''ZEKİ VE GÜZEL-AMA HEPSİNİN ÖTESİNDE,CESUR!''

Guardian hangi Türk köşe yazarını överek göklere çıkardı?

Guardian’dan Gazete Haberturk yazarı Ece Temelkuran’a büyük övgü

Guardian yazarı yazısında Temelkuran’ı şu sözlerle övdü: “Zeki ve güzel –ama hepsinin ötesinde, cesur!”

Miras ızdırap olduğunda

Peter Preston / The Guardian

Ermenistan bir ulusun geçmişe saplanıp ilerleyemediğinde neye dönüşeceğini gösteriyor.

Ece Temelkuran zeki ve güzel – ama hepsinin ötesinde, cesur. Doksan beş sene boyunca didik didik edilmiş soykırım, doğrular ve umutsuzluklarla Ermenistan hakkında yazan bir Türk gazeteciyseniz cesur olmak zorundasınız. Temelkuran Erivan, Ankara ve karşılıklı anlayışsızlık üzerine yazıyor; fakat Kıbrıs, Keşmir, Kore ya da habis anıların zaman kıskacına yakalanmış herhangi bir yer hakkında da yazıyor olabilirdi.

1915’te Osmanlı Türkiyesi neredeyse 1,5 milyon insanın öldüğü bir soykırım hareketiyle Ermenileri sistematik olarak öldürdü ya da ihraç etti. Peki, 2010’da 1915 neden mesele oluyor? Temelkuran’ın katledilen Ermeni editör arkadaşı Hrant Dink’in sorduğu ve kendisinin cevabını aramaya koyulduğu soru buydu. Türkiye’nin saçma bir şekilde mühürlenen sınırının hemen ötesinde yaşayanlar için bu bir mesele zira bu ölümlerin başladığı ve Ermeniler’in Los Angeles’tan Paris’e yayınlan bir başka büyük diasporaya dönüştüğü zaman. Bu bir mesele zira o toplu ölümler konusunda Türkiye’nin hala sorumluluk üstlenmiyor olması yeni ve tamamen yoksullaştırılmış Ermeni devletini bir arada tutuyor. Bu bir mesele zira Diaspora’nın Fransız tarafı tamamen duygusal bir ulus olma teorisini Ankara’nın geçmişiyle yüzleşmeyi ve basitçe bir “özür” dilemeyi reddetmesi üzerine kuruyor. Los Angeles’te bu bir mesele zira soykırım tazminatlar ve avukatlar ve zilyon dolarlar anlamına geliyor.

Bu bizim için bir mesele zira bu uzak ama kudretli öfke, Temelkuran’ın yakın geçmişte yayınlanan analizindeki Derin Dağ Ağrı’nın çok ötesinde bir şeyleri anlamamıza yardımcı oluyor. Özellikle İngilizce’nin zar zor kavrayabileceği bir şeyi açıklıyor. Bizim için tarih can çekişen, durgun bir meşgale. Kaynayan tutkuları ortaya çıkarmıyor. O kadar kapsamlı biçimde “devam ettik ki” nereden geldiğimizi pek de hatırlamıyoruz.

Ermenistan’ın derin dağının gölgesindeki dünya farklı. Bazen katliam, büyükannelerin hikayelerinde kalmamış da; sanki dün yaşanmış gibi hissediyor. Günümüze ulaşabilen hikayeler neden her zaman acı ile doludur, diye soruyor Temelkuran. Çünkü mutluk kaybolurken acı ve keder yaşayabiliyor. Izdırap efsanenin yarısıdır. Birleştiriyor ve yazık ki, aldatıyor.

Kıbrıs’ta, 40 sene önce Türk işgali sırasında henüz doğmamış Rumlar’ın kuzeyde kaybettikleri evler için ahlanıp vahlandıklarını görüyorsunuz. 39. paralelin öte tarafında asla tanışmadıkları kuzenleri hakkında Koreliler’le konuştuğunuz zaman da bunu hissediyorsunuz. Berlin’deki Soykırım müzesinden, Kudüs’teki ağlama duvarına kadar geçmiş Orta Doğu’nun geleceğini tarif ediyor.

“Hatırlamak için iki kişi gerekiyor,” diye yazıyor Temelkuran. “Sizinle birlikte hatırlayacak kimse yoksa hatırladığınız şeyler asla var olmamıştır, asla yaşanmamıştır, kayıplara karışır. Bir ulus topluca unutmayı seçebilir.” Ama aynı şekilde bir ülkenin “bireylerin hatıralarından değil, hatırlamaya karar vermiş bir halkın uyarlanmış çabalarından oluşan” bir hafızası da olabilir.

Ermenistan, hatırlamaya karar veren bir ulus olarak, önemli çünkü bu muhafaza edilen tutkunun bir kalıbı. Diaspora’ya yolculuk edebilir ve 1915’in gerekçelerinden vazgeçmeyi reddetmelerini parça parça (tek başına görüşülen pek çok sıradan insan artık bunun ne anlama geldiğini ya da bunu neyin sonlandırabileceğini bilmese de) inceleyebilirsiniz. Ancak, mantıklıysanız, bu kalıtımsal acının değişken mirasının yapısını bozarak incelemeyi de deneyebilirsiniz.

Mesele 1915’te ne olduğuyla ilgili değil. Yaşayan kimse bunu hatırlamıyor. Ancak 1915, Ermeni olmanın anlamının hazır, dayanılmaz bir tarifi. Diaspora üzerinden, işlerin neden oldukları hale geldiklerini açıklıyor. Hiçbir şeyin değişemeyeceği sonucuna varmayı hedefliyor. Bunun üzerine geçen hafta olduğu gibi, bildiğim en mantıklı iki İsrailli’nin sessizce, her şeye rağmen, bu barış görüşmelerinin başarılı olacağını, çünkü “hepimiz barış için öyle yorgunuz, öyle usanmışız ki,” dediklerini duyuyorum ve sonra Ağrı testi devreye giriyor. Yahudiler ve Araplar topluca unutmayı tercih edebilir mi?