Yurt Gazetesi Gazetecilere Niçin“Yurt” Olamadı?
Medyaradar medya analisti Atilla Akar, bu kez uzunca bir dönem köşe yazarlığını yaptığı YURT Gazetesini ve son istifaları kendi “deneyim penceresi”nden değerlendirdi.
Yurt Gazetesi deneyimim üzerine yazmayı çoktandır düşünüyordum. Lakin hep tereddütteydim. Tereddütteydim çünkü; eski bir “Yurt Yazarı” olarak yanlış anlaşılabilir, yanlış yorumlara yol açabilirdim. Hiç öyle bir derdim olmadığı halde sanki özel bir hesapla yazdığım sanılabilirdi. Böylelikle asıl eleştirel maksadım gerçekleşmiş olmazdı.
Önceleri ayrıldığımın hemen ertesinde bu konuda bir yazı yazmak istedim. Fakat biraz tepkisel ve duygusal bir yazı olabilirdi. Sonuçta ortaya hayli “negatif” bir yazı çıkabilirdi. Tümüyle kendi isteğimle, kimseyle tartışmadan ayrıldığım halde birileri “Kuyruk acısı var o yüzden böyle konuşuyor” diyebilirlerdi. Bu yüzden vazgeçtim.
Derya Sazak döneminde yazmaya kalksam asıl derdim “ideolojik” sanılabilir, fiilen tarafı olmadığım (Ne yalan çok fazlada umursamadığım!) tartışmaların içine çekilebilirdim. Bu da benim için pek “uygun” bir konjonktür sayılamazdı.
Merdan Yanardağ 2. kez görevi devralmasından sonra ise hiç olmazdı. Bu hem Merdan’la kadim manevi hukukum gereği olamazdı hem de söyleyebileceğim her söz -hiç böyle bir niyet ve isteğim olmadığı halde- gene yanlış anlaşılabilir ve “geriye dönme çabası” olarak algılanabilirdi. Bu yüzden Merdan’la konuşmaktan dahi imtina ettim.
Neyse uzatmayayım; Yurt gazetesi ve kendi kişisel deneyim ve gözlemlerimi her daim yazmak istedim. Lakin hep erteledim. Bazen de “Değer mi?” moralsizliğine düştüğüm için açıkçası salladım. Bazı kızgınlık ve kırgınlıklar kolay bastırılmıyor yani. Fakat aklımın bir köşesinde hep yazmayı düşündüm. Sanırım artık vakti geldi…
Sadece akan süreçte olan biteni göz ucuyla izlemeye çalıştım. Kulağıma gelenlerle yetindim. Bazen hayretler ettim bazen de orada çalışan gazeteci arkadaşlarımın içine düşürüldükleri zor durumları, emek faktörüne olan saygısızlıkları duydukça, onlarla konuştukça isyan ettim. Onlar adına üzüldüm.
Ki ben de aslında onlardan biriydim. Başlangıcından beri o gazete idim. Kuruluş öyküsünü, insanların yeni bir gazeteye olan açlıkları gereği dört elle sarılışlarını, bu uğurda türlü fedakârlıkları göze alışlarını bizzat gözledim. Ben dahil çoğu işsiz arkadaşıma bir “kapı” açılmış gibiydi!
Kendim aralıksız 26 ay boyunca haftada 4-5 gün siyasi analizler yazdım. İşimi hakkıyla yaptığımı zannediyorum. Lakin olaylar dışarıdan bakanların gördükleri gibi değildi. Örneğin ben ayrılma kararı (30 Mart 2014) almak zorunda kaldığımda 8 aydır “maaş” alamıyordum. (Maaş dedim de öyle ahım şahım bir rakam sanılmasın!) Kadrosuz ve sigortasız çalıştırılmam da cabasıydı. Tam o esnada halen süren ciddi bir hastalığa yakalandım. İlaçlarımı bile alamayacak durumda kalabilirdim.
Bu süreçte şahit olduğum veya maruz kaldığım diğer saçmalıkları -Telefona çıkmama ya da dönmeme gibi ufak nezaketsizlikleri atlarsak!- edep gereği yazmıyorum. (Bunların bir kısmı zaten ayrılan eski YURT mensuplarınca yazıldı) Tabii “Açtırmasınlar ağzımı söyletmesinler kötüyü” demeye mecbur bırakılmadığım sürece! Dahası o zamanlar bu durumu kimselere söyleyemiyordum. Kuyruğu dik tutmaya çalışıyordum. Elbette kimileri “köşe yazarı oldu, köşe oldu” diye düşünebilirlerdi. Oysa gerçek bambaşkaydı!
