"ZENGİN İFTARI DİYE BİR ŞEY OLUR MU?" DUMANLI SON NOKTAYI KOYDU!
Zaman yazarı Ekrem Dumanlı, Ramazan'la birlikte alevlenen zengin iftarı tartışmalarına noktayı koydu.
Cinnet ile cennet arasında..
Karmakarışık bir dönemden geçiyoruz. Güncel hadiselerin gazete sütunlarına ya da televizyon ekranlarına yansımasına bakın lütfen. İnsanın içini karartan o kadar çok olay yaşanıyor ki!
Suriye'de kan durmuyor. Devlet, halkının üzerine bombalar yağdırıyor; oruç demeden iftar demeden... Kendine 'İslam Cumhuriyeti' adını vermiş bir ülke her yaştan insanın katledildiği bu korkunç cinayete mezhep bağnazlığı içinde yaklaşıyor. Bir de meseleye Acem muhabbetiyle bakıp katliama göz yumanlar var. Batı'nın umurunda değil insanların ölümü. Türkiye yapayalnız, zulüm ittifakı karşısında. Meselenin suhuletle çözümü uzadıkça, kan başka alanlara sıçrıyor ve katliamlar yaygınlaşıyor.
Haftanın en bomba haberi iç gündemlerin hararetine mağlup düştü ve onca karmaşanın arasında eriyip gitti. Almanya'da 8'i Türk 10 kişiyi katleden Neonazi grupların, Alman güvenlik birimleri tarafından kollandığına dair iddiaları inceleyen Alman Meclis Araştırma Komisyonu bir rapor yayınladı. Vahim! Türkleri katletmek için örgüt kuran ve eyleme geçen Neonaziler ile ilgili belgeleri Alman istihbaratı resmen yok etmiş. Alman basınında yer alan onca iddianın ardından böyle bir icraatın ortaya konmasının bir mantığı var mı? Sadece Türk olduğu için insanları öldürmenin bir mantığı var mı ki!
24 yaşında bir adam Batman serisinin son filminin ilk gösterimini kana buladı. Denver'da yaşanan korkunç olayda 12 kişiyi katleden, 50 kişiyi yaralayan adamın cebinde doktorası duruyor. Amerika şokta. Adam kendini, serinin yeni filmindeki kötü adam tiplemesiyle (Bane) özdeşleştirmiş ve gaz maskesini takarak silahlar kuşanıp sinema salonunu cehenneme çevirmiş.
Malumunuz; Norveç'te de ırkçı bir adam 77 kişiyi öldürmüştü. Bombalı ve silahlı saldırı yaparak onlarca insanı katleden bu cani adam en küçük bir pişmanlık ifade etmedi. Aksine, yaptığının kutsanacak bir davranış olduğunu söyledi durdu. Devletin bazı kurumları 'deli' raporu vererek katili aklamaya çalıştı. Her duruşmada kendi tezlerini kendi mantığı ile doğrulatan (ve tabii ki konuştukça batan) katil mi anormaldi; yoksa onu hukukun elinden kurtarmaya çalışan raporlar mı? Neyse ki sivil toplumun deli raporuna karşı gösterdiği infial işe yaradı ve planlı cinnet hâlâ hesap veriyor.
Sadece dışarıda değil cinnet hali. Daha birkaç gün önce bir adamın bıçakla bir kadını nasıl delik deşik ettiğini yazıyordu gazeteler. O ballandıra ballandıra yapılan anlatımlar ayrıca dikkate şayan bir mesele. Samsun'da sebep olduğu trafik kazasında 6 kişinin ölümüne, 13 kişinin de yaralanmasına neden olan otomobil sürücüsünün ehliyetine, daha önce de alkollü araç kullanmaktan el konulduğu ortaya çıktı mesela. Son haftalarda Şemdinli'de inşaat şantiyelerinde çalışan 25 araç tahrip edildi, yakıldı. Son iki haftada Türkiye genelinde meydana gelen trafik kazalarında 100'den fazla insan hayatını kaybetti, 600'den fazlası da yaralandı.
Herkes burnundan soluyor sanki. Gerilim had safhada. Stres, çocuk yaşlarındaki insanların bile aşina olduğu bir gerçek. Tedirginlik, tatminsizlik, umutsuzluk...
Aslında yukarıdaki manzaraya bakarak karamsarlığa kapılmaya gerek yok. Çünkü birbirine zıt hadiseler aynı anda; hatta bazen aynı mekân ve şahıslarda beraber yaşanıyor. Bir tarafta itminan ve sekine yüzü görmeyen ve çarpıntıdan çatlayacak hale gelen kalbimiz; diğer tarafta rahmet tecellileri ile her gün yeni bir ufka kanatlanan ruhi hayatımız.
Ramazan ayı işte tam bu aşamada; 'Oluklar çift; birinden nur akar, birinden kir' dediğimiz bir dönemde imdadımıza yetişti. 'Cinnetleri cennetlere çevirmek mümkün' diye fısıldadı kulağımıza. Önce bizi kendi varlık sebebimizi anlamaya ve kendi özümüzü keşfetmeye davet etti. Aç kalmayı, susuz kalmayı, sabretmeyi, paylaşmayı, şükretmeyi hatırlattı yeniden. Sevgiyle, saygıyla, şefkatle, merhametle, adaletle yaşamaya yepyeni pencereler açtı Ramazan. Ve bir kere daha can-u gönülden anladık ki, 'kalpler ancak ve ancak O'nu hatırlamakla, anmakla tatmin olur'.
Hayatın tamamını oruç şuuruyla yaşamak gerekiyor aslında. Etrafımızdaki cinnet panayırına takılmadan, içimizdeki cinnet dürtüsüne boyun eğmeden hayata bir mana katmak gerekiyor hiç şüphesiz. İnsanlık büyük bir bunalım yaşıyor. Huzuru yok çünkü. Oysa insanoğlunun itminan ve sekineye duyduğu ihtiyaç, oksijene duyduğu ihtiyaçtan daha fazladır. İç huzura duyulan ihtiyaç makul ve makbul bir şekilde karşılanmazsa cinnetin hangi boyutlara varacağı ve hangi cennetleri yerle bir edeceğini kestirmek mümkün değil...
'Zengin iftarı' diye bir şey var mı?
Ramazan gelince kadim bir tartışma yeniden alevlendi: Zengin iftarları. Neredeyse herkesin diline pelesenk olmuş söyleme göre; zenginler bir araya gelerek iftar yapıyor ya da birileri sadece zenginleri davet ederek iftar veriyor. Dolayısıyla bu çok makbul bir durum değil. Buradaki sınıf farkına yapılan vurgu o kadar koyu bir ton ifade ediyor ki o davetlere katılan insanlar neredeyse kendini suçlu hissediyor. Adam işini gücünü bırakıp iftar gibi bir ibadetin meyvesini paylaşacak; yemediği dayak kalmıyor. Yüzsuyu döküp hali vakti yerinde olanları iftara davet edenlerin yaşadığı mahcubiyet de işin başka bir boyutu. Sanki sanırsınız büyük bir günah işlenmiş. Sonuçta iftar veriliyor...
İyi niyetli bazı kişilerin 'fakirleri unutmayalım' uyarısı yerden göğe kadar haklı. Gerçi fakirler için kurulan iftar sofralarını da bazen aynı çevreler eleştiriyor; ama olsun, her uyarı, belli bir oranda makul bir gerekçeye dayanabilir. Önemli olan ifrat ve tefritin pençelerine düşmeden toplumun her kesimi ile iftarları paylaşmak, sahurları paylaşmak, teravihleri paylaşmak; daha doğrusu Ramazan'ı paylaşmak...
