden hemen herkes kesesinde birkaç fıkra ve de birkaç vecize taşımaya özen gösteriyor? Belagatli bir millete mi mensubuz yoksa?'
Nasıl; iyi sorular değil mi? Güzel konuşmaya meraklı, şiirden felsefeye bunca derin dalışlara meyyal bir milletiz de, biz mi bugüne kadar fark edemedik acaba? Aniden ne oldu da etraf Ramiz Dayı hayranları ile doldu; Polat Alemdar'ın şiir gibi konuşmaları özlü sözler olarak kitapta basılacak hale geldi?
Alın size Polat'ın internette tıklama rekorları kıran konuşmalarından bir demet: 'Kurtlarla yaşayan ulumayı öğrenir'; 'sonunu düşünen kahraman olamaz'; 'ben racon kesmem, kafa keserim'; 'ben soru sormam hesap sorarım'. Kendisi sert bir arkadaş malum...
Biraz da Ramiz Dayı'dan: Yeğen, yeğen!' 'Hesap görmek, hesap etmekten daha zordur'; 'değişmek zordur ama aynı adam olmak daha zordur'; eğer biri seni aldatmışsa bu onun suçudur. Eğer o kişi seni pek çok kez aldatmışsa bu senin suçundur; 'sadakat ölüm gibidir pazarlığı olmaz'; 'kaderimiz olan aşka değil, aşkıyla kaderimizi değiştirene içelim'. Kendisi gizemli bir amca malum...
Şiir gibi yaşamaktayız vesselam. Gündelik dilimiz kamyon arkası deyişlerle süslenmiş, renklenmiş durumda. Mutfaktan bir bardak çay istesek, 'o ince belli bardağı kan kırmızı kaynamış suyla doldur da, sıcağı dilimizi yaksa da, içindeki sıvıyı acılarla dolu bir ömür gibi kana kana içelim' biçiminde bir şiirsellik gerekiyor şimdilerde. Mesela akşam yemeğini beğenmeyen ve kendisine ilave olarak sucuk pişirten oğlumuza mı kızdık (bu konuda dertliyim), hemen şöyle sesleniyoruz: 'yiğidim, helal lokmanın tatlısı tuzlusu, sarımsaklısı olmaz, yemeği bırakıp kızgın tavaya koyduğun şey anacığının sarımsaklı-baharatlı yüreciğidir unutma' (Oğlum benden nefret edecek! Bir daha yerli yersiz sucuk istemez umarım).
Velev ki, müdürüz ve işten bir personel çıkarıyoruz, mısralar ardı ardına dizile; 'şu koca devranda bunca zaman yoldaşlık ettik, özüm, gözüm. Lakin sen bu tekkede artık barınamazsın. Yollar çıkmaza bağlanmış, kahpe felek insan -hatta patron- suretinde yeryüzüne inip ocağımıza çökmüştür. Ol sebep, çözmeli zincirlerini kara şahinin, azat buzat diye haykırmalı ardından. Yollar önünde açıla, dağlar önüne eğile, sen kendine yeni bir iş bula'...
Vaktiyle evimizdeki masa ve sandıktaki portakal hakkında bile şiir yazmışlığım olmasına rağmen, bana bile biraz fazla geldi bu edebiyat aşkı desem yalan olmaz. Üstelik 'ne oldu da şimdi böyle oldu' sorusuna verilecek bir cevabım da yok. Yediden yetmişe şiir kazanına düşmüş de, dilimiz dönmüş hale geldik.
Kötü de değil, yanlış anlamayın. 'Oha falan oldum', 'kal geldi' fasıllarından sonra, kurtların vadiye inmesinden ya da Ramiz Dayı güzellemelerinden şikayetçi olacak değilim. Ama yine de bu şiirselleşme sürecinin 'dil ve toplum' bağlamında genel akışın tersi yönünde bir durum olduğunu vurgulamak gerekiyor. Gençlerin birbirlerine attıkları 'slm, nbr, i love u' mesajlarını gördükten sonra, aynı neslin Ezel'e ya da Kurtlar Vadisi'ndeki diyaloglara duydukları ilgiyi izah etmekte zorlanıyorum. Ya diyalektik bir gelişme, yani 'popülerin derinlere doğru ilerlemesi' söz konusu ya da 'derin diye bilinenin sığlaşarak popülerleşmesi'. Hangisi olduğuna ben tam kanaat getiremedim, ya siz?
Deniz Ülke Arıboğan/Akşam