Yeşilçam Türkiye’de 1950’ler ve 1980’ler arası, düşük bütçeli, kendin-yap filmler sağanağına işaret eder. Bu yıllarda komediden romantik aşk filmlerine, “vurdulu kırdılı” filmlerden fakir kız zengin erkek klişelerine kadar yüzlerce film hayatımıza girdi. Yeşilçam’ın o sımsıcak aile filmleri ile büyümüş birisi olarak Yeşilçam özlemim elbette özel bir yerde duruyor. Yeşilçam, aslında Beyoğlu’nda İstiklâl Caddesi’ne çıkan bir sokaktır. Vaktiyle Emek Sineması’nın ve onlarca film yapım yazıhanesinin bulunduğu bir sokak… Sokak yerinde dursa da Yeşilçam sineması artık yok! İstanbul'un eski ve dar sokakları, kocaman bahçeler içindeki evler de yok! O dönemin naif delikanlıları ve genç kızları, kalın bıyıklı iyi yürekli babaları, hatta kötü adamları bile yok!
Ve ben günümüz film ve dizilerini izlerken Yeşilçam’a ve o naif insanlarına çoğu zaman ‘haksızlık’ ettiğimizi düşünmeden kendimi alamıyorum…
Nasıl mı?
"Bizim kuşağın genç ve her birimizin de deli bir fişek, dünyanın da henüz kirlenmediği" o yıllarda izlediğimiz Yeşilçam filmlerinin matematiği genellikle önceden belliydi. Kız zenginse oğlan fakirdi ve de gururluydu. Kız fakirse genellikle zengin oğlanın babasının fabrikasında işçi olarak çalışırdı. Genellikle taraflar arasında bir eşitsizlik söz konusuydu...
Çok karışık senaryolar olmuyordu, filmin başında kimin kimi seveceği belliydi ve filmler pek çok bakımdan tek odaklı, mutlu sonlu klişelere dayalıydı.
Uzatmayayım siz beni anladınız…
Peki, bu yazıya neden Yeşilçam’dan girdim hemen açıklayayım…
Değerli okurlar, bir süredir anlı şanlı televizyonlarımızda bir Kapadokya sevdası yaşanmakta. Nereyi açsam masalsı bir dünya yaratan peribacaları, balon eşliğinde tablo gibi gün batımları, gizemli yeraltı şehirleri ne ararsanız var anlayacağınız.
Küçük bir hatırlatma; Kapadokya denince akıllara ilk önce Nevşehir gelir ama biliyorsunuz ki bu bölge farklı illeri içine alan geniş bir coğrafyaya verilen isimdir.
Devam edelim,
‘Asmalı Konak’ ile başlayan ‘Kapadokya sevdası’ doludizgin devam etmekte. Bu sevdanın nedeni acaba yapımcılara burada çekecekleri dizi ve filmler için bazı ayrıcalıkların tanınıyor olması olabilir mi?
Türk dizilerinin her yıl yaklaşık 170 ülkeye ihraç edildiğini düşünürsek neden olmasın? Ayrıca hiç kuşkusuz Türkiye'nin tanıtımına da büyük katkı sağlıyorlar.
O yüzden bu sorunun yanıtı şimdilik benim için soru işareti?
Değerli okurlar, Kapadokya’da kaç dizi çekilmiştir? diye düşündün, düşündüm ve sonra dedim ki;
“IQ’yü zorlamaya gerek yok Kedi Efendi!”
Ve girdim Google’a kısa bir tur attım ve bir de ne göreyim; Çoban Yıldızı, Yılanların Öcü, Kapadokya Düşleri, Maria ile Mustafa, Yer Gök Aşk, İnadına Yaşamak, Safir, Kara Ağaç Destanı, say saya bilirsen hepsi de Peribacaları diyarı Kapadokya’da çekilmiş…
Mahsun Kırmızıgül imzalı ‘Güzel Aşklar Diyarı’ da Kapadokya’da çekilen diziler arasında yerini alıyor.
UEFA maçlarında aldığımız skorlardan ötürü sinir küpü olan ben kanallar arasında gezinirken Show TV’nin iddialı dizisi ‘Siyah Kalp'te durdum.
Yapımcılığını Tims&B Productions'in yaptığı ve çekimleri Kapadokya'da gerçekleşen ‘Siyah Kalp' izleme listemde yer alıyordu zaten…
Muhteşem Kapadokya görselliği içinde dizinin ilk bölümünü parça parça izlemiştim. İlk bölümün günahı olmaz diye çok da eleştirmek istememiştim!
UEFA maçlarında yaşadığım acıyı unutmak adına ‘Siyah Kalp'i başladım izlemeye. İlk bölümde 'kim kimin çocuğu diye?' anlayana kadar anam ağlamıştı zaten…
Yani ‘Siyah Kalp’ Fatih'teki Çarşamba Pazarında yanık sesleriyle bağıran pazarcılar gibi;
“Gel vatandaş gel diyordu bana…”
Entrika dersen kralı burada, çarpık ilişki ararsan kralı burada, absürtlük ararsan onun da kralı burada diye?
Bildiğiniz yok yok! 1 milyar dolar borç desen o da var?
Ben de bu kadar gel gelden sonra, ‘zengin erkek fakir kız klişesinin evrim geçirmiş hali’ dizimizle ile haşır neşir oldum.
Annelerini arayan ikizlerimizin TV’deki bir haber sonrası babaannelerinin yaşadığı şoka tanık olmaları ardından vefat etmesi sonrasında annelerini bulmak adına yollara düşmeleri…
Senarist kardeşimiz coşmuş da coşmuş! Yürü be koçum kim tutar seni.
Çift yumurta ikizlerimiz öz annelerini bulmaya bulur! Bu arada ikizlerimizin öz annelerinden bir de üvey kardeşleri vardır!
Ne o kafanızda dumanlar mı çıktı!
Neyse biz dizimize dönelim… İkizlerimiz, intikam ateşi ile yanıp tutuşsalar da "intikam soğuk yenen bir yemektir" atasözünü hatırlarlar ve öz annelerinin yeni ailesi içinde işbaşı yaparlar!
Oğlumuz annesinin şoförü kızımız da ‘Şansalan Konağı'nda hizmetçidir artık.
Ve değerli okurlar, ‘Şansalan Ailesi’ içinde yaşananlar meşhur 'Bizans entrikaları' na adeta rahmet okutur cinsten.
‘Seyirci bunu istiyor abi’ diyenler olur elbette ama ben yine de ‘yok be kardeş’ diyorum…
Ünlü yapımcımız Timur Savcı sanırsam artık imzasını attığı dizileri izlemiyor!
Dizimiz, Ece Uslu, Aras Aydın, Leyla Tanlar, Hafsanur Sancaktutan ve Burak Tozkoparan gibi genç oyuncularla dolu bir kadroya sahip… Genç yaşta ikiz çocuklarını terk eden Sumru'nun (Ece Uslu) yeni ailesinden çocuklarını saklama hikayesini ele alan dizinin ben de bıraktığı izlenim özetle bu yönde…
Fırsatınız olur ise bir bölüm de olsa izleyin derim. Kim bilir seveceksiniz belki de!
Uzattım biliyorum… Final yapayım ben de;
Melek annesi Sumru ile yüzleşir ve der ki; “annesiz büyüyen çocuklar dayanaklı oluyorlar”
Bu arada dizinin genelini düşününce Cem Yılmaz’ın 'hani marjinal bizdik' demekte haksız mı? Diye de soramadan edemedim kendime…
Çoğu zaman günah keçisi ilan ettiğimiz Yeşilçam'a iade-i itibar diyerek, saygı ve özlemle o yılların ustalarını bir kez daha anıyor ve kalın sağlıcakla diyorum…