"Zengin iftarları" faslına dönecek olursam hemen itiraf etmem gerekiyor ki; aslında herkes birbirinin ezberinden konuşuyor bir miktar. Mesele hiç de takdim edildiği gibi değil.
Önce şu tespiti yapmakta fayda var: Zengin adamların bir araya gelerek iftar yapmaya ihtiyaçları bulunmuyor. Ramazan'da da Ramazan dışında da zaten bu kişilerin kendi hayat akışlarını bozacak bir özel sofraya ihtiyaçları yok. Evlerinde ya da gittikleri lokantada iftarda yediklerinden daha mükellef sofralara oturuyor bu insanlar. Hatta iftar sofralarında kendilerine sunulan yemek, evlerindekine göre fazlaca mütevazı.
Zenginlerin ya da sosyal statüleri belli bir seviyede olan insanların iftar sofrasında bir araya gelmesinin asıl sebebi ve hikmeti yemek içmek değil. Bunu doğru kavramak lazım yoksa bütün şaşaalı analizler güm diye başınıza yıkılır. Daha âlâsını kendi evinde rahatlıkla bulan insanların aile ortamının sıcaklığını da bir kenara bırakarak iftarda bir araya gelmelerinin başka bir manası olmalı. Asıl kafa yorulması gereken budur.
Zengin, etkin, yetkin insanların iftar sofralarında bir araya gelmesi ruhani bir atmosferin paylaşılması ve sosyal bir kaynaşmanın yansımasıdır. Onca ayrı-gayrılığa rağmen birlik beraberlik mesajı vermek içindir. Ticari rekabet nedeniyle bir şekilde karşı karşıya gelen insanların bir sofraya oturması, huşû içinde Kur'an ve ezan dinlemesi; hatta bazen kısa dinî nasihatlere kulak kesilmesi kime ne zarar verebilir? Önemli olan, o iftarlarda oluşturulacak manevi atmosferdir. O atmosfer ki insanın sosyal statüsünü (en azından o esnada) elinden alır ve insanı Allah'a kul eder. İftara katılan her fert bilir ki o mecliste hiçbir statünün önemi kalmaz, herkes Yüce Mevla'ya kuldur ve 'Allah katında üstünlük ancak ve ancak takva iledir'. Akide böyle olunca kulları sınıflara ayırmak ve onların bir kısmını imtiyazlı, diğer kısmını hakir görmek kimin haddine! Ancak himmet ve hizmet teşviki için bir iftar veriliyorsa, oraya sırf görüntü olsun diye 'fakir insanları' davet etmek o kimseleri rencide etmek anlamına gelebilir. Birtakım insanlar Allah'ın verdiği imkanlar dairesinde hayırda yarışırken diğer kimselerin imkansızlık içinde o manzaraya şahit tutulması hem insanî değildir, hem de İslamî.
İnsanların iftar gibi bir ibadette bir araya gelmesi olsa olsa dostluğu pekiştirir, birlik ve beraberlik duygusunu takviye eder. Hele bir de hayırseverlik duygusu bu tip toplantılarda teşvik ediliyorsa; tam isabet bir hizmet yapılıyor demektir. Hazreti Muhammed (sas) de böyle yapmıştı. Allah O'nun hem kavmin önde gelenlerini bir sofra başına çağırmasını istemiş; hem de o önemli zaman diliminde bir âmânın ihmal edilmemesi gerektiğini bize öğretmişti. Ölçü budur: Bir ibadet neşvesi içinde insanlar iftarda bir araya gelir; bu toplanmalar sırasında hiçbir kişi ya da kesim ihmal edilmez. Bunun ötesinde söylenen kimi keskin sözler ya iftarın insanları bir araya getirmesinden duyulan rahatsızlığın yansımasıdır; ya da mevzuun dindeki yerini bilmemekten kaynaklanmaktadır...
Ekrem Dumanlı / Zaman