YILMAZ ERDOĞAN'I ASALIM MI?
Yılmaz Erdoğan'ı sosyal medya meydanında asalım mı? Murat Tolga Şen yazdı.
Yılda 70den fazla film çekiliyor ancak sinema dergiciliği yerlerde sürünüyor. Dergileri okuyanların değilse de çıkaranların bir sürü bahanesi var. İnternet yüzünden, masraflar yüzünden vs. Hiçbirinin aklına okunacak şeyler yazamadıkları gelmez nedense
Bu kadar meselesi olan Türk-iye sinemasının dertlerine eğilmek yerine suya sabuna değmeyen bir yayıncılık anlayışı ile internetten çalıp çırpma star portreleri ya da vizyon filmlerinin PRına yarayacak haberlerle dolu bir sinema dergisini kim neden okusun ki?
Suat Koçer ve gayretli ekibinin çıkardığı Film Arası dergisi, memlekette sinema dergiciliğinin yüzakı olarak yayın hayatına devam ediyor. Vizyonun genel geçerliğinden mümkün mertebe uzak harika yazılar yayınlıyorlar. En önemlisi de, usta sinema adamlarıyla yaptıkları nalına-mıhına röportajlar
Dergi benim dikkatimi de Yavuz Turgul usta ile yaptıkları böyle bir röportajla çekmişti. O zamandan beri müptelası oldum.
Film Arası, Mayıs sayısında Yılmaz Erdoğan ile yaptıkları bir röportaj yayınladı. Dergiyi satın alanlar için okuması çok keyifli olan bu röportaj, basın bültenindeki bazı manşetlerin sosyal medya tarafından cımbızlanması ve öne çıkarılması ile adeta Yılmaz Erdoğanın, Red Kit çizgi romanlarındakine benzer şekilde katrana bulanıp tavuk tüyü yapıştırılarak kasabanın meydanında dolaştırıldığı bir utandırma harekatına dönüştü.
Halbuki, o kadar doğru şeyler söylüyor ki sanatçı... Ancak bunu anlamak için lafının gerisini, berisini dinlemek gerekiyor. Yoksa aradan çıkmış bir filmlerde ezan okunmuyor sözcüğünün üzerine atlayıp Boston Canavarını yakaladığını sanmak
Yılmaz Erdoğanın dile getirmek istediği farkındalığı ben de yaşadım. 73 doğumluyum, 23 Nisanlarla, Susam Sokağıyla, Kaptan Grantın Çocukları, Tarzan, 15 yaşında bir Kaptan romanlarıyla kendimi bir batılı sanarak büyüdüm.
Ancak 30lu yaşlarda anladım ki ben batılı falan değilim. O sarı saçlı, mavi gözlü aryan çocuk beni başka görüyormuş ben de onun gözlükleriyle bakıyormuşum kendime... Ben filmlerde kahramana yalakalanan Meksikalı, üçkağıda getiren Arap, sinsi oyunlar yapan Çinliymişim ve birileri beni bu ilüzyonun içinde tutabilmek için sinemanın, TVnin gücüyle uğraşıp durmuş ömrüm boyunca... Matrix de Cypher karakteri gibi "Eğer rüyaysa bile umurumda değil" dedirtmişler çoğumuza çünkü "gerçek" ısıran, acıtan bir şey.
Çok üzgünüm, "Sosyal medya" sahte bir duyarlılık alanına dönüşmüş durumda Orada herkes "ideal insan". Bu kadar doğru ve duyarlı insanlarla birarada yaşadığımıza inanmak isterim ancak sokakta Lycranın kuşattığı güzel popoları plajda göremediğimiz gibi, burada yazılanların pratikte bir yansıması yok. Bu sahte politik doğruluk, meseleyi kavramak değil, mesele haline getirmek için kullanılıyor ve köşe yazarları da takipçilerini arttırmak için bu duruma çanak tutuyor. Okumayanların tartıştığı, toz duman içinde kalmış Twitter meydanından sonunda bize kalan hiçbir fayda yok! Ayrıca "kahraman" olmak isteyen gençlere işe yarar bir tavsiye; Kovboy filmlerinde kahraman, biri asılırken alkışlayan değil asılanın boynundaki ilmiğe ateş edendir.
Yılmaz Erdoğanın verdiği röportajla başına gelen şey artık alıştığımız entelektüel faşizmin son örneği. Herkes kendi adamını alkışlarken, birileri çıkıp kemikleşmiş fikrin dışında birkaç kelam ettiğinde yuhlarken ne doğruluktan, ne de etikten bahsedebiliriz.
Halk için sanat üretmenin neden bu kadar utanılacak bir şey olduğunu ben de anlayamıyorum doğrusu Ben ona baktığımda, acılarından başka anlatacak bir şeyi olmadığı sandırılan doğunun içinden gülmece çıkaran, 2012 yılında Çok Güzel Hareketler Bunlar ile TV seyircisine tiyatro izlettirebilen, gençlere el vermiş bir güzel adam görüyorum. Ürettiklerinden nerede durduğu belli birine, bir röportaj yüzünden süvari birliğindeki Kızılderili muamelesi yapmak büyük acımasızlık.
Sanat birilerini kanatlandırıp kastın en tepesine çıkaracak bir ayrıcalık mı ya da neden 3. mevkide halkıyla birlikte eğlenmek isteyen adama bu kadar kızgındır memleketimin sanat sevicileri?
Bu kadar meselesi olan Türk-iye sinemasının dertlerine eğilmek yerine suya sabuna değmeyen bir yayıncılık anlayışı ile internetten çalıp çırpma star portreleri ya da vizyon filmlerinin PRına yarayacak haberlerle dolu bir sinema dergisini kim neden okusun ki?
Suat Koçer ve gayretli ekibinin çıkardığı Film Arası dergisi, memlekette sinema dergiciliğinin yüzakı olarak yayın hayatına devam ediyor. Vizyonun genel geçerliğinden mümkün mertebe uzak harika yazılar yayınlıyorlar. En önemlisi de, usta sinema adamlarıyla yaptıkları nalına-mıhına röportajlar
Dergi benim dikkatimi de Yavuz Turgul usta ile yaptıkları böyle bir röportajla çekmişti. O zamandan beri müptelası oldum.
Film Arası, Mayıs sayısında Yılmaz Erdoğan ile yaptıkları bir röportaj yayınladı. Dergiyi satın alanlar için okuması çok keyifli olan bu röportaj, basın bültenindeki bazı manşetlerin sosyal medya tarafından cımbızlanması ve öne çıkarılması ile adeta Yılmaz Erdoğanın, Red Kit çizgi romanlarındakine benzer şekilde katrana bulanıp tavuk tüyü yapıştırılarak kasabanın meydanında dolaştırıldığı bir utandırma harekatına dönüştü.
Halbuki, o kadar doğru şeyler söylüyor ki sanatçı... Ancak bunu anlamak için lafının gerisini, berisini dinlemek gerekiyor. Yoksa aradan çıkmış bir filmlerde ezan okunmuyor sözcüğünün üzerine atlayıp Boston Canavarını yakaladığını sanmak
Yılmaz Erdoğanın dile getirmek istediği farkındalığı ben de yaşadım. 73 doğumluyum, 23 Nisanlarla, Susam Sokağıyla, Kaptan Grantın Çocukları, Tarzan, 15 yaşında bir Kaptan romanlarıyla kendimi bir batılı sanarak büyüdüm.
Ancak 30lu yaşlarda anladım ki ben batılı falan değilim. O sarı saçlı, mavi gözlü aryan çocuk beni başka görüyormuş ben de onun gözlükleriyle bakıyormuşum kendime... Ben filmlerde kahramana yalakalanan Meksikalı, üçkağıda getiren Arap, sinsi oyunlar yapan Çinliymişim ve birileri beni bu ilüzyonun içinde tutabilmek için sinemanın, TVnin gücüyle uğraşıp durmuş ömrüm boyunca... Matrix de Cypher karakteri gibi "Eğer rüyaysa bile umurumda değil" dedirtmişler çoğumuza çünkü "gerçek" ısıran, acıtan bir şey.
Çok üzgünüm, "Sosyal medya" sahte bir duyarlılık alanına dönüşmüş durumda Orada herkes "ideal insan". Bu kadar doğru ve duyarlı insanlarla birarada yaşadığımıza inanmak isterim ancak sokakta Lycranın kuşattığı güzel popoları plajda göremediğimiz gibi, burada yazılanların pratikte bir yansıması yok. Bu sahte politik doğruluk, meseleyi kavramak değil, mesele haline getirmek için kullanılıyor ve köşe yazarları da takipçilerini arttırmak için bu duruma çanak tutuyor. Okumayanların tartıştığı, toz duman içinde kalmış Twitter meydanından sonunda bize kalan hiçbir fayda yok! Ayrıca "kahraman" olmak isteyen gençlere işe yarar bir tavsiye; Kovboy filmlerinde kahraman, biri asılırken alkışlayan değil asılanın boynundaki ilmiğe ateş edendir.
Yılmaz Erdoğanın verdiği röportajla başına gelen şey artık alıştığımız entelektüel faşizmin son örneği. Herkes kendi adamını alkışlarken, birileri çıkıp kemikleşmiş fikrin dışında birkaç kelam ettiğinde yuhlarken ne doğruluktan, ne de etikten bahsedebiliriz.
Halk için sanat üretmenin neden bu kadar utanılacak bir şey olduğunu ben de anlayamıyorum doğrusu Ben ona baktığımda, acılarından başka anlatacak bir şeyi olmadığı sandırılan doğunun içinden gülmece çıkaran, 2012 yılında Çok Güzel Hareketler Bunlar ile TV seyircisine tiyatro izlettirebilen, gençlere el vermiş bir güzel adam görüyorum. Ürettiklerinden nerede durduğu belli birine, bir röportaj yüzünden süvari birliğindeki Kızılderili muamelesi yapmak büyük acımasızlık.
Sanat birilerini kanatlandırıp kastın en tepesine çıkaracak bir ayrıcalık mı ya da neden 3. mevkide halkıyla birlikte eğlenmek isteyen adama bu kadar kızgındır memleketimin sanat sevicileri?