31 Tem 2010 14:32 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 11:30

ANAYASA YERİNE FÜZYONA, LAPTOP YERİNE ŞALÜMOYA SARILDI!

Habertürk'ün eski Ankara temsilci yardımcısı Hıdır Göktaş 26 yıllık gazeteciliğin ardından yerleştiği Alaçatı'da cam işi yapıyor.

Hıdır Göktaş mesaisinin çoğu Başbakanlık ve Parlamento’da geçmiş 26 yıllık gazeteci. Yasakların bol olduğu gri dehlizlerde, önce uzun saçıyla fark yarattı. Sorularıyla siyasilere kök söktürürken, tesadüfen tanıştığı cam; aklını başından aldı, ayarını bozdu. Anayasa yerine füzyona, laptop yerine şalümoya sarılması ondan. Habertürk’ün Ankara temsilci yardımcılığından istifa ederek, Hazine bürokratı eşiyle Alaçatı’ya yerleşmesi de. Haberle camı özdeşleştirerek işin içinden çıktı: “İkisi de keskin, dikkatli olmazsan zarar verir ve ikisi de temiz olmalı.” Yeni mekânı Camgeran’da germeden, gerilmeden yelken açtı yeni hayata

‘Fare ve Büyücü masalını bilirsiniz. Büyücü, kediden korktuğu için devamlı endişe içinde yaşayan fareye acıyıp, onu kediye dönüştürür. Fare, kedi olmaktan son derece mutlu olacağı yerde bu kez köpekten korkmaya başlar. Büyücü de onu bir kaplana dönüştürür. Fare kaplan olur ama avcıdan korkmaya başlar. Büyücü bakar, ne yaparsa yapsın farenin korkusunu yenmeye imkân yok; onu eski haline dönüştürür. Ve der ki: Sen cesaretsiz ve korkaksın. Sende sadece bir farenin yüreği var. O yüzden sana yardım edemem.”

30 yıldır yaşadığı Ankara’yı ve çeyrek asır mesai verdiği gazetecilik mesleğini geride bırakıp, eşi Nuray Göktaş’la yeni bir hayata yelken açan Hıdır Göktaş bu Hint masalını anlatıp devam ediyor: “Aslında hemen herkesin bir gün yapmak istediğini yaptık. Karı-koca, kızımızın da desteğiyle korkuları, kaygıları geride bırakıp yeni bir hayatı denemeyi göze aldık. Ege’de bir kasabaya yerleşme, cam atölyesi kurma ve küçük bir dükkân açma hayalimizi bir gün gerçekleştireceğimize hep inandık ama gazeteci arkadaşlarımızı inandıramadık. ‘Gazeteciliği bırakamazsın, yapamazsınız’ gibi sözlerle geçici bir heves, ham bir hayal olarak gördüler. İşte buradayız. Yakında Ankara’da gazeteci sayısında bir azalma olursa şaşırmayacağım.”

GÜNDÜZ ANAYASA GECE FÜZYON

Göktaş’ın cam aşkı dokuz yıl önce başlıyor. Hazine Müsteşarlığı’nda görevli eşi ekonomi müşaviri olarak Makedonya’ya tayin edilince kızları Sera’yı da alıp gidiyor. O dönem Reuters Ajansı’nın Parlamento muhabiri Hıdır Göktaş da Ankara’da hiç olmadığı kadar yalnız kalıyor. Bir arkadaşı aracılığıyla tanıştığı cam sanatçısı Can Bozkurt sayesinde, fizik derslerinden kulağına çalınan füzyon bir anda hayatının ortasına oturuveriyor. Gündüz Meclis’te anayasa tartışmalarını izlerken, akşam evde füzyon ve slumping tekniklerini öğreniyor. Yetmiyor, evinin bir odasına füzyon fırını yaptırıyor. Ve başlıyor cam tasarlayıp üretmeye. Daha önce sanatın hiçbir dalıyla uğraşmamışken, yaptıklarına önce kendi de inanamıyor. Camla baş başa kaldığında ne masada bekleyen kahve geliyor aklına, ne başka bir şey: “Onunla uğraşmaya başladığımda bitirmeden bırakmak zor. Hele özel ve yeni bir tasarım üzerinde çalışıyorsam.” Ürettikçe aşka geliyor, yarışmalarda alıyor soluğu. Kültür ve Turizm Bakanlığı Döner Sermaye Müdürlüğü’nün düzenlediği DÖSİMM 2003 Kültürel Hediyelik Eşya Tasarımı Yarışması’nda ‘Elibelinde’ adlı tasarımla üçüncü oluyor. Biri Ürgüp’te iki sergi açıyor. Ve cam yavaş yavaş haberi kovuyor.

İSTİFA VE BİTMEYEN TATİL

Kızı Sera’yı da üniversiteye yerleştirince, kuruluşundan bu yana yer aldığı Habertürk Gazetesi’nin Ankara temsilci yardımcılığından bir gün istifa ediveriyor. Radikal bir kararla; evini, çevresini ve en önemlisi hiç bitmeyen siyasi karmaşayı geride bırakıp, eşi kolunda Alaçatı’ya göçüyor. Yeni evinin bahçesine 18 metrekarelik konteynırdan bir atölye kuruyor. Ağzına kadar cam, kalıp, boya ve muhtelif makinelerle dolduruyor. Bir de büyük bir fırın yaptırıyor. Üç teknikte ürettiği objeleri, adını Osmanlı’dan alan, yeni hayatının dışa açılan yüzü Camgeran’da sergiliyor ve günlüklerine şu notu düşüyor:
“Alaçatılı iki kafadar hâlâ biraz yorgun, daha çevrelerini tanıma fırsatı bile bulamadılar doğru dürüst. Bu sene bir türlü gelmek bilmeyen sezonu beklerken, dükkân ve ev arasında, biraz Ankaralı bir yaşam sürüyorlar. Ama daha yumuşak, sakin, sağlıklı ve rüya gibi. Bitmeyecek bir tatil. Mümkün olamayacak bir şey mümkün mü oldu acaba? İnanmakta hâlâ zorluk çekiyorlar. 40 gün, yılların alışkanlıklarını silmek için yeterli değil belki de. Belki bir rutin olmadığından, zaman-insan ilişkisi çok garip burada. Kesinlikle çok çabuk geçiyor. Zaman ne zaman çabuk geçerdi? Yaşlanınca mı? 40 gün önceyle şu anın farkı ne ki zaman akışı farklılaştı? Mekândan mı ne?”

HABER DE CAM DA KESKİNDİR

Göktaş haberle camın birçok ortak özelliği olduğunu savunuyor. Ona göre; cam doğayı kirletmez, temizdir ve temiz olmalıdır. Yoksa en küçük lekeyi bile gösterir. Haberin üzerinde de leke olmamalıdır. Cam keskindir. Onu keserken veya işlerken dikkatli olmazsanız hem size zarar verir, hem kendine. Haber de öyledir. Doğru olmazsa size de haberini yaptığınız kişiye de zarar verir. Peki camın cinsiyeti ne olurdu? Kırılganlığı, temizliği ve keskinliği dişillik belirtisi mi? Bu soruyu da şöyle yanıtlıyor: “Batılılar gemi ve uçağı ‘she’ diye tanımlar. Temiz ve bakımlı olması açısından cam da dişi olarak tanımlanabilir. Çeşm-i bülbüllerin de eşi benzeri yok hani...”

ALAÇATI’NIN SESLERİ GÜNLÜKTEN...

· Alaçatı’da neden insanların adım sesleri bu kadar güçlüdür? Ortam Ankara’ya göre daha sessiz olduğundan mı, insanlar daha çok sandalet, terlik benzeri ayakkabılar giydiğinden mi, yoksa benim kulaklarım buraya gelince daha iyi işitmeye başladığından mı? Alaçatı’da insanların adım seslerinin, kent sesleri arasında yer alması gerektiği kesin.

· Kuşlar sabahın vazgeçilmez ajitatörleri. Sizi hayata karşı öyle bir kışkırtıyorlar ki; asık suratınıza, yavaşlığınıza, giyindiğiniz ‘Bana yaklaşmayın’ tavrınıza lanet okutup gülümsetiveriyorlar. O enerjiyi sabahın köründe nereden ve nasıl buluyorlar bilemiyorum.

· Ve Alaçatı’nın ünlü rüzgârı! Ağaçları seslendiriyor, sörf yelkenlerini şişirirken sörfçüleri seslendiriyor, değirmenleri döndürüyor. Kızmış bir rüzgârın yaz aylarında nasıl ses çıkardığını duyduk bir kez. Kışın Allah bize kolaylık versin diyebildik sadece. Öte yandan Alaçatı’yı dayanılmaz sıcaktan koruyan da o. Sürekli bir esintiyle kenti yaşanabilir kılıyor. Esintinin sesi düşen çam kozalaklarıyla iğnelerinde... Kozalakların içinden fıstık çıkarıp yemeyi öğrendik hemen. Taze çamfıstığı muhteşem oluyor.

Şehriban OĞHAN / HÜRRİYET