ZÜLFÜ LİVANELİ HAYATINI YALANLAR ÜZERİNE İNŞA ETMİŞ BİR UCUBEDİR!
Star yazarı Yağmur Atsız,bugünkü köşe yazısında Vatan yazarı Zülfü Livaneli hakkında demediğini bırakmadı.İşte o zehir zemberek yazı...
Bir rüzgârgülü: Zülfü!
Ruh sağlığımı düşünerek artık uzun süredir Zülfü Lîvâneli’nin yazılarını okumadığımı belirtmişdim. Ama dün bir ahbâbım 7 Ekim târihli yazısında benden “alçak” diye bahsetdiğini haber verince perhizi bozdum. Mûmâileyh “Hayatı boyunca iftirayla bunaltılmaya çalışılmış bir insanım.” diye başladıkdan sonra şu misâli de veriyor:
“12 Mart Cuntasına kafa tutarak yaptığım ve içinde Deniz Gezmiş, Ulaş ağıtları bulunan albümü reddetmişim. Bunu hangi alçak uydurdu bilmiyorum. Bu parçaların bazılarını konserlerimde söylüyor ve kitabımda ‘Bu albüm benim onurumdur.’ Yazıyorum ama iftira doğrudan daha hızlı yayılıyor.”
Karakterinin mümeyyiz vasfı döneklik ve ödleklik olan Zülfü mûtâdı veçhile yine yalan söylüyor. “Ömrümün İlk 65 Yılı” (Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları) adlı kitabımın “Bir Vak’a: Zülfü Lîvâneli” bölümünde bu şahsın ne mal olduğunu örnekleriyle anlatırken o “iftirâ”yı (!) da adımla sanımla dile getirmişdim. Yıl 2005!
İşte o satırlar (s.: 122/123):
“Tamâmen Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının trajik mâcerâsıyla ilgili bu uzunçalarda Türk Silahlı Kuvvetleri’ne dâir bâzı nâhoş ifâdeler yer alıyordu. Bu türkülerin kaynağını sorunca ‘Anadolu’yu dolaşırken’ topladığını söyle di. Yâni halk arasında ‘efsânevî’ şekilde doğmuş ‘autentique’ eserlermiş. Gerçi kırsal alanlarda yaşayan yurddaşlarımızın bu ‘anarşistler’ üzerine ağıt düzmek şöyle dursun, onları ihbar bile etdiğini biliyordum ama Zülfü ile ‘samîmî’ arkadaş olduğumuza göre bana yalan söyleyeceğine de doğrusu ihtimâl veremiyordum. (./.) İleriki yıllarda Zülfü şâyân-ı hayret bir mahâretle, o ömür boyu mücâdele etdiğini ‘doyasıya’ dinlediğim ‘sistem’in bir parçası olunca bir gün telefonda, kısa süre önce bir vesîleyle alenen sözkonusu etmek ‘potunu’ (!) kırdığım o mâhut uzunçalardan ötürü beni fenâ halde haşladı. ‘Ben unutdurmak için olanca gücümle uğraşıyorum, sen tekrar hatırlatıyorsun!’ şeklinde bana esaslı bir ‘politik strateji ve taktik’ dersi verdi.”
Zülfü belki son yıllarda yine fikir değiştirerek bu şarkıları benimsemişdir. Ama artık tehlikenin geçdiğine emîn oldukdan sonra! Nitekim “Yol” filminin müziğini bestelediğini de yıllarca gizlemişdi. Ne olur ne olmaz!
Bu zât hayâtını yalanlar üzerine inşâ etmiş bir ucûbedir. Üstelik o yalanlar da zemîne ve zamâna göre değişebilir. Değişmeyen belki de tek alanı, ortaokul mezûnu olduğu halde İsveç’de “müzik, felsefe ve dil eğitimi” gördükden sonra “Fairfax üniversitesi Müzik Bölümü”nü de bitirmiş olması martavalıdır. Çünki nota da bilmez. Kardeşi Ferhat bilir. Bu ifâdenin sâdece dil bölümü doğrudur ki o da İsveç’e gelen bütün mültecîlerin tâbî tutulduğu dört haftalık dil kursudur.
Bu kadar şiddetli bir aşağılık duygusuna herhalde tabâbet târihinde ender rastlanır.
Demek ben alçağım, öyle mi?
Şimdi aklıma Necib Fâzıl’ın o hârikulâde sözü geliyor:
“Ben sana alçak demiyorum. Çünki o dahî bir irtifâdır!”
NOT: Bu vesîleyle son birkaç yazısına daha bakdım. Birinde köpekleri çok sevdiğinden dem vuruyor. Yalan! Sevgili arkadaşı Maria Faranduri’nin Atina’daki köpeğinden nasıl iğrendiğini dinlemekden bir hâl olurdum.
Yağmur Atsız/Star
Ruh sağlığımı düşünerek artık uzun süredir Zülfü Lîvâneli’nin yazılarını okumadığımı belirtmişdim. Ama dün bir ahbâbım 7 Ekim târihli yazısında benden “alçak” diye bahsetdiğini haber verince perhizi bozdum. Mûmâileyh “Hayatı boyunca iftirayla bunaltılmaya çalışılmış bir insanım.” diye başladıkdan sonra şu misâli de veriyor:
“12 Mart Cuntasına kafa tutarak yaptığım ve içinde Deniz Gezmiş, Ulaş ağıtları bulunan albümü reddetmişim. Bunu hangi alçak uydurdu bilmiyorum. Bu parçaların bazılarını konserlerimde söylüyor ve kitabımda ‘Bu albüm benim onurumdur.’ Yazıyorum ama iftira doğrudan daha hızlı yayılıyor.”
Karakterinin mümeyyiz vasfı döneklik ve ödleklik olan Zülfü mûtâdı veçhile yine yalan söylüyor. “Ömrümün İlk 65 Yılı” (Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları) adlı kitabımın “Bir Vak’a: Zülfü Lîvâneli” bölümünde bu şahsın ne mal olduğunu örnekleriyle anlatırken o “iftirâ”yı (!) da adımla sanımla dile getirmişdim. Yıl 2005!
İşte o satırlar (s.: 122/123):
“Tamâmen Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının trajik mâcerâsıyla ilgili bu uzunçalarda Türk Silahlı Kuvvetleri’ne dâir bâzı nâhoş ifâdeler yer alıyordu. Bu türkülerin kaynağını sorunca ‘Anadolu’yu dolaşırken’ topladığını söyle di. Yâni halk arasında ‘efsânevî’ şekilde doğmuş ‘autentique’ eserlermiş. Gerçi kırsal alanlarda yaşayan yurddaşlarımızın bu ‘anarşistler’ üzerine ağıt düzmek şöyle dursun, onları ihbar bile etdiğini biliyordum ama Zülfü ile ‘samîmî’ arkadaş olduğumuza göre bana yalan söyleyeceğine de doğrusu ihtimâl veremiyordum. (./.) İleriki yıllarda Zülfü şâyân-ı hayret bir mahâretle, o ömür boyu mücâdele etdiğini ‘doyasıya’ dinlediğim ‘sistem’in bir parçası olunca bir gün telefonda, kısa süre önce bir vesîleyle alenen sözkonusu etmek ‘potunu’ (!) kırdığım o mâhut uzunçalardan ötürü beni fenâ halde haşladı. ‘Ben unutdurmak için olanca gücümle uğraşıyorum, sen tekrar hatırlatıyorsun!’ şeklinde bana esaslı bir ‘politik strateji ve taktik’ dersi verdi.”
Zülfü belki son yıllarda yine fikir değiştirerek bu şarkıları benimsemişdir. Ama artık tehlikenin geçdiğine emîn oldukdan sonra! Nitekim “Yol” filminin müziğini bestelediğini de yıllarca gizlemişdi. Ne olur ne olmaz!
Bu zât hayâtını yalanlar üzerine inşâ etmiş bir ucûbedir. Üstelik o yalanlar da zemîne ve zamâna göre değişebilir. Değişmeyen belki de tek alanı, ortaokul mezûnu olduğu halde İsveç’de “müzik, felsefe ve dil eğitimi” gördükden sonra “Fairfax üniversitesi Müzik Bölümü”nü de bitirmiş olması martavalıdır. Çünki nota da bilmez. Kardeşi Ferhat bilir. Bu ifâdenin sâdece dil bölümü doğrudur ki o da İsveç’e gelen bütün mültecîlerin tâbî tutulduğu dört haftalık dil kursudur.
Bu kadar şiddetli bir aşağılık duygusuna herhalde tabâbet târihinde ender rastlanır.
Demek ben alçağım, öyle mi?
Şimdi aklıma Necib Fâzıl’ın o hârikulâde sözü geliyor:
“Ben sana alçak demiyorum. Çünki o dahî bir irtifâdır!”
NOT: Bu vesîleyle son birkaç yazısına daha bakdım. Birinde köpekleri çok sevdiğinden dem vuruyor. Yalan! Sevgili arkadaşı Maria Faranduri’nin Atina’daki köpeğinden nasıl iğrendiğini dinlemekden bir hâl olurdum.
Yağmur Atsız/Star