Gene de haksızlık etmeyeyim, sonuçta alacağımı iki taksitte de olsa aldım. Ama bunu bile “kurumsal bir anlayış” gereği değil, Merdan Yanardağ’ın ancak kişisel inisiyatifiyle, zorlamasıyla sağlayabildim, yoksa halen alamayabilirdim. Yani “kurumsal ve doğal bir hak teslimi” sayılamazdı. Çünkü öyle bir “anlayış” yoktu!
EMEK FAKTÖRÜ DİKKATE ALINMADAN “SOL GAZETECİLİK” OLMAZ!
İşte YURT’ta son yaşananlar beni–bir tür borç gibi- bu yazıyı yazmaya itti. Yoksa asıl amacım ne YURT’u, ne de birilerini kötülemek. Sadece bu deneyimden -anlayanlar için- gazeteciler açısından gerekli dersleri çıkartmak. Bu anlamda okuduğunuz değerlendirmeyi –doğru veya yanlış- önemli kılan “dışarıdan biri” tarafından, kulaktan dolma kanaatlerle değil, bizzat “içeriden biri” tarafından somut gözlemlere, yaşanmışlıklara, duyumlara dayalı yapılmasıdır. Ayrıca Türk medya tarihine küçük bir not düşmek belki de…
Bu noktada –gene bir haksızlık yapmamak için- belirtmeliyim ki, çizgi olarak tartışılacak bazı yönleri olsa dahi YURT aslında “başarılı” sayılabilecek bir gazetedir. Eleştirilecek yönleri olmakla birlikte, bir “muhalif gazete” türü olarak, sınırlı imkânlara rağmen tutmuştur. 50 bin ve üzeri tirajları zorlamıştır. Kendi kulvarında yeni bir alan açmıştır. Hiç şüphesiz bunda Merdan Yanardağ’ın ve ilk çekirdek gazeteci kadrosunun çabası belirleyicidir. Fakat bu çaba belli ki tedricen çarçur edilmiştir.
YURT gerek tirajı, gerek ulaşılması mümkün hedef kitlesi bakımından dönemi için “istisnai” sayılabilecek bir örnektir. Bu dönemde çıkıp da halen ayakta kalabilmiş “muhalif veya sol gazete” örneği yoktur. (KARŞI Gazetesi örneği de malumdur) Bu anlamda YURT, tuhaf ve ironik olarak gerçekte başarılı olup da belli bir zihniyet tarafından adeta başarısızlığa zorlanmıştır.
Benim gördüğüm kadarıyla; bu gazetenin tiraj potansiyeli, resmi ilan gelirleri ve geliştirilmesi mümkün reklam çabasıyla kendi kendini döndürmesi, en azından kendisine yetmesi pekâla mümkündü. (Kâra bile geçebilirdi!) Fakat bunun için öncelikle gazetenin toplam maliyetinde “Emeğin” bir “maliyet kalemi” olarak dikkate alınmasıyla ve buna uygun bir anlayışın yerleşmesiyle gerçekleşebilirdi. Bunu başaramayınca insanlar büyük bir huzursuzluğa düştüler.
Oysa tam tersine insanlardan sürekli “fedâkârlık” , “sabır” beklenerek, buna tepki gösterenler neredeyse “hain”, “bozguncu unsurlar” gibi değerlendirilmesi bile söz konusu olabilmiştir. (Hatta azar bile işitmişlerdir!) Her daim soyut, maddi temeli olmayan ve kötüye kullanılan bir “idealizm” beklenmiştir. Bütün bunlar adeta PATRONAJ KAYNAKLI bir “alışkanlık” haline gelmiştir. Kaçınılmaz olarak istifalar istifaları izlemiş, huzursuzluk hiç bitmemiş, çalışan insanlar dönem dönem adeta isyana zorlanmıştır!
Lakin gazetenin neredeyse daha kuruluşundan itibaren hep ekonomik sorunlarla boğuşması, çalışanlarını moralsizliğe iten (Mutsuz, aç, kirasını ödeyemeyen, gazeteye gelecek parasını bile borç alan insanlar “iyi gazeteciler” olsa da “iyi gazetecilik” yapamaz!) yalpalamaları ve giderek kendi imajını kemirmesi (Emeğe değer vermeyen sözüm ona “emek gazeteciliği” komedisi!), imkânlarının yanlış yönlere kanalize edilmesi, gazeteyi göz göre göre bir çıkmaza sokmuştur.
Maalesef ki YURT haberlerinden çok hep istifaları, iç huzursuzlukları, bunun etrafında dönen yönetim tartışmalarıyla kendisine “Gündem” oluşturan bir gazeteye dönüşmüştür. Gazete içerikte sol ve emekten yana olmasına rağmen iç istihdam politikasında asgari sosyal-ekonomik hakları gözeten sağ bir gazete kadar olamamıştır. Bu ilginç bir çelişkidir. Sonuçta “bu ne perhiz bu ne lahana turşusu” olmuştur!
SUÇU SÜREKLİ “KOŞULLARA” ATMAK KENDİNİ KANDIRMAKTIR!
Bu arada -belli ölçüde gerçeklik payı olmasına rağmen- “Ne yapalım kimse reklam vermiyor, herkes AKP’den korkuyor, reklam alamıyoruz, koşullar kötü” klişesine sığınılmış ve bu zamanla tam anlamıyla bir kendi kendini kandırma (Dolayısıyla çalışanları) mekanizmasına dönüşmüştür. “İç sömürü” böyle meşrulaştırılmıştır!
İşin böylesi bir yanı olmakla birlikte bu iyice abartılarak mevcut statükoyu korumanın bahanesine dönüşmüştür. Bu anlamda YURT’un asıl sorunu bir “zihniyet sorunu olup, çalışanlarına karşı emek politikasında bir türlü (Onca propagandası yapılmasına rağmen!) “çağdaş normlara” göre düzenlenmemesidir. Bu ise tamamen nasıl yöneteceğinizle ilgilidir. Bu yüzden “kurumsallaşma” bir türlü sağlanamamıştır. Öne böyle bir “hedef”te konulmamıştır!
AKP elbette ki son dönemlerde medyaya inanılmaz baskılar uygulamış, garip yaptırımlar geliştirmiştir. Ancak sen zaten buna karşı koymak için ortaya çıkmışsan “Baskı var, ne yapalım” diyemezsin. AKP bahanesi kimi “beceriksizlikler”in “can simidi” haline getirilemez. Bütün bu sorunları baştan, ona göre düşünüp, tedbirlerini ona göre geliştirmelisin. Ya da hiç bu işe soyunmayacaksın!
Gerçekte “muhalif gazete yaşayamaz” diye bir kural yok. Asıl bu şartlarda yaşamalı. Ancak bunun için apayrı bir refleks gerekiyor. Bu konuda “patronaj” ile fiilen gazeteyi çıkartanların “uyumlu” olması ön şart. YURT’ta bu her zaman “sıkıntılı” olmuşa benziyor. Bunun ana sebebi ise yayın yöneticilerinin her zaman çalışanlar karşısında zor duruma düşürülmesidir. Son olayda sanırım öyle. Birçok insan uzun süre sabretmişse Durdu Özbolat’ın değil, Merdan Yanardağ’ın hatırına kalmış veya dayanmışlardır.
GAZETECİLİK YAPMAYA KALKACAK HER PATRON “KESENİN AĞZINI” AÇMAYI BAŞTAN GÖZE ALMALIDIR!
Medyaya şu veya bu nedenle sonradan girmiş patronların anlamadığı nokta bu alanın diğer hiçbir alana benzemediğini bir türlü kavrayamamalarıdır. Hele bazı koşullarda “muhalif”, “sol”, vb gazetecilik yapacak olanlar, “idealizm” söylemi geliştirenler (Ki, kendi payıma ben buna inanmakta zorlanırım, hele de “siyasetçi” kökenli ise!) hepten bilmelidirler. “İdealizmi” sadece “çalışanlara tavsiye edenlerin biraz da kendileri “idealizm” yapsalar hiç fena olmaz yani!
Dolayısıyla ya bu riskleri göze almalı ya da bu işe hiç bulaşmamalıdırlar. Sonra da kabahati emek hakkını talep edenlere yahut siyasi şartlara atmamalıdırlar. Gazetecilere her türlü “lojistik desteği” eksiksiz sağlamalıdırlar. Yoksa “ben şu kadar yatırım yaparım, gerisi beni ilgilendirmez, çalışın ödeyin” denilemez. Bugün artık sıfırdan bir gazete kurmayı göze almışsanız hiç satmasanız dahi (Ki bu YURT için geçerli değildi) belli bir süre en azından maaşları düzenli veya ona yakın bir sürede ödeyebilmelisiniz. Gazetecilik profesyonel bir iştir. Kitlesel bir yayın organı çıkarmak herhangi bir fraksiyonun kendi “dergi”sini, gazetesini çıkarmaya benzemez. O zaman bu işe hiç kalkışmayın. İnsanları sefil edersiniz!
Sol gazetecilik (Aslında sadece “gazetecilik” var. Gazeteciliğin sağı solu olmaz. Gazetecilik gazeteciliktir. Sol veya sağ sadece o gazetenin fikri cephesidir. ) artık bazı kolay alışkanlıklardan, taşıma suyla değirmen döndürmekten, sadece “iman ateşi” ile iş görmekten kurtulmalıdır. Bunun için normal bir kurumlaşma ve normal bir bakış yeterlidir. Ona rağmen başaramıyorsan da yapacak bir şey yoktur. Bence hem bunları kollayıp, gözetip hem de istikrarlı, ekonomik yeterliliğe sahip bir gazete çıkarmak mümkündür. Tek engel zihniyet ve bu şartlara adapte olamamaktır.
YURT bunu başarabilecek bir noktadaydı. Ancak gene aynı hastalığa yakalandı. Enerjisini iç sorunlarla boğuşarak, gerçekte sorun bile olmayacak noktalara harcayarak işi zora soktu. İnsanlar yıldı. Yoksa her çalışanın ne kadar samimi hislerle, inanılmaz bir sabırla olaya asıldıklarını bizzat ben biliyorum. Bu anlamda –maalesef- Yurt Gazetesi Gazetecilere “Yurt” Olamadı!..
Kendi payıma benim açımdan en önemli durum severek yaptığım işimden olmamdır.(Pek çok kıymetli yazar arkadaşım da aynı duruma düşürüldü) Ben “tuzu kuru” (Bu bir suçlama değildir keşke bende olsaydım!) bir yazar değildim. Yazarak yaşamaya çalışan bir insanım. Sonuçta yazmak için “üste para” verecekler bile çıkabilir. Bilhassa AKP’nin gadrine uğrayanlar için fazla yer kalmadı. Yazarlar açısından bu zaten patronların kötüye kullanabilecekleri bir durum.
Israrla vurgulamalıyım; İşin ideolojik-siyasi yanları beni fazla ilgilendirmiyor. Ben gazeteciliğin emek yanıyla ilgileniyorum. Hiçbir gazetenin, (Sağ veya sol) çalışanlarının zor durumlara düşmesi beni sevindirmez. Hiçbir gazetenin kapanması, çalışanlarının işsiz kalmasını istemem. Bu eski bir yazarı olarak YURT için daha bir geçerlidir. Umarım bu krizi de atlatıp, daha iyi bir rotaya girerler. Herhalde kendileri de bunun farkındadırlar.
Ben aslında daha fazla ve daha farklı şeyler söylemeyi planlıyordum. Emek harcadığım bir yer için fazla ters konuşmaya gönlüm elvermedi. Baktıkça üzülüyorum. Kendimi gene de frenlediğimi zannediyorum. Umarım toparlarlar.
Bunun için YURT deneyimi herkes tarafından özgürce tartışılmalı, dersler çıkarılmalı, şu veya bu nedenle bastırılmamalı ve ertelenmemelidir. Her eleştiri getiren de hemen susturulması gereken “düşman” muamelesi görmemelidir. Çünkü söz konusu olan gazeteciliğin daha düzgün işlemesidir. Bu anlamda kişiler değil, her zaman “anlayışlar”ı ele almak temel kalkış noktası olmalıdır.
Şüphesiz bu benim kendi öznel “deneyim pencerem”den böyledir. Umarım kimseye fazladan bir haksızlık etmemişimdir. Kimseyle “kişisel düzeyde” sorunum da yok. Bu açıdan bunun sadece bir değerlendirme yazısı olarak, art niyetsiz şekilde kaleme alındığının bilinmesini isterim. Herkes katılmayabilir o başka…
YURT çalışanlarına, basın emekçisi arkadaşlarıma selam ve sevgilerimle…
19.08.2015.
atillaakar@gmail.com
Önceleri ayrıldığımın hemen ertesinde bu konuda bir yazı yazmak istedim. Fakat biraz tepkisel ve duygusal bir yazı olabilirdi. Sonuçta ortaya hayli “negatif” bir yazı çıkabilirdi. Tümüyle kendi isteğimle, kimseyle tartışmadan ayrıldığım halde birileri “Kuyruk acısı var o yüzden böyle konuşuyor” diyebilirlerdi. Bu yüzden vazgeçtim.
Derya Sazak döneminde yazmaya kalksam asıl derdim “ideolojik” sanılabilir, fiilen tarafı olmadığım (Ne yalan çok fazlada umursamadığım!) tartışmaların içine çekilebilirdim. Bu da benim için pek “uygun” bir konjonktür sayılamazdı.
Merdan Yanardağ 2. kez görevi devralmasından sonra ise hiç olmazdı. Bu hem Merdan’la kadim manevi hukukum gereği olamazdı hem de söyleyebileceğim her söz -hiç böyle bir niyet ve isteğim olmadığı halde- gene yanlış anlaşılabilir ve “geriye dönme çabası” olarak algılanabilirdi. Bu yüzden Merdan’la konuşmaktan dahi imtina ettim.
Neyse uzatmayayım; Yurt gazetesi ve kendi kişisel deneyim ve gözlemlerimi her daim yazmak istedim. Lakin hep erteledim. Bazen de “Değer mi?” moralsizliğine düştüğüm için açıkçası salladım. Bazı kızgınlık ve kırgınlıklar kolay bastırılmıyor yani. Fakat aklımın bir köşesinde hep yazmayı düşündüm. Sanırım artık vakti geldi…
Sadece akan süreçte olan biteni göz ucuyla izlemeye çalıştım. Kulağıma gelenlerle yetindim. Bazen hayretler ettim bazen de orada çalışan gazeteci arkadaşlarımın içine düşürüldükleri zor durumları, emek faktörüne olan saygısızlıkları duydukça, onlarla konuştukça isyan ettim. Onlar adına üzüldüm.
Ki ben de aslında onlardan biriydim. Başlangıcından beri o gazete idim. Kuruluş öyküsünü, insanların yeni bir gazeteye olan açlıkları gereği dört elle sarılışlarını, bu uğurda türlü fedakârlıkları göze alışlarını bizzat gözledim. Ben dahil çoğu işsiz arkadaşıma bir “kapı” açılmış gibiydi!
Kendim aralıksız 26 ay boyunca haftada 4-5 gün siyasi analizler yazdım. İşimi hakkıyla yaptığımı zannediyorum. Lakin olaylar dışarıdan bakanların gördükleri gibi değildi. Örneğin ben ayrılma kararı (30 Mart 2014) almak zorunda kaldığımda 8 aydır “maaş” alamıyordum. (Maaş dedim de öyle ahım şahım bir rakam sanılmasın!) Kadrosuz ve sigortasız çalıştırılmam da cabasıydı. Tam o esnada halen süren ciddi bir hastalığa yakalandım. İlaçlarımı bile alamayacak durumda kalabilirdim.
Bu süreçte şahit olduğum veya maruz kaldığım diğer saçmalıkları -Telefona çıkmama ya da dönmeme gibi ufak nezaketsizlikleri atlarsak!- edep gereği yazmıyorum. (Bunların bir kısmı zaten ayrılan eski YURT mensuplarınca yazıldı) Tabii “Açtırmasınlar ağzımı söyletmesinler kötüyü” demeye mecbur bırakılmadığım sürece! Dahası o zamanlar bu durumu kimselere söyleyemiyordum. Kuyruğu dik tutmaya çalışıyordum. Elbette kimileri “köşe yazarı oldu, köşe oldu” diye düşünebilirlerdi. Oysa gerçek bambaşkaydı!
Gene de haksızlık etmeyeyim, sonuçta alacağımı iki taksitte de olsa aldım. Ama bunu bile “kurumsal bir anlayış” gereği değil, Merdan Yanardağ’ın ancak kişisel inisiyatifiyle, zorlamasıyla sağlayabildim, yoksa halen alamayabilirdim. Yani “kurumsal ve doğal bir hak teslimi” sayılamazdı. Çünkü öyle bir “anlayış” yoktu!
EMEK FAKTÖRÜ DİKKATE ALINMADAN “SOL GAZETECİLİK” OLMAZ!
İşte YURT’ta son yaşananlar beni–bir tür borç gibi- bu yazıyı yazmaya itti. Yoksa asıl amacım ne YURT’u, ne de birilerini kötülemek. Sadece bu deneyimden -anlayanlar için- gazeteciler açısından gerekli dersleri çıkartmak. Bu anlamda okuduğunuz değerlendirmeyi –doğru veya yanlış- önemli kılan “dışarıdan biri” tarafından, kulaktan dolma kanaatlerle değil, bizzat “içeriden biri” tarafından somut gözlemlere, yaşanmışlıklara, duyumlara dayalı yapılmasıdır. Ayrıca Türk medya tarihine küçük bir not düşmek belki de…
Bu noktada –gene bir haksızlık yapmamak için- belirtmeliyim ki, çizgi olarak tartışılacak bazı yönleri olsa dahi YURT aslında “başarılı” sayılabilecek bir gazetedir. Eleştirilecek yönleri olmakla birlikte, bir “muhalif gazete” türü olarak, sınırlı imkânlara rağmen tutmuştur. 50 bin ve üzeri tirajları zorlamıştır. Kendi kulvarında yeni bir alan açmıştır. Hiç şüphesiz bunda Merdan Yanardağ’ın ve ilk çekirdek gazeteci kadrosunun çabası belirleyicidir. Fakat bu çaba belli ki tedricen çarçur edilmiştir.
YURT gerek tirajı, gerek ulaşılması mümkün hedef kitlesi bakımından dönemi için “istisnai” sayılabilecek bir örnektir. Bu dönemde çıkıp da halen ayakta kalabilmiş “muhalif veya sol gazete” örneği yoktur. (KARŞI Gazetesi örneği de malumdur) Bu anlamda YURT, tuhaf ve ironik olarak gerçekte başarılı olup da belli bir zihniyet tarafından adeta başarısızlığa zorlanmıştır.
Benim gördüğüm kadarıyla; bu gazetenin tiraj potansiyeli, resmi ilan gelirleri ve geliştirilmesi mümkün reklam çabasıyla kendi kendini döndürmesi, en azından kendisine yetmesi pekâla mümkündü. (Kâra bile geçebilirdi!) Fakat bunun için öncelikle gazetenin toplam maliyetinde “Emeğin” bir “maliyet kalemi” olarak dikkate alınmasıyla ve buna uygun bir anlayışın yerleşmesiyle gerçekleşebilirdi. Bunu başaramayınca insanlar büyük bir huzursuzluğa düştüler.
Oysa tam tersine insanlardan sürekli “fedâkârlık” , “sabır” beklenerek, buna tepki gösterenler neredeyse “hain”, “bozguncu unsurlar” gibi değerlendirilmesi bile söz konusu olabilmiştir. (Hatta azar bile işitmişlerdir!) Her daim soyut, maddi temeli olmayan ve kötüye kullanılan bir “idealizm” beklenmiştir. Bütün bunlar adeta PATRONAJ KAYNAKLI bir “alışkanlık” haline gelmiştir. Kaçınılmaz olarak istifalar istifaları izlemiş, huzursuzluk hiç bitmemiş, çalışan insanlar dönem dönem adeta isyana zorlanmıştır!
Lakin gazetenin neredeyse daha kuruluşundan itibaren hep ekonomik sorunlarla boğuşması, çalışanlarını moralsizliğe iten (Mutsuz, aç, kirasını ödeyemeyen, gazeteye gelecek parasını bile borç alan insanlar “iyi gazeteciler” olsa da “iyi gazetecilik” yapamaz!) yalpalamaları ve giderek kendi imajını kemirmesi (Emeğe değer vermeyen sözüm ona “emek gazeteciliği” komedisi!), imkânlarının yanlış yönlere kanalize edilmesi, gazeteyi göz göre göre bir çıkmaza sokmuştur.
Maalesef ki YURT haberlerinden çok hep istifaları, iç huzursuzlukları, bunun etrafında dönen yönetim tartışmalarıyla kendisine “Gündem” oluşturan bir gazeteye dönüşmüştür. Gazete içerikte sol ve emekten yana olmasına rağmen iç istihdam politikasında asgari sosyal-ekonomik hakları gözeten sağ bir gazete kadar olamamıştır. Bu ilginç bir çelişkidir. Sonuçta “bu ne perhiz bu ne lahana turşusu” olmuştur!
SUÇU SÜREKLİ “KOŞULLARA” ATMAK KENDİNİ KANDIRMAKTIR!
Bu arada -belli ölçüde gerçeklik payı olmasına rağmen- “Ne yapalım kimse reklam vermiyor, herkes AKP’den korkuyor, reklam alamıyoruz, koşullar kötü” klişesine sığınılmış ve bu zamanla tam anlamıyla bir kendi kendini kandırma (Dolayısıyla çalışanları) mekanizmasına dönüşmüştür. “İç sömürü” böyle meşrulaştırılmıştır!
İşin böylesi bir yanı olmakla birlikte bu iyice abartılarak mevcut statükoyu korumanın bahanesine dönüşmüştür. Bu anlamda YURT’un asıl sorunu bir “zihniyet sorunu olup, çalışanlarına karşı emek politikasında bir türlü (Onca propagandası yapılmasına rağmen!) “çağdaş normlara” göre düzenlenmemesidir. Bu ise tamamen nasıl yöneteceğinizle ilgilidir. Bu yüzden “kurumsallaşma” bir türlü sağlanamamıştır. Öne böyle bir “hedef”te konulmamıştır!
AKP elbette ki son dönemlerde medyaya inanılmaz baskılar uygulamış, garip yaptırımlar geliştirmiştir. Ancak sen zaten buna karşı koymak için ortaya çıkmışsan “Baskı var, ne yapalım” diyemezsin. AKP bahanesi kimi “beceriksizlikler”in “can simidi” haline getirilemez. Bütün bu sorunları baştan, ona göre düşünüp, tedbirlerini ona göre geliştirmelisin. Ya da hiç bu işe soyunmayacaksın!
Gerçekte “muhalif gazete yaşayamaz” diye bir kural yok. Asıl bu şartlarda yaşamalı. Ancak bunun için apayrı bir refleks gerekiyor. Bu konuda “patronaj” ile fiilen gazeteyi çıkartanların “uyumlu” olması ön şart. YURT’ta bu her zaman “sıkıntılı” olmuşa benziyor. Bunun ana sebebi ise yayın yöneticilerinin her zaman çalışanlar karşısında zor duruma düşürülmesidir. Son olayda sanırım öyle. Birçok insan uzun süre sabretmişse Durdu Özbolat’ın değil, Merdan Yanardağ’ın hatırına kalmış veya dayanmışlardır.
GAZETECİLİK YAPMAYA KALKACAK HER PATRON “KESENİN AĞZINI” AÇMAYI BAŞTAN GÖZE ALMALIDIR!
Medyaya şu veya bu nedenle sonradan girmiş patronların anlamadığı nokta bu alanın diğer hiçbir alana benzemediğini bir türlü kavrayamamalarıdır. Hele bazı koşullarda “muhalif”, “sol”, vb gazetecilik yapacak olanlar, “idealizm” söylemi geliştirenler (Ki, kendi payıma ben buna inanmakta zorlanırım, hele de “siyasetçi” kökenli ise!) hepten bilmelidirler. “İdealizmi” sadece “çalışanlara tavsiye edenlerin biraz da kendileri “idealizm” yapsalar hiç fena olmaz yani!
Dolayısıyla ya bu riskleri göze almalı ya da bu işe hiç bulaşmamalıdırlar. Sonra da kabahati emek hakkını talep edenlere yahut siyasi şartlara atmamalıdırlar. Gazetecilere her türlü “lojistik desteği” eksiksiz sağlamalıdırlar. Yoksa “ben şu kadar yatırım yaparım, gerisi beni ilgilendirmez, çalışın ödeyin” denilemez. Bugün artık sıfırdan bir gazete kurmayı göze almışsanız hiç satmasanız dahi (Ki bu YURT için geçerli değildi) belli bir süre en azından maaşları düzenli veya ona yakın bir sürede ödeyebilmelisiniz. Gazetecilik profesyonel bir iştir. Kitlesel bir yayın organı çıkarmak herhangi bir fraksiyonun kendi “dergi”sini, gazetesini çıkarmaya benzemez. O zaman bu işe hiç kalkışmayın. İnsanları sefil edersiniz!
Sol gazetecilik (Aslında sadece “gazetecilik” var. Gazeteciliğin sağı solu olmaz. Gazetecilik gazeteciliktir. Sol veya sağ sadece o gazetenin fikri cephesidir. ) artık bazı kolay alışkanlıklardan, taşıma suyla değirmen döndürmekten, sadece “iman ateşi” ile iş görmekten kurtulmalıdır. Bunun için normal bir kurumlaşma ve normal bir bakış yeterlidir. Ona rağmen başaramıyorsan da yapacak bir şey yoktur. Bence hem bunları kollayıp, gözetip hem de istikrarlı, ekonomik yeterliliğe sahip bir gazete çıkarmak mümkündür. Tek engel zihniyet ve bu şartlara adapte olamamaktır.
YURT bunu başarabilecek bir noktadaydı. Ancak gene aynı hastalığa yakalandı. Enerjisini iç sorunlarla boğuşarak, gerçekte sorun bile olmayacak noktalara harcayarak işi zora soktu. İnsanlar yıldı. Yoksa her çalışanın ne kadar samimi hislerle, inanılmaz bir sabırla olaya asıldıklarını bizzat ben biliyorum. Bu anlamda –maalesef- Yurt Gazetesi Gazetecilere “Yurt” Olamadı!..
Kendi payıma benim açımdan en önemli durum severek yaptığım işimden olmamdır.(Pek çok kıymetli yazar arkadaşım da aynı duruma düşürüldü) Ben “tuzu kuru” (Bu bir suçlama değildir keşke bende olsaydım!) bir yazar değildim. Yazarak yaşamaya çalışan bir insanım. Sonuçta yazmak için “üste para” verecekler bile çıkabilir. Bilhassa AKP’nin gadrine uğrayanlar için fazla yer kalmadı. Yazarlar açısından bu zaten patronların kötüye kullanabilecekleri bir durum.
Israrla vurgulamalıyım; İşin ideolojik-siyasi yanları beni fazla ilgilendirmiyor. Ben gazeteciliğin emek yanıyla ilgileniyorum. Hiçbir gazetenin, (Sağ veya sol) çalışanlarının zor durumlara düşmesi beni sevindirmez. Hiçbir gazetenin kapanması, çalışanlarının işsiz kalmasını istemem. Bu eski bir yazarı olarak YURT için daha bir geçerlidir. Umarım bu krizi de atlatıp, daha iyi bir rotaya girerler. Herhalde kendileri de bunun farkındadırlar.
Ben aslında daha fazla ve daha farklı şeyler söylemeyi planlıyordum. Emek harcadığım bir yer için fazla ters konuşmaya gönlüm elvermedi. Baktıkça üzülüyorum. Kendimi gene de frenlediğimi zannediyorum. Umarım toparlarlar.
Bunun için YURT deneyimi herkes tarafından özgürce tartışılmalı, dersler çıkarılmalı, şu veya bu nedenle bastırılmamalı ve ertelenmemelidir. Her eleştiri getiren de hemen susturulması gereken “düşman” muamelesi görmemelidir. Çünkü söz konusu olan gazeteciliğin daha düzgün işlemesidir. Bu anlamda kişiler değil, her zaman “anlayışlar”ı ele almak temel kalkış noktası olmalıdır.
Şüphesiz bu benim kendi öznel “deneyim pencerem”den böyledir. Umarım kimseye fazladan bir haksızlık etmemişimdir. Kimseyle “kişisel düzeyde” sorunum da yok. Bu açıdan bunun sadece bir değerlendirme yazısı olarak, art niyetsiz şekilde kaleme alındığının bilinmesini isterim. Herkes katılmayabilir o başka…
YURT çalışanlarına, basın emekçisi arkadaşlarıma selam ve sevgilerimle…
19.08.2015.
atillaakar@gmail.com