Yıldıray Oğur sahne sahne yazdı! Medyaya operasyon neden yapıldı?
Türkiye gazetesi yazarı Yıldıray Oğur,, Zaman gazetesi ve Samanyolu TV yöneticilerinin neden dün düzenlenen operasyon ile gözaltına alındığını anlattı.
Türkiye gazetesi yazarı Yıldıray Oğur, Paralel devletin çekilmiş en net fotoğrafı... başlıklı yazısında, Zaman gazetesi ve Samanyolu TV yöneticilerinin neden dün düzenlenen operasyon ile gözaltına alındığını anlattı.
Samanyolu'nda yayımlanan dizilerin Cemaatin mesajlarından nasıl örnekler verdiğini anlatan Oğur, eski gazetesi Taraf'a çakmayı da ihmal etmedi: "En komiği bu medya-polis iş birliğinin nadide örneklerini sergilediğimiz eski gazetem Taraf'ın eski yöneticisinin kurduğu medya etiği platformunun "polis devletine" hayır diye bildiri yayınlamasıydı." diyen Oğur, "Medya gazetecilik değil, savcılık makamı gibi çalışıyor." diyerek Taşhiyeciler grubunun faaliyetlerinin medyaya nasıl yansıdığını ve onlara yönelik operasyonun nasıl yönlendirildiğini yazdı.
İşte o yazıdan uzun fakat çarpıcı bölümler:
Ekip-1 Nizama Adanmış Ruhlar STV'nin pro-polis, Türkiye gündemini birebir takip edip mesajlar veren dizilerinden biri. Dizinin senaryosunu kanalın benzer dizilerinin senaristi Nakkaş yazıyor. Bu dizilere bir muvazzaf polisin de senarist olarak destek verdiğiyle ilgili haberler çıkmıştı. 2011'de o dizilerden biri olan Kollama'da Zekeriya Öz'ün görevden alınacağı önceden bilinince küçük çaplı bir gürültü de kopmuş, tesadüf işte denip geçilmişti.
Nizama Adanmış Ruhlar dizisinin 2014 yılı Mart ayında yayınlanan 63. bölümünde başka tuhaf bir şey oldu. Suriyelilerin kaldığı kampları ziyaret eden bir Türk generalin öldürülmesini araştıran Ekip bir sahnede bilgisayar başında oturmuş, İnterpol kayıtlarında fotoğrafları taramaktadır. Kamera bilgisayar ekranından geçen fotoğrafları göstermektedir. Bir kısmı çok hızlı geçer, seri katil tipli bir fotoğrafın hemen ardından ekrandan takım elbiseli kravatlı bir adamın fotosu geçer sonra diğer fotoğraflar ve sonra o takım elbiseli adamın fotoğrafında bilgisayar durur, ekranda net bi şekilde fotoğraf gösterilir ve ardından hiçbir şey olmamış gibi başka bir sahneye geçilir...
İşin tuhafı ekranda fotoğrafı Interpol'ün aranan suçlular taramasında çıkarılan kişi gerçek bir kişidir. Rize Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Şaban Aziz Karamehmetoğlu.
Peki nasıl olmuştur onun internette ticaret odası sayfasındaki fotoğrafı STV'nin bir dizisinin içine suçlu olarak girmiştir?
Ticaret Odası Başkanı'nın yakın zamanlarda dershane tartışmalarında Rize'deki cemaat derneklerinin yayınladığı bir bildiriye imzası habersiz eklenince, bunu tekzip eden bir açıklama yapmaktan başka cemaatle bir sürtüşmesi olmamış.
Dizinin bu bölümünden haberdar olduktan sonra zorlukla ulaştığım STV'deki yapımcılar ise biraz da öfkeyle bunun bir yanlışlık olduğunu söyleyip, ticaret odası başkanından özür dileyerek dizinin içindeki o beş saniyelik görüntüyü çıkarmışlardı.
Diziler üzerinden cemaatin mesajlarının verildiğinin pek çok örneğini gördük. Gazetecilerin adları verildi, hükümete uyarılar yapıldı. Tek Türkiye dizisinin içine eklenen Karanlık Kurul'daki mesajların bizzat Fethullah Gülen tarafından kontrol edildiğiyle ilgili telefon kayıtları duyduk.
Polislerin ve savcıların kotarıp ilk nüvelerini gazetecilere sızdırdıkları ya da önce malzemeleri gazetecilere sızdırılıp sonra soruşturmaya dönen pek çok dava gördük.
(En komiği bu medya-polis iş birliğinin nadide örneklerini sergilediğimiz eski gazetem Taraf'ın eski yöneticisinin kurduğu medya etiği platformunun "polis devletine" hayır diye bildiri yayınlamasıydı.)
Ama bunu ilk kez görüyoruz.
Dünkü paralel devlet operasyonundan bahsediyorum. Soruşturma hakkında gün boyu basına baskı, gazetecilere gözaltı, paralel devlete soruşturma lafları arasında kaçırılan dünya kriminoloji tarihine girecek bir davanın ortaya çıkış hikayesinden...
(...)
1993 yılında Yeni Asya çevresi içinden kopan grup 1 Haziran 2004 Tahşiye ve Rahle yayınevlerini kuruyor.
Tahşiye örgütü adı da buradan geliyor, yoksa kendilerine 'Taşhiyeciler' demiyor, bir örgüt olduklarını da kabul etmiyorlar.
Grubun Risale-i Nurlar üzerinden oklarını doğrulttuğu grupların başında Gülen Cemaati geliyor. Yayınladıkları kitaplarla cemaatin kurumlar için zekat toplamasına, dinlerarası diyalog çalışmalarına, fıkhi meselelerdeki tavırlarını sert reddiyeler getiriyorlar. Grup, Gülen Cemaati'ni mehdilik-mesihlik iddiaları hakkında da eleştiriyor.
Ta ki 6 Nisan 2009 gününe kadar.
29 Mart 2009 seçimlerinden kısa bir süre sonra. O gün Fethullah Gülen'in Pensilvanya'daki haftalık sohbetinin kaydı Herkül.org sitesine düşüyor.
Gülen kendilerine kurulacak tuzaklar hakkında konuşurken bir yerde şöyle diyor:
"Mesela Hizbulvahşet diye bir şey çıkarırsınız. Hizbulvahşetten sonra El Kaide'yi de icat ettiler. Yarın daha başka şeyler de icat edebilirler. Mesela Tahşiye diye bir şey icat edebilirler. Hafizanallah iyi organize edebilirlerse bunları belki hakiki Müslümanlarla, kitap okuyan Müslümanların içine sokmaya çalışabilirler. Onları güçlendirmek için ellerine silah da verebilirler. Kitapların arkasındaki zatın posterlerini evlerine asabilirler... Biz nurları Haşiye yapıyoruz derler. Adlarına da Tahşiyeciler derler. Sonra Kalaşnikoflar verirler ellerine..."
Gülen'in sanki yokmuş gibi bahsettiği grup aslında uzun yıllardır var, beş yıldır Tahşiye diye bir yayınevi var ama onlardan ilk kez Tahşiyeciler diye bahseden Gülen oluyor.
Bu "mesela"lı tuhaf konuşmanın ardından tuhaflıklar zinciri başlıyor.
Önce Zaman gazetesi Gülen'in konuşmasından "Terör örgütü üretenler yeni tezgah peşinde" manşetli geniş bir haber yapıyor.
"Fethullah Gülen, kendi çıkarları için terör örgütü üreten odakların yeni bir tezgah kurabileceği uyarısında bulundu."
Tahşiye Örgütü üzerinden tezgah iddiası iki gün sonra STV'de yayınlanan Tek Türkiye dizisinde karanlık planlar yapan karanlık kurulunun gündemine giriyor.
10 Nisan günü bu kez Zaman yazarı Hüseyin Gülerce Tahşiye meselesini kaleme alacaktır. Başlık: "Gülen neden uyardı?"
5 gün sonra gazetenin Aile sayfasında dini yazılar yazan yazarı Ahmed Şahin'in de aynı meseleyi kaleme alması daha da ilginç.
Tahşiye örgütü üzerinden kumpas, ertesi hafta da Tek Türkiye dizisinin gündemi olmaya devam eder.
Dizideki kötü adamların toplaştığı "Karanlık Kurul"da şöyle konuşmalar geçmektedir:
- Bir de irtica için hazırladığımız ama kullanamadan deşifre olan grup, Tahşiye mi Tahşidat mıydı neydi, onlar deşifre olmuştur. Bu işin arkasını bırakmayalım, isim değişikliği yapalım, yola devam edelim mutlaka. Silahlar hep bizden mi çıkacak, biraz da bunlardan çıksın
-Bu dinci örgütün yeni ismi ne olsun efendim?
-Rahle-mahle bir şey deyin işte. Dini sembol olan bir şey olabilir."
Rahle adı da tesadüf değildir. Mehmet Doğan grubunun diğer yayınevinin adıdır Rahle.
Dizideki bu diyalogları 26 Nisan 2009'da Bugün yazarı Nuh Gönültaş noktasına virgülüne dokunmadan köşesine taşır. Başlık "Tahşiyeciler deşifre oldu, yeni bir isim bulmalıyız."
İlginçtir, iki ay sonra 12 Haziran 2009'da Taraf gazetesi 'İrticayı Eylem Planı'nı, "AKP'yi ve Gülen'i Bitirme Planı" başlığıyla yayınladı. Planda de Gülencilerin evlerine silah konulması gibi 'kumpas'lar planlanmakta, "kamuoyunu yanlış yönlendiren, "Kutlar Vadisi", "Kollama" ve "Tek Türkiye" benzeri diziler hakkında olumsuz haberler" yapalım denmekte, orduda örgütlü olan Kurdoğlu gibi Nurcu gruplardan, devletin adamları gibi gösterilen İskender Evrenesoğlu, (Gülen grubunu en sert eleştiren isimlerden) Ömer Öngüt gibi cemaat liderlerini kullanmaktan bahsedilmektedir.)
İlk olarak Fethullah Gülen'in ortaya attığı, Zaman gazetesinin haber ve yazılarla dikkat çektiği, STV'nin Tek Türkiye dizisiyle tehlike çanları çaldığı Tahşiye grubu hakkında polis ve savcılık soruşturma başlatmıştır artık.
Ve 22 Ocak 2010 günü operasyon için düğmeye basılır. Düğmeye basan polis şefleri dün gözaltına alınan Tufan Ergüder ve Mutlu Ekizoğlu'dur.
Aralarında 66 yaşındaki görme engelli ve MS hastası Mehmet Doğan'ın da olduğu 122 kişi farklı illerde düzenlenen operasyonla gözaltına alınır. Gözaltına alınanlar arasında cemaatin içinde yer alan bir cumhuriyet savcısı, bürokratlar, imamlar da vardır.
Gazeteler haberi El Kaide'ye operasyon diye verirler.
Devrin İstanbul Valisi Muammer Güler operasyon hakkında yaptığı açıklamada "Bazı örgüt üyelerinin El-Kaide'nin Avrupa, Türkiye, Suriye sorumlusu olarak bilinen Louai Sakka ve 15-20 Kasım 2003 bombalı saldırılarından dolayı aranan ve Irak'ta öldürülen Habip Aktaş'la irtibatları tespit edilmiştir" der.
Operasyonla ilgili emniyetin medyaya geçtiği bilgi notlarında bir terör örgütü operasyonunda rastlanmayan türden özel hayatlarla ilgili belaltı bilgiler de yer almaktadır.
Örneğin Hürriyet gazetesi DHA haberine dayanarak operasyonu şöyle verir: "Emniyet Genel Müdürlüğü Terörle Mücadele ve Harekât Daire Başkanlığı koordinesinde 22 Ocak'ta çökertilen, aralarında öğretmen, iki imam, iki eşcinsel ve iki kadın satıcısının bulunduğu iddia edilen El Kaide örgütüne bağlı 57 kişilik oluşumun fikir babasının Vakit Gazetesi'nin eski yazarı Mustafa Kaplan olduğu iddia edildi."
Eşcinsellik ifşaları polisin medyaya geçtiği bilgi notlarındandır.
O bilgi notlarına göre farklı şehirlerdeki baskında Nurcu kökenli bir El Kaide grubu iddia edilen örgütten şunlar ele geçirilmiştir:
"Operasyonlarda örgüte ait 3 el bombası, 1 sis bombası, 7 tabanca, 2 kurusıkı tabanca, 1 havalı tabanca, 1382 fişek, 18 av tüfeği, 1 lazer noktalayıcı, düzenek yapımında kullanılan elektronik malzeme, 7 hançer, 1'i baston içine gizlenmiş 4 kılıç, 31 masaüstü ve dizüstü bilgisayar, 53 harddisk, 7 ses kayıt cihazı ve çok sayıda örgütsel doküman ele geçirildi."
Her şey Fethullah Gülen'in tarif ettiği, Tek Türkiye'de anlatıldığı gibi gerçekleşmektedir.
Fakat operasyon sırasında cemaat polislerine yakışmayan amatörlükler yapılmıştır.
El Kaide örgütü iddiasına esas teşkil eden üç bombanın bulunduğu Bahçelilievler'deki ev, yönetici gelmeden aranmaya başlanmış, bombaların bulunduğu anı kameralar çekmemiş, cemaatin dershane olarak kullandığı evin aranmasında refakat eden kişinin abdest almaya gittiği bir anda bombalar çıkarılmıştır.
Esas skandal ise bulunan bombalarda sanıklardan hiçbirinin parmak izi bulunamazken, aramayı eldivenle yaptıklarını söyleyen polislerin parmak izinin çıkmasıdır.
Mahkemede polisler parmak izlerinin bombalarda ne işi olduğu sorusuna "eldiven delinmiş olabilir" diye cevap verebilirler. Delillerin hukuka aykırılığını iki ünlü ceza hukuku profesörü Adem Sözüer ve Bahri Öztürk imzalı bir bilirkişi raporu da tespit etmiştir.
Yine de 66 yaşındaki görme engelli, MS hastası Mehmet Doğan'ın aralarında olduğu cemaat mensupları 17 ay mahkeme yüzü görmeden hapis yatarlar. İlk mahkemede de tahliye olurlar. Davanın savcısı 2010 referandumundan sonra Yargıtay'a seçilerek ödülünü alır...
İşte dün yaşananlar davanın mağdurlarının yaptıkları şikayet ve hukuki başvuruların sonuçlarıydı.
Bütün bunlardan bi haber dün bütün gün medya özgürlüğü pozu verenler yerli yorumcuların ve bu hikayeye muhtemelen Dan Brown romanlarından çıkma gibi bakacak yabancı yorumcuların kaçırdığı Tahşiye Soruşturması şu ana kadar paralel devletle bulunmuş en somut ilişki ağını ortaya seriyor.
Gülen'in Pensilvanya'da bastığı bir düğmeyle, harekete geçen medyası, ardından harekete geçen savcıları ve polisleri örgütü hiyerarşik olarak ilk kez net bir şekilde ortaya koyuyor.
İlk kez bir operasyonu gözlerimizin önünde bu kez savcılar ya da polisler değil bizzat Gülen başlatıyor. Medya gazetecilik değil, savcılık makamı gibi çalışıyor.
Cemaatin bu davalardaki tecrübelerine yakışmayacak bir acemilik... İlk defa suç mahallîne bırakılmış çıplak gözle bile görülebilecek parmak izleri...
Görmek isteyenler için paralel devletin şu ana kadar çekilmiş en net fotoğrafı bu.
Samanyolu'nda yayımlanan dizilerin Cemaatin mesajlarından nasıl örnekler verdiğini anlatan Oğur, eski gazetesi Taraf'a çakmayı da ihmal etmedi: "En komiği bu medya-polis iş birliğinin nadide örneklerini sergilediğimiz eski gazetem Taraf'ın eski yöneticisinin kurduğu medya etiği platformunun "polis devletine" hayır diye bildiri yayınlamasıydı." diyen Oğur, "Medya gazetecilik değil, savcılık makamı gibi çalışıyor." diyerek Taşhiyeciler grubunun faaliyetlerinin medyaya nasıl yansıdığını ve onlara yönelik operasyonun nasıl yönlendirildiğini yazdı.
İşte o yazıdan uzun fakat çarpıcı bölümler:
Ekip-1 Nizama Adanmış Ruhlar STV'nin pro-polis, Türkiye gündemini birebir takip edip mesajlar veren dizilerinden biri. Dizinin senaryosunu kanalın benzer dizilerinin senaristi Nakkaş yazıyor. Bu dizilere bir muvazzaf polisin de senarist olarak destek verdiğiyle ilgili haberler çıkmıştı. 2011'de o dizilerden biri olan Kollama'da Zekeriya Öz'ün görevden alınacağı önceden bilinince küçük çaplı bir gürültü de kopmuş, tesadüf işte denip geçilmişti.
Nizama Adanmış Ruhlar dizisinin 2014 yılı Mart ayında yayınlanan 63. bölümünde başka tuhaf bir şey oldu. Suriyelilerin kaldığı kampları ziyaret eden bir Türk generalin öldürülmesini araştıran Ekip bir sahnede bilgisayar başında oturmuş, İnterpol kayıtlarında fotoğrafları taramaktadır. Kamera bilgisayar ekranından geçen fotoğrafları göstermektedir. Bir kısmı çok hızlı geçer, seri katil tipli bir fotoğrafın hemen ardından ekrandan takım elbiseli kravatlı bir adamın fotosu geçer sonra diğer fotoğraflar ve sonra o takım elbiseli adamın fotoğrafında bilgisayar durur, ekranda net bi şekilde fotoğraf gösterilir ve ardından hiçbir şey olmamış gibi başka bir sahneye geçilir...
İşin tuhafı ekranda fotoğrafı Interpol'ün aranan suçlular taramasında çıkarılan kişi gerçek bir kişidir. Rize Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Şaban Aziz Karamehmetoğlu.
Peki nasıl olmuştur onun internette ticaret odası sayfasındaki fotoğrafı STV'nin bir dizisinin içine suçlu olarak girmiştir?
Ticaret Odası Başkanı'nın yakın zamanlarda dershane tartışmalarında Rize'deki cemaat derneklerinin yayınladığı bir bildiriye imzası habersiz eklenince, bunu tekzip eden bir açıklama yapmaktan başka cemaatle bir sürtüşmesi olmamış.
Dizinin bu bölümünden haberdar olduktan sonra zorlukla ulaştığım STV'deki yapımcılar ise biraz da öfkeyle bunun bir yanlışlık olduğunu söyleyip, ticaret odası başkanından özür dileyerek dizinin içindeki o beş saniyelik görüntüyü çıkarmışlardı.
Diziler üzerinden cemaatin mesajlarının verildiğinin pek çok örneğini gördük. Gazetecilerin adları verildi, hükümete uyarılar yapıldı. Tek Türkiye dizisinin içine eklenen Karanlık Kurul'daki mesajların bizzat Fethullah Gülen tarafından kontrol edildiğiyle ilgili telefon kayıtları duyduk.
Polislerin ve savcıların kotarıp ilk nüvelerini gazetecilere sızdırdıkları ya da önce malzemeleri gazetecilere sızdırılıp sonra soruşturmaya dönen pek çok dava gördük.
(En komiği bu medya-polis iş birliğinin nadide örneklerini sergilediğimiz eski gazetem Taraf'ın eski yöneticisinin kurduğu medya etiği platformunun "polis devletine" hayır diye bildiri yayınlamasıydı.)
Ama bunu ilk kez görüyoruz.
Dünkü paralel devlet operasyonundan bahsediyorum. Soruşturma hakkında gün boyu basına baskı, gazetecilere gözaltı, paralel devlete soruşturma lafları arasında kaçırılan dünya kriminoloji tarihine girecek bir davanın ortaya çıkış hikayesinden...
(...)
1993 yılında Yeni Asya çevresi içinden kopan grup 1 Haziran 2004 Tahşiye ve Rahle yayınevlerini kuruyor.
Tahşiye örgütü adı da buradan geliyor, yoksa kendilerine 'Taşhiyeciler' demiyor, bir örgüt olduklarını da kabul etmiyorlar.
Grubun Risale-i Nurlar üzerinden oklarını doğrulttuğu grupların başında Gülen Cemaati geliyor. Yayınladıkları kitaplarla cemaatin kurumlar için zekat toplamasına, dinlerarası diyalog çalışmalarına, fıkhi meselelerdeki tavırlarını sert reddiyeler getiriyorlar. Grup, Gülen Cemaati'ni mehdilik-mesihlik iddiaları hakkında da eleştiriyor.
Ta ki 6 Nisan 2009 gününe kadar.
29 Mart 2009 seçimlerinden kısa bir süre sonra. O gün Fethullah Gülen'in Pensilvanya'daki haftalık sohbetinin kaydı Herkül.org sitesine düşüyor.
Gülen kendilerine kurulacak tuzaklar hakkında konuşurken bir yerde şöyle diyor:
"Mesela Hizbulvahşet diye bir şey çıkarırsınız. Hizbulvahşetten sonra El Kaide'yi de icat ettiler. Yarın daha başka şeyler de icat edebilirler. Mesela Tahşiye diye bir şey icat edebilirler. Hafizanallah iyi organize edebilirlerse bunları belki hakiki Müslümanlarla, kitap okuyan Müslümanların içine sokmaya çalışabilirler. Onları güçlendirmek için ellerine silah da verebilirler. Kitapların arkasındaki zatın posterlerini evlerine asabilirler... Biz nurları Haşiye yapıyoruz derler. Adlarına da Tahşiyeciler derler. Sonra Kalaşnikoflar verirler ellerine..."
Gülen'in sanki yokmuş gibi bahsettiği grup aslında uzun yıllardır var, beş yıldır Tahşiye diye bir yayınevi var ama onlardan ilk kez Tahşiyeciler diye bahseden Gülen oluyor.
Bu "mesela"lı tuhaf konuşmanın ardından tuhaflıklar zinciri başlıyor.
Önce Zaman gazetesi Gülen'in konuşmasından "Terör örgütü üretenler yeni tezgah peşinde" manşetli geniş bir haber yapıyor.
"Fethullah Gülen, kendi çıkarları için terör örgütü üreten odakların yeni bir tezgah kurabileceği uyarısında bulundu."
Tahşiye Örgütü üzerinden tezgah iddiası iki gün sonra STV'de yayınlanan Tek Türkiye dizisinde karanlık planlar yapan karanlık kurulunun gündemine giriyor.
10 Nisan günü bu kez Zaman yazarı Hüseyin Gülerce Tahşiye meselesini kaleme alacaktır. Başlık: "Gülen neden uyardı?"
5 gün sonra gazetenin Aile sayfasında dini yazılar yazan yazarı Ahmed Şahin'in de aynı meseleyi kaleme alması daha da ilginç.
Tahşiye örgütü üzerinden kumpas, ertesi hafta da Tek Türkiye dizisinin gündemi olmaya devam eder.
Dizideki kötü adamların toplaştığı "Karanlık Kurul"da şöyle konuşmalar geçmektedir:
- Bir de irtica için hazırladığımız ama kullanamadan deşifre olan grup, Tahşiye mi Tahşidat mıydı neydi, onlar deşifre olmuştur. Bu işin arkasını bırakmayalım, isim değişikliği yapalım, yola devam edelim mutlaka. Silahlar hep bizden mi çıkacak, biraz da bunlardan çıksın
-Bu dinci örgütün yeni ismi ne olsun efendim?
-Rahle-mahle bir şey deyin işte. Dini sembol olan bir şey olabilir."
Rahle adı da tesadüf değildir. Mehmet Doğan grubunun diğer yayınevinin adıdır Rahle.
Dizideki bu diyalogları 26 Nisan 2009'da Bugün yazarı Nuh Gönültaş noktasına virgülüne dokunmadan köşesine taşır. Başlık "Tahşiyeciler deşifre oldu, yeni bir isim bulmalıyız."
İlginçtir, iki ay sonra 12 Haziran 2009'da Taraf gazetesi 'İrticayı Eylem Planı'nı, "AKP'yi ve Gülen'i Bitirme Planı" başlığıyla yayınladı. Planda de Gülencilerin evlerine silah konulması gibi 'kumpas'lar planlanmakta, "kamuoyunu yanlış yönlendiren, "Kutlar Vadisi", "Kollama" ve "Tek Türkiye" benzeri diziler hakkında olumsuz haberler" yapalım denmekte, orduda örgütlü olan Kurdoğlu gibi Nurcu gruplardan, devletin adamları gibi gösterilen İskender Evrenesoğlu, (Gülen grubunu en sert eleştiren isimlerden) Ömer Öngüt gibi cemaat liderlerini kullanmaktan bahsedilmektedir.)
İlk olarak Fethullah Gülen'in ortaya attığı, Zaman gazetesinin haber ve yazılarla dikkat çektiği, STV'nin Tek Türkiye dizisiyle tehlike çanları çaldığı Tahşiye grubu hakkında polis ve savcılık soruşturma başlatmıştır artık.
Ve 22 Ocak 2010 günü operasyon için düğmeye basılır. Düğmeye basan polis şefleri dün gözaltına alınan Tufan Ergüder ve Mutlu Ekizoğlu'dur.
Aralarında 66 yaşındaki görme engelli ve MS hastası Mehmet Doğan'ın da olduğu 122 kişi farklı illerde düzenlenen operasyonla gözaltına alınır. Gözaltına alınanlar arasında cemaatin içinde yer alan bir cumhuriyet savcısı, bürokratlar, imamlar da vardır.
Gazeteler haberi El Kaide'ye operasyon diye verirler.
Devrin İstanbul Valisi Muammer Güler operasyon hakkında yaptığı açıklamada "Bazı örgüt üyelerinin El-Kaide'nin Avrupa, Türkiye, Suriye sorumlusu olarak bilinen Louai Sakka ve 15-20 Kasım 2003 bombalı saldırılarından dolayı aranan ve Irak'ta öldürülen Habip Aktaş'la irtibatları tespit edilmiştir" der.
Operasyonla ilgili emniyetin medyaya geçtiği bilgi notlarında bir terör örgütü operasyonunda rastlanmayan türden özel hayatlarla ilgili belaltı bilgiler de yer almaktadır.
Örneğin Hürriyet gazetesi DHA haberine dayanarak operasyonu şöyle verir: "Emniyet Genel Müdürlüğü Terörle Mücadele ve Harekât Daire Başkanlığı koordinesinde 22 Ocak'ta çökertilen, aralarında öğretmen, iki imam, iki eşcinsel ve iki kadın satıcısının bulunduğu iddia edilen El Kaide örgütüne bağlı 57 kişilik oluşumun fikir babasının Vakit Gazetesi'nin eski yazarı Mustafa Kaplan olduğu iddia edildi."
Eşcinsellik ifşaları polisin medyaya geçtiği bilgi notlarındandır.
O bilgi notlarına göre farklı şehirlerdeki baskında Nurcu kökenli bir El Kaide grubu iddia edilen örgütten şunlar ele geçirilmiştir:
"Operasyonlarda örgüte ait 3 el bombası, 1 sis bombası, 7 tabanca, 2 kurusıkı tabanca, 1 havalı tabanca, 1382 fişek, 18 av tüfeği, 1 lazer noktalayıcı, düzenek yapımında kullanılan elektronik malzeme, 7 hançer, 1'i baston içine gizlenmiş 4 kılıç, 31 masaüstü ve dizüstü bilgisayar, 53 harddisk, 7 ses kayıt cihazı ve çok sayıda örgütsel doküman ele geçirildi."
Her şey Fethullah Gülen'in tarif ettiği, Tek Türkiye'de anlatıldığı gibi gerçekleşmektedir.
Fakat operasyon sırasında cemaat polislerine yakışmayan amatörlükler yapılmıştır.
El Kaide örgütü iddiasına esas teşkil eden üç bombanın bulunduğu Bahçelilievler'deki ev, yönetici gelmeden aranmaya başlanmış, bombaların bulunduğu anı kameralar çekmemiş, cemaatin dershane olarak kullandığı evin aranmasında refakat eden kişinin abdest almaya gittiği bir anda bombalar çıkarılmıştır.
Esas skandal ise bulunan bombalarda sanıklardan hiçbirinin parmak izi bulunamazken, aramayı eldivenle yaptıklarını söyleyen polislerin parmak izinin çıkmasıdır.
Mahkemede polisler parmak izlerinin bombalarda ne işi olduğu sorusuna "eldiven delinmiş olabilir" diye cevap verebilirler. Delillerin hukuka aykırılığını iki ünlü ceza hukuku profesörü Adem Sözüer ve Bahri Öztürk imzalı bir bilirkişi raporu da tespit etmiştir.
Yine de 66 yaşındaki görme engelli, MS hastası Mehmet Doğan'ın aralarında olduğu cemaat mensupları 17 ay mahkeme yüzü görmeden hapis yatarlar. İlk mahkemede de tahliye olurlar. Davanın savcısı 2010 referandumundan sonra Yargıtay'a seçilerek ödülünü alır...
İşte dün yaşananlar davanın mağdurlarının yaptıkları şikayet ve hukuki başvuruların sonuçlarıydı.
Bütün bunlardan bi haber dün bütün gün medya özgürlüğü pozu verenler yerli yorumcuların ve bu hikayeye muhtemelen Dan Brown romanlarından çıkma gibi bakacak yabancı yorumcuların kaçırdığı Tahşiye Soruşturması şu ana kadar paralel devletle bulunmuş en somut ilişki ağını ortaya seriyor.
Gülen'in Pensilvanya'da bastığı bir düğmeyle, harekete geçen medyası, ardından harekete geçen savcıları ve polisleri örgütü hiyerarşik olarak ilk kez net bir şekilde ortaya koyuyor.
İlk kez bir operasyonu gözlerimizin önünde bu kez savcılar ya da polisler değil bizzat Gülen başlatıyor. Medya gazetecilik değil, savcılık makamı gibi çalışıyor.
Cemaatin bu davalardaki tecrübelerine yakışmayacak bir acemilik... İlk defa suç mahallîne bırakılmış çıplak gözle bile görülebilecek parmak izleri...
Görmek isteyenler için paralel devletin şu ana kadar çekilmiş en net fotoğrafı bu.