"YERİMİ GENÇLERE BIRAKTIM!" GÜLER ÇAMCAN İÇİNİ YÜKSEL ŞENGÜL'E DÖKTÜ!
Hürriyet Gazetesi'nde tam 21 yıldır danışma şefi olarak görev yapan Güler Çamcan, emekli olup gazeteye veda ettiği gün Medyaradar'ın usta röportajcısı Yüksel Şengül de yanındaydı.
Hürriyet Gazetesi’nde tam 21 yıldır danışma şefi olarak görev yapan Güler Çamcan, emekli olup gazeteye veda ettiği gün Medyaradar’ın usta röportajcısı Yüksel Şengül de yanındaydı. Çamcan, 21 yıllık Hürriyet macerasını ve ilginç anılarını ilk kez açıkladı.
Güler Çamcan o gün buruk bir mutluluk içindeydi. 21 yıllık hayatı, Hürriyet’te yaşadıkları film şeridi gibi gözlerinin önünden geçiyordu mutlaka. Elbette yaşadığı ve tanık olduğu her şeyi anlatmasını isteyemezdim ondan. Ancak mümkün olduğunca okuyanlara büyük bir gazetenin danışmasında neler yaşandığını yansıtan bir sohbet yaptık.
Tam 21 yıl boyunca Hürriyet Gazetesi’nde danışma şefi olarak görev yaptınız. Basının amiral gemisi kabul edilen bu gazetenin yüzü ve sesi oldunuz. Şimdi de emeklisiniz. Bu emekliliğin tam da Hürriyet’in yeni yerine taşınma sürecinde gerçekleşmiş olması nedeniyle ‘Bu ayrılış, bir işten çıkarma mı?’ sorusunu getiriyor aklıma...
Aksine, bu ayrılış tamamen kendi isteğimle oldu. Burada tam 21 yıl boyunca çok severek çalıştım ve mutlu zamanlar geçirdim. Esasında bu süreç içinde çok farklı yerlerden de iş teklifleri aldım ama her zaman için burası evim oldu. Burada çalışmaya başlamam da annemi kaybettiğim bir döneme denk geldi. O dönem Hürriyet gazetesinde bir arkadaşım çalışıyordu ve beni ‘Hürriyet’in danışmasının sirkülasyonu çok fazladır, burada çalışırken kendine gelir, toparlanırsın, sıkıntılarını unutursun’ diyerek gazeteye çağırmıştı. Öyle başlamıştım.
Bu şekilde başladığınız yolculuk 21 yıl sürmüş…
Gerçekten de oldukça uzun bir zaman sürdü. İşe başladığım ilk iki yıl Cağaloğlu’ndaydım. Orası da son derece renkli bir çalışma yeri oldu.
Bahsettiğiniz yıllar, Erol Simavi’nin dönemine denk geliyor. Mesleğe ilk başladığınız günü hatırlıyor musunuz, nasıl bir gün olmuştu?
Tabi ki hatırlıyorum. İşe başladığım ilk gün döner kapıya elimi sıkıştırmıştım (gülüyoruz). İlk gün böyle başladı. Elim, pansumanlı ve sarılı bir şekilde danışmaya oturdum. Aslında her zaman için basındaki renkli yüzleri, sanatçıları ve yazarları merak eder ve yakından görmeyi çok isterdim.
İlk tanıdığınız ünlü isim kimdi?
İlk tanıdığım ünlü kişi Uğur Dündar oldu. Uğur (Dündar) Bey, Cağaloğlu’ndaki binanın kapısından içeriye girer girmez ‘Günaydın’ bile demeden doğrudan danışmaya gelirdi. O zamanlar danışma dört tarafı mermerle çevrili, tabiri caizse kabir gibi bir yerdi. Ellerini açıp ağzını adeta dua eder gibi oynattıktan sonra üzerimize doğru üfleyerek asansöre yönelirdi. Buna ilk tanık olduğum gün donup kalmıştım. İş arkadaşlarım, ‘Uğur Bey bulunduğumuz yeri kabir olarak kabul ettiğinden,üç Kulhuvallah bir Elham okumadan buradan geçmez’ dediler. Doğru yerde olup olmadığımı yeniden kontrol etmiştim. Sonra alıştım. Oradaki insanlarla bir aile gibiydik. Cağaloğlu’nun havası çok başkaydı değil mi?Gerçekten de Cağaloğlu’nun çok farklı bir havası vardı. Aramızdan biri yıllık izne gittiğinde kim hangi departmandan giderse gitsin, gidişi de dönüşü de muhteşem olurdu. Bir avuç insan olduğumuzdan, birbirimizi özlerdik. Çünkü herkesi tanıyorduk. Herkes birbiriyle dostane ilişkiler içindeydi. O zamandan bu yana çok genişledik ve kurumsal bir şirket haline geldik. Tabi ki insanlar birbirlerini tanıyorlar ama o zamanki gibi değil.
Kimbilir ne keyifli anılarınız vardır...
Evet, çok keyifli anılarım var. Patronumuz Erol Simavi’yi pek görmezdik. Kendisini ancak şimdi boşaltkılmak üzere olan Güneşli’deki binamıza taşındıktan sonra tanıyabildim. Bir gün yurt dışına gitmeden önce binaya uğradı. O zaman için bina müdürü Erkan Göksel’di ve ben de yarım gün için onun yanında çalışıyordum. Erol Bey, ‘Merhaba’ deyip içeriye girdi. İçeriye girdikten beş dakika sonra dışarıya çıktı ve kısa süre sonra tekrar ‘Merhaba’ diyerek içeriye girdi. On dakika geçtikten sonra tekrar dışarıya çıktı, kısa süre sonra yeniden geri döndü. Niye böyle yaptığını çok merak ettim. Sonradan öğrendim. Meğer Erol Bey’in uçak fobisi varmış. Bu yüzden heyecanlanınca ikide bir tuvalete gitme ihtiyacı duyarmış.
Bir de onun Cağaloğlu’nda, gazete binasının üzerinde yaptırdığı ‘Kartal Yuvası’ dediğimiz küçük bir barı da vardı.
Evet, vardı. Ama açıkçası çok sık gelmediğinden biz göremiyorduk.
Ya da belki geliyordu da kimsenin haberi olmuyordu.
Ben danışmadayım, gözümden asla kaçmaz. Zaten bu çevreyi kollama alışkanlığım yüzünden başıma da gelmeyen kalmadı. O zamanlar, gazetenin girişinde turnike olmadığı için bunu yapmak zorundaydım. Küçücük bir yerde, danışmadaki dört eleman ve bir o kadar da güvenlik görevlisi, sürekli olarak girişi denetliyorduk. Buna rağmen bir gün, çiçekçi hamile bir kadın ve yanında çocuğuyla birlikte içeri girmeyi başarmıştı.
Peki, nasıl fark ettiniz?
Kadın bizim yanımızdan geçmeyi başardıktan sonra, Uğur Dündar’ın odasına gitmiş. Uğur Bey, danışmayı aradı ve ‘Çocuklar burada bir kadın bana çiçek satmaya çalışıyor, konuyla ilgili bilginiz var mı?’ diye sordu. Hepimiz şok olduk. Düşünebiliyor musunuz, o kadar kişi arasından, bir kadın asansöre elini kolunu sallaya sallaya gidebiliyor. Üstelik bu kadın çiçekçi, hamile ve yanında da çocuğu var…
Turnikeli sisteme geçilmeden önce, içeriye giren herkese dikkatlice bakmak zorunda kaldığınızı söylediniz. Binaya ilk geldiğiniz zamanlar, güzelliğinizin çok konuşulduğunu biliyorum ve bunu da burada itiraf ediyorum. İnsanlara dikkatli bakmanız ve güzelliğiniz birleşince neler olduğu konusunda kulağınıza gelen bir şey olmadı mı?
(Gülüyor) Güzelliğimle ilgili konuşulanlar benim de kulağıma gelmişti. Kulakları çınlasın, o sıralarda santralde Semra Abla çalışıyordu ve zaman zaman da oturup dertleşirdik. Kendisi, santralde otururken beni gözetleme fırsatı oluyordu. Onun gözüne çarpan bazı şeyler olmuş ve tabi ben de genç olduğumdan beni uyarma gereği hissetmiş. Bir gün Semra Abla bana telefon açtı ve ‘Canım benim, çok güzel ve alımlısın. Düne kadar tulum giyenler, bugün takım elbise giymiş etrafında dolanıyorlar. Dikkat et!’ dedi. O günden sonra herkese gülümsemedim.
Mesleğiniz gereği insanlara inceleyerek bakmanız belki özel hayatınızda sıkıntı da yaratmıştır.
(Gülüyor) Valla doğru söylüyorsunuz, çok sıkıntı yarattı. Kocamla yemeğe çıktığımızda farkında olmadan gözlerim çevreyi ve yan masaları taradığı için eşimin ‘Sağa sola bakıp durma’ şeklyindeki ikazlarına hedef olduğum çoktur. Bu alışkanlığımı hala üzerimden atamadım. Şu an bile herhangi bir yere gittiğimizde, çevremdeki insanları pabucundan saçına kadar inceliyorum. Sadece gözlem değil, lafımı da esirgemem. İnsanlar beni bu yüzden patavatsız olarak değerlendirdiler. Oysaki kötü bir niyetim yok.
Açık sözlülük diyelim...
Gerçekten de çok açık sözlü birisiyim. Mesela şimdi rahmetli oldu, gazetemizin bir yazarı vardı, Gülçin Telci… Bir gün ona ‘Neden böyle penguen gibi yürüyorsunuz?’ dedim. Çünkü biraz yalpalayarak yürürdü. Benim bu sözlerim yüzünden altı ay boyunca bana görünmemek için VIP kapısından girmiş. Altı ay sonra danışmaya yanıma geldi ve ‘Senin yüzünden altı aydır VIP kapısını açtırıyorum ama artık bana bıkkınlık geldi. Yürümemi de düzeltemedim, ben buyum’ dedi (gülüyor). Sonrasında bu yürüyüşünün bir rahatsızlıktan kaynakladığını öğrendim ve uzun süre vicdan azabı çektim. Ama ne yapayım, bu yüzden Vuslat Doğan Sabancı’ya (Hürriyet Gazetesi Yönetim Kurulu Başkanı) da yakalandım.
O nasıl oldu?
Vuslat (Doğan Sabancı) Hanım’ın giyim tarzını çok beğenirim. Hiç unutmuyorum, bir gün üzerinde fıstık yeşili bir takımla işe geldi. Eteği dizlerinden biraz daha aşağıda, kolları yarım bir stili vardı. Adeta 1960’lı yılların takımları gibi görünüyordu ve çok da hoşuma gitmişti. Gayri ihtiyari içeriye girdikten sonra uzun bir süre arkasından bakmaya devam ettim. Vuslat Hanım, bir anda arkasını dönünce kendisiyle göz göze geldik. Tabi bir süre ne diyeceğimi bilemedim ama sonrasında, ‘Vuslat Hanım, siz arkanızı dönün ve asansörünüze gidin, ben size bakmaya devam edeceğim’ dedim. O da gülerek arkasını döndü ve yürümeye devam etti (gülüyoruz). Neyse ki hiç sesini çıkarmadı. Tıpkı Vuslat Hanım gibi, Ayşe Sözeri Cemal de (Hürriyet Reklam Grup Başkanı) çok şık giyiniyor ve ben de onları izlemeyi ve incelemeyi çok seviyordum.
Kıyafet dışında nelere dikkat ediyorsunuz?
Ayakkabılarına bakarım. Mesela Vuslat Hanım’ın çok fazla ayakkabısı olduğunu biliyorum ve ayakkabılarına hayranım. Bununla ilgili bir anım da var. Hiç unutmuyorum, stajyerlik başvurusu için bir kız gelmişti ve danışmanın köşesindeki koltuklarda oturuyordu ki Vuslat Hanım, düz babet bir ayakkabı ve uzun bir etekle içeriye girdi. Üzerinde de gömlek ya da yeleğe benzer bir kıyafet vardı. Kolunda çantası, cep telefonuyla konuşarak ilerliyordu. O sırada kızcağız da oralarda dolanıyordu. Güvenlik, kenara çekilsin diye onu ikaz etti ve kız da bir süre sonra kenara çekildi ama bu durumu yadırgadı. Vuslat Hanım yukarıya gittikten sonra yanıma geldi ve bana yol verdiği bayanın kim olduğunu sordu. Ben de onun patronumuz olduğunu söyleyince ilginç bir tepki verdi, ‘Aaaa, ben onu daha farklı hayal etmiştim. Daha asık suratlı, yaşlı, lacivert ya da siyah takımlı biridir diye düşünüyordum. Tıpkı bize benziyormuş’ (gülüyoruz). Vuslat Hanım, hakikaten bizden biri, çok iyi niyetli ve ulaşılmaz değil.
Kaldı ki Vuslat Hanım’ın sizin hayatınızda önemli bir yeri de var. Ev sahibi oluşunuzda kendisinin büyük bir katkısı olmuş galiba. Kusura bakmayın ama ben bunu konuyu konuşmak isterim...
Estağfurullah... Ahmet Toksoy’un ve Vuslat Hanım’ın hayatımda çok önemli yerleri var. Eğer bugün ev sahibiysem, o iki ismin katkıları çok büyüktür. Ahmet Bey, o dönem, 1991-1995 yılları arasında Mali İşler Müdürü olarak çalışıyordu. Şu anda da yaklaşık iki yıldır Doğan Şirketler Grubu Holding A.Ş Denetim ve Risk Yönetimi Grup Başkanlığı görevini sürdürüyor. O dönem ev arıyordum ve gerçekten de içime sinen bir ev bulunca kapora verdim. Ama neye güvenerek bunu yaptım bilmiyorum. Demek ki Vuslat Hanım benim üzerimde büyük bir güven teşkil etmiş. Ondan maddi yardım alabileceğimi düşündüm ve eve 5 bin lira kapora ödedim. Şayet Vuslat Hanım, ‘Olmaz’ dese, o yatırdığım para da yanacaktı. Önce Ahmet Bey’in yanına gittim ve durumu anlattım. Kendisi, ‘Güler, sen çok para istiyorsun. Biz şimdiye kadar hiç kimseye böyle bir ayrıcalık yapmadık. Bu bir şirket politikası ve sen emsal teşkil edersin. Diğerlerine de vermezsek ayıp olur’ dedi. Durumumun çok acil ve önemli olduğunu söyleyince, Vuslat Hanım’a ileteceğini söyledi.
Sonuç ne oldu?
Ahmet Bey beni kırmadı. Vuslat Hanım’a durumu iletmiş. Sonrasında beni yanına çağırdı. Ancak parayı alamadığını söyledi. Ben tabi ki yıkıldım ve kafamı önüme eğerek asansöre yöneldim. Sonrasında arkamdan seslenip, ‘Gel bir çay iç, bir şeyler ısmarlayayım sana’ dedi. Ama benim moralim fena halde bozulmuştu. Ardından ‘Gel yahu bir şeyler bakar, çözmeye çalışırız’ dedi ve beni odasına davet edip Vuslat Hanım’ım isteğime onay verdiğini söyledi. Bana yaptığı şakayı açıklayınca sevinçten aradaki mesafeyi unuttum ve Ahmet Bey’e sarıldım. Ardından da koridora fırlayıp iki üç sefer kolumu yukarıya kaldırıp ‘Oley’ çektim (gülüyoruz).
Ayrılırken görüşebildiniz mi?
Ahmet Bey’e sarılarak veda edeceğim. Vuslat Hanım da yurt dışındaydı ve dönüşünde onunla vedalaşmak isterim. Vuslat Hanım ve Aydın Bey son derece cana yakın kişiler. İnsanlara uzak duran ürkütücü patron profilinden uzakta olan kişiler. Elbette mesafeyi korumak gerekir ama benim sıkıntılarımı paylaşabileceğim patronlarım oldu. Aydın (Doğan) Bey sağ olsun içeriye girerken, ‘Çocuklar nasılsınız?’ demeden geçmez. Yine buna karşılık ‘Sağolun efendim’ demek adaptandır, karşılık olarak hatır sorulmaz ama bir gün gaf yaptım. Aydın Bey, ‘Nasılsınız evladım?’ deyince yüzüne baktım ve ‘Sağolun efendim, siz nasılsınız?’ dedim. O andan itibaren de başımdan aşağıya kaynar sular döküldü. ‘Eyvah, ben ne dedim?’ diye düşündüm. Ben bunları düşünürken, Aydın Bey kafasını salladı ve ‘Sağol evladım’ dedi ve geçti. Bu durum bende gerginlik yarattı ve asistanı Arzu Hanım’a telefon açıp, ‘Ben bir hata yaptım, Aydın Bey’e sağolun siz nasılsınız’ karşılığını verdim’ dedim. Arzu Hanım, ‘Aydın Bey öyle şeylere takılmaz, ben de zamanında Kenan Evren’e nasılsın demiştim, bir şey olmaz’ dedi.
Sizin müessese içinde olan yolsuzlukları da ortaya çıkardığınızı biliyorum. Anlatmak ister misiniz?
Evet, gazetede bir yolsuzluğu ortaya çıkardım. Burada isim vermek yanlış olur. Geçmiş zaman, taşlar yerine oturdu. Artık bu saatten sonra her şeyin kontrol altında olduğuna inanıyorum. Hürriyet gazetesi kurumsal ve çok büyük, devasa bir şirket. Ancak ben bu gazeteyi çok sahiplendim. Suyun lavaboda fazla akması, tuvalet kağıtlarının gereksiz yere kullanılması gibi şeyler yüzünden bile insanları uyarıyordum. Gazeteyi her zaman kendi evim gib gördüm. Bundan rahatsızlık duyan insanlar da oldu. Her ne sebeple olursa olsun, buradan ayrılırken kimseye beddua etmeden, ‘Buraya kadarmış, Allah razı olsun’ demeli. Ben de öyle yaptım. Belli bir yaşa geldim ve nerede duracağımı anladım. Bende sonra gelecek genç arkadaşlar buradan ekmek yesin diye düşündüm. Yerimi gençlere bıraktım. Gazetede çalışan herkesin burasını evi görmesini isterim. Çalışan herkes gazetenin patronu gibi hissetmeli kendisini.
Patron konusu açılmışken hemen sormak istiyorum. Galiba sizin bu konuda da bir anınız var...
Bir sabah gazeteye bir beyefendi geldi ve doğrudan turnikelere yöneldi. Her iki turnikeyi de açmayı denedi ancak kartı olmadığı için geçemedi. Ben de bu sırada kendisini izliyorum. ‘Size nasıl yardımcı olabilirim?’ diye sorunca, ‘Aç şu kapıyı, ben hisse sahibiyim, sizin patronunuzum’ dedi. Önce, Aydın Bey’in akrabası olsa gerek diye düşündüm. Çünkü kendisinden son derece emin konuşuyordu. Patronla yakınlık derecesini sordum, cevap verdi, ‘Ben 150 liralık hisse senedi aldım. Buranın ortaklarındanım. Patronunuzum sizin’ dedi. Sonra ekledi, ‘Siz patronunuza böyle mi davranıyorsunuz? Ben durumu analiz etmeye geldim, gazetenin yazı işlerine çıkacağım’ (gülüyoruz).
Siz biraz bekleyin, bir refakatçi arkadaşla birlikte sizi yukarı göndereyim dedim ve durumu toparladım. Sonuçta adamı kırmamak için onu içeriye aldık ve hisse senetlerimiz hatırına bir yemek yedirip, çay içirdik ve sırtını sıvazlayıp mutlu bir şekilde patronumuzu (!) uğurladık (gülüyoruz).
Magazin basınında efsane yayın olan Hafta Sonu dergisi uzun yıllar ‘Evlilik Köşesi’ yayınladı. Sanırım bu köşeyle ilgili de bir anınız var.
(Gülüyor). Danışmada normal bir gün geçirirken, genç bir arkadaş hızla içeriye girdi ve doğrudan bana koşup önümde durdu ve yüksek sesle bağırdı, ‘Karı istiyorum!’. Bir an ne olduğunu anlamadım ve ‘Neden istiyorsun?’ dedim. Adam pişkin pişkin sırıttı ‘Karıyla ne yapılır?’. Donup kaldım. Meğer doktoru ‘Düz duvara tırmanıyorsun git evlen sen’ demiş. O da çareyi Hafta Sonu dergisinin Evlilik Köşesi’nde aramak için gelmiş. Danışmanın arkasından geçen kızları görünce, ‘Bak burası karı kaynıyor, içlerinden bir tanesini bana verin’ diye tutturdu. Sonuçta, onu da sakinleştirip gönderdik.
Gazeteye gelip giden siyasetçiler de olmuştur...
Bir dönem siyasette aktif olarak rol alan İlhan Kesici, binamızı ziyarete gelecekti ve bununla ilgili hazırlıklar yaptık. O zamanlar, turnikelerin önünde kırmızı bir paspas vardı. İlhan Bey, kapıdan girdi ‘Merhaba’ dedi ve bizleri selamlamak için elini kaldırdı. Elini kaldırmasıyla yere kapaklanması bir oldu. Yanındaki korumaları da yerden kaldırmak için onun üzerine kapaklandı. İlhan Bey, yerden kalkmak adına bir hamle yaptı ama yine başaramadı, yine düştü. Ayağa kalktığında gülmemek için dudaklarımı ısırıyordum. Bunu farkedince ‘Halime gülmemek elde değil’ karşılığını verdi ve birlikte gülmeye başladık.
Şimdi bir başka anı geldi aklıma... Hürriyet gazetesinin şu andaki girişi henüz tamamlanmamıştı. Biz de arkada bulunan Yay-Sat girişinde hizmet veriyorduk. Sonra bir telefon geldi ama kimden haber aldılar bilmiyorum. ‘Vali Bey, Oktay (Ekşi) Bey’i ziyarete gelecek, çok iyi karşılansın’ dediler. Neyse, gerçekten de birkaç saat sonra resmi plakalı bir araç kapıya geldi, ben de yerimden kalktım, ceketimin düğmelerini ilikledim ve misafirimizi dışardan itibaren karşılamaya başladım. Tokalaşmalar, hal hatır sormalar ve misafirimizi yukarıya gönderdik. Aradan bir saat geçti geçmedi, Oktay Ekşi danışmaya telefon açtı ‘Arkadaşlar teşekkürler, rektör arkadaşımı çok iyi karşılamışsınız’ dedi (gülüyor). İyi ki adama ‘Sayın Valim’ demedim, oradan işi yırttım.
Belki bu anılarınızı günün birinde kitaplaştırırsınız.
Anılarım çok ama bilmiyorum. Danışmada olduğumuz süre boyunca, adeta bir süzgeç görevi üstlendik. İnsanları adeta orada ayıklayıp içeriye alıyorduk.
Ayıklama deyince, riskler de yaşadınız sanırım.
Aydın Bey’le ısrarla görüşmek isteyen birine izin vermediğim için bana döner bıçağıyla saldırmıştı. Sırf bu yüzden, uzun bir süre işe geliş gidişlerimde tedirginlik duydum. Üzerimize yürüyen, kavga etmek isteyen insanlar da oldu.
Yanlış anlaşılmalar da olmuştur mutlaka...
Yanlış anlama sonucu çok güldüğümüz anlar oldu. Mesela ben telefonda Doğan (Hızlan) Bey’le konuşuyorum, galiba bir kitabı gelmiş ve kaybolmuş. Bu konuyu konuşuyoruz. Bir yandan da danışmadaki arkadaşlarım bana ‘Asansörler nerede?’ diye soruyorlar, onlara hayretle bakıyorum. Lafım sürekli kesildiğinden sinirlendim tabi. Bana şaka yaptıklarını düşünüyorum. Kör müsünüz, asansörler arkanızda işte dedim. Meğer, Hasan Söyler’i arıyorlarmış. Ben de ‘asansörler’ olarak anlıyorum...
Danışmaya gelen ve gazetedeki arkadaşlardan biriyle görüşmek istediğini söyleyen kişilere nasıl davranılır... Bunun mutlaka özel bir formülü vardır, değil mi?
Misafirin isteğini telefonla yukarıya aktarırken, örneğin Yüksel Bey’e telefonu açarım ve ‘Yüksel Bey’le görüşmeye Güler Hanım geldiler, Yüksel Bey yerindeler mi?’ derim. Oysaki telefonda kiminle konuştuğumu bilirim ve onun varlığını kapıda bekleyen kişiye belli etmem. Belki Yüksel Bey, konuğunu görmek istemeyecek. Eğer bildiğimi belli edersem, karşımdaki insana mahçup olunur.
Tüm bunların ötesinde sürekli şık bir görüntünüz var.
Evet, sormayın… Binadaki kuaföre giden müşteriler, manikür ve pedikür işlerini yapan arkadaşa, beni kastederek ‘Bu kadın bütün gününü kuaförde mi geçiyor?’ diyorlarmış. O da, ‘Buraya en az gelen kişilerden biri Güler Hanım’dır’ cevabını veriyormuş. Evden her zaman bakımlı çıkıyorum. Her sabah kalktığımda, saçıma fön çeker, makyajımı yapar, dişlerimi fırçalar, parfümümü sıkarım. Hatta güvenlikteki arkadaşlar parfümüme o kadar alışmışlar ki, koridorun bir ucundan benim geldiğimi anlarlardı.
Bu bakıma ve şıklığa gazetenin maddi katkısı oluyor muydu?
Danışma, Hürriyet Gazetesi’nin aynası olduğu için elbette önem veriliyordu. Patronlarımız buna çok dikkat ettiklerinden, kıyafet konusunda hiçbir şey esirgemediler. Yıllardır ünlü markalardan giyiniyoruz ve bu konuda insiyatifi bana vermişlerdi. Ben de iş arkadaşlarımı en iyi şekilde giydirmeye çalıştım. İnşallah bundan sonra da böyle olacaktır. Çünkü diğer arkadaşlarım da aynı alışkanlığı edindiler. Kuaför masrafımıza kadar karşılandı. Düşünsenize evinize gelen bir misafiri pasaklı bir şekilde karşılamak istemezsiniz değil mi? Giyim konusunda numaralı gözlüklerim de ekol oldu. Farklı renklerde, en az 15 tane numaralı gözlüğüm vardır. Bakımı çok severim. Zaten bence, kadının çirkini yoktur, bakımsız olanı vardır. İnsan kendisine baktıktan sonra her zaman güzeldir.
Geride kalanlara ve yeni başlayacaklara ne önerirsiniz, öğütlerinizi alalım?
Hürriyet’te çalıştığım süre boyunca, arkadaşlarım beni yakından izlediler ve onlarla çok şeyler konuştum. Bir kere kapıdan giren herkese güler yüz göstermelerini ve onlara ‘Günaydın’ demelerini öğütledim. Çıkarken, ‘İyi akşamlar’ demeyi ihmal etmemeleri gerektiğini söyledim. Çünkü içeriye giren insanın canı sıkkın olabilir. Ben, çok insanın kapıya kadar sinirli bir şekilde gelip de benim ‘Günaydın’ımı duyduktan sonra mutlu olduğunu biliyorum. Pozitif enerjiyi yaymak adına karşıdaki insanın harekete geçmesini beklemek yerine benim lafa girdiğim durumlar çok olmuştur. Gençlere tavsiyem, ne olursa olsun günaydın ve iyi akşamlar demeyi ihmal etmesinler ve birbirlerine olan saygılarını da kaybetmesinler.
Güler Hanım, 21 yıllık çalışma hayatınızda ben de sizin pozitif enerjinizden istifade edenler arasında oldum. Sizin gülen yüzünüze, o tatlı ‘Günaydın’larınıza her danışmadan geçişimde tanık oldum. Bana yıllarca verdiğiniz moraller ve hizmetler için çok teşekkür ediyorum...
Ben de size teşekkür ederim Yüksel Bey... Size ve Medyaradar okurlarına minnetarım... Bu sohbetle bir nevi beni emeklilik hayatıma uğurlamış oluyorsunuz. İnanın ki Hürriyet’te çalıştığım süre içinde ben de sizin pozitif enerjinizden her zaman mutluluk duydum. Sesiniz ve enerjiniz bana çok moral verdi. Teşekkür ederim...
Güler Çamcan o gün buruk bir mutluluk içindeydi. 21 yıllık hayatı, Hürriyet’te yaşadıkları film şeridi gibi gözlerinin önünden geçiyordu mutlaka. Elbette yaşadığı ve tanık olduğu her şeyi anlatmasını isteyemezdim ondan. Ancak mümkün olduğunca okuyanlara büyük bir gazetenin danışmasında neler yaşandığını yansıtan bir sohbet yaptık.
Tam 21 yıl boyunca Hürriyet Gazetesi’nde danışma şefi olarak görev yaptınız. Basının amiral gemisi kabul edilen bu gazetenin yüzü ve sesi oldunuz. Şimdi de emeklisiniz. Bu emekliliğin tam da Hürriyet’in yeni yerine taşınma sürecinde gerçekleşmiş olması nedeniyle ‘Bu ayrılış, bir işten çıkarma mı?’ sorusunu getiriyor aklıma...
Aksine, bu ayrılış tamamen kendi isteğimle oldu. Burada tam 21 yıl boyunca çok severek çalıştım ve mutlu zamanlar geçirdim. Esasında bu süreç içinde çok farklı yerlerden de iş teklifleri aldım ama her zaman için burası evim oldu. Burada çalışmaya başlamam da annemi kaybettiğim bir döneme denk geldi. O dönem Hürriyet gazetesinde bir arkadaşım çalışıyordu ve beni ‘Hürriyet’in danışmasının sirkülasyonu çok fazladır, burada çalışırken kendine gelir, toparlanırsın, sıkıntılarını unutursun’ diyerek gazeteye çağırmıştı. Öyle başlamıştım.
Bu şekilde başladığınız yolculuk 21 yıl sürmüş…
Gerçekten de oldukça uzun bir zaman sürdü. İşe başladığım ilk iki yıl Cağaloğlu’ndaydım. Orası da son derece renkli bir çalışma yeri oldu.
Bahsettiğiniz yıllar, Erol Simavi’nin dönemine denk geliyor. Mesleğe ilk başladığınız günü hatırlıyor musunuz, nasıl bir gün olