Yıllardır bir türlü atlatılamayan travma! 1 Mayıs hep gerilim nedeni mi olacak?

Medyaradar analisti Atilla Akar, 47 yıldır bir türlü normal mecrasına oturamayan “1 Mayıs” kutlamaları geriliminin siyasal, sosyal ve psikolojik nedenlerini tartıştı…

ATİLLA AKAR atilla.akar@medyaradar.com

Efendim: sözlükler travmayı (Örselenme) kabaca beden veya ruh açısından önemli etkiler bırakan her tür darbe olarak tanımlıyor. Psikolojide ise bireyin gerektiği şekilde tepki geliştiremediği, çözüme kavuşturamadığı, bilinçdışına ittiği sarsıntı olarak belirtiliyor. Fiziksel ve duygusal tacizler, dövülme, gasp olayları, çocukluktaki sevgisizlik, temel hayat gereksinimlerinin karşılanamaması (Barınma, beslenme, sağlık, eğitim), cinsel tacizler, afetler (Deprem, sel, fırtına), kazalar, savaşlar, çatışmalar, vb hep bu kapsamda sayılıyor.

Birçok olay sonrası böylesi etkiler görülebiliyor. (Yangın, kaza, hırsızlık, saldırı, ölüm gibi) Bunlar arkadaşlarını veya ailesini kapsayan kişisel olaylar olabilir. Birey bu tarz olaylara maruz kalıp onların etkileri ile başa çıkamadığı, süreklilik kazandığı, hallerde travmatik süreç başlıyor. Bütün bir ömre kadar yayılabiliyor. Bu duruma “Post travmatik stres bozukluğu” denilmektedir. Birey yaşadığı olayın etkilerini bir türlü üzerinden atamaz, günlük hayatında hatta rüyalarında etkilerini yaşar, aşırı bir uyarılma ve kaygı davranışı içine girer.

Takıntılı Ruh Hali!..

Peki bu durum bireyler için böylede toplumlar, gruplar, çevreler ve devlet, vb için geçerli değil mi? Toplumlarda kendi tarihlerinde, ağır sonuçları olan olaylar yaşamıyorlar mı? Bu olaylar Jungvari bir tabirle hafızalarında “Kollektif bilinçdışı”nda yer almıyor mu? Eğer o olayı aşacak çözümler üretmezlerse yıllarca, belki de on yıllarca sürmüyor mu? Bunlar büyük krizler, iç savaşlar, terör olayları, çatışmalar, komplo ve provokasyonlar, kısaca toplumu sarsan her tür olay şeklinde tezahür edebiliyor. Bunlarla yüzleşmek hiç kolay değil!..

Şu veya bu nedenle olayların etkisi aşılamaz, toplumun ve devletin hafızasına yer eder. Her seferinde fasit bir daire gibi tekrarlanır. Özellikle belli tarihlere endeksli bu tarz travmalar her fırsatta su yüzüne çıkarlar. Her defasında aynı sahneler sergilenir, benzer refleksler gösterilir. Bir anlamda “Takıntılı” bir ruh hali tüm toplumu ve devleti sarar. Sonuçta adeta normalleşir!

47 Yıldır Atlatılamayan Travma!..

İşte Türkiye’de 1 Mayıs’ın kutlanması da bu tarz “Travmatik” bir duruma dönüşmüş durumda artık. Zaman zaman yumuşar gibi olsa da esas olarak her defasında yeniden canlanıyor. Sendikalar, kitle örgütleri, partiler her sene Taksim’de kutlamak isterken, Devlet / Hükümet ise genellikle ve ısrarla kutlamayı engelleme yoluna gidiyor. (Daha doğrusu 1 Mayıs’ın kutlanmasına değil, Taksim’de kutlanmasına karşı çıkıyor. Başka kutlama yerleri gösteriyor.) Bu durum her defasında bir çatışma, tartışma nedeni oluyor. Bir türlü bu alışkanlık kırılamıyor!..

Elbette ki bunun temelinde 1977’de Taksim’de yaşanan kanlı “1 Mayıs Provokasyonu” nun halen süren travmatik etkisi yaşanıyor. İşçi örgütleri bu olayı bir “simge” kabul edip, bir tür “namus meselesi” gibi düşünüp alanda kutlamak isterken, devlet ise benzeri olaylara tekrar yol açmasından çekinip engelleme yoluna gidiyor. (Halbuki içinde devlet faktörü olmadan bu tarz olaylar genellikle gerçekleşmiyor. Nitekim 1977’de de o dönemin devlet konseptleri doğrultusunda, gene devlet mekanizması içinde yuvalanmış ve darbeye endeksli bir Gladyo /Kontrgerilla operasyonuydu yaşanan. Dolayısıyla devlet bu çetelere, yapılara göz yummadığı, içinde barındırmadığı sürece aynı tarz olayların yaşanması çok zordur) Devlet açısından ise “Kamu otoritesinin sarsılması” endişesi ön planda görünüyor.

Kaos Endişesi Ön Planda!..

Bu durum AK parti döneminde yaşanan “Gezi olayları” sebebiyle ilaveten bir hassasiyet kazanmış bulunuyor. Dolayısıyla olayın “Hükümeti devirmeye yönelik bir komplo”nun ve toplumda “Kaos yaratma”nın bir basamağı olarak kullanılmasından çekiniyorlar. Burada yeniden yaşanacak bir provokasyonun, çatışmanın, patlayan bir bombanın, vb kaos tetikleyicisi olmasından ürküyorlar sanırım.

Böyle bir ihtimal yok mu? Elbette var. Her dönem var. Kaldı ki bu tarz olaylar için 1 Mayıs gerekmiyor. (Ancak bu kez kitlesel kalkışma zemini olmasından endişe ediliyor herhalde) Özellikle kimi “marjinal gruplar” ın davranışlarından, içlerine sızmış provokatörlerin kışkırtıcı tavırlarından ve bunların daha büyük çaplı olaylara dönüşmesinden endişe ediliyor herhalde. Yoksa tüm dünyada genelde sakin geçen 1 Mayıs’ların Türkiye’de her sene tedirginlik yaratmasının nedeni başka ne olabilir ki? Bu da, hükümetin travması olsa gerek herhalde!..

1 Mayıs Acilen Normalleştirilmelidir!..

Dolayısıyla bu travma artık atlatılmalıdır.1 Mayıs her seferinde bir gerilim, nedeni ve günü olmaktan çıkartılmalıdır. Bu inatlaşmaya artık bir son verilmelidir. Hükümete düşen –kimi risklere rağmen- yasal çerçevede, her tür güvenlik önlemini alarak 1 Mayıs’ın kutlanmasını ve sakin geçmesini sağlamaktır. Sendikalara, örgütlere düşen bunun disiplinli bir şekilde, olaysız geçmesini garantiye almaktır. Araya sızan provokatif niyetli kişi ve grupları tecrit etmek, günün mana ve ehemmiyetine uygun gerçekleşmesini sağlamaktır. Bu sağlandıktan sonra inanın olayın artık eski önemi ve inatlaşması kalmayacaktır. Etkisi azalacaktır.

Sol parti ve gruplar ise inisiyatifi sendikalara bırakıp, kendilerine küçük rantlar ve gruplar arası rekabete dayalı, güç gösterisi sağlama peşinde koşmadan, olayın bir “Solcu bayramı” bir “Sol ayin” olmayıp “İşçi sınıfının günü” olduğunu hatırlamalarıdır. Her defasında en keskin, en çatışmacı, en uzlaşmaz tavrın illa en doğru tavır olmadığını hatırlamalarıdır. Bir Mayıs’ı kavga gününe çevirmeden, bir iman tazeleme gösterisine dönüştürmeden sakin ve barışçı bir şekilde kutlamanın yolları bulunmalıdır. 1 Mayıs bir avuç ateşli gencin radikalizm şovu değil, işçi sınıfının yüzyıllık mücadele birikimidir. Sözüm ona siyasal jargona bulanmış çiğ tavırların, ideolojik şablonların hezeyanlı gösteri alanı değildir. Herkes bu olgunlukta hareket etmekle yükümlüdür!..

Devlet ise her defasında alarm durumuna geçmeyip, yasakçı tavırdan sıyrılıp, tedirginliği arttırmayıp, rutin önlemlerini alıp, karşılarında “düşman” varmış psikolojisine kapılmayıp, sakin ve soğukkanlı davranabilmelidir. (Gerçekten somut bir risk, istihbarat bilgisi varsa da bunu topluma ikna ve izah edici şekilde aktarmalıdır) Bu konudaki yaklaşımını, önlemlerini yeniden gözden geçirmeli, modifiye etmelidir. Devlet bu esnekliği gösterebilmelidir. Kapasite ve birikimi vardır. Eksik olan bakış açısıdır…

Kısaca burada herkese görev düşüyor. Bu aynı zamanda Türkiye’de sendikaların, toplumun, sol örgütlerin, devletin, vb kısaca herkesin olgunluk sınavıdır. Bunu başaramaz isek bu manasız gerilimi daha yıllarca yaşayacağız demektir. Türkiye bu manzaraları hak etmiyor!..

İşçilerin dayanışma günü 1 Mayıs’ı kutlarım!..

01.05.2024

Tüm yazılarını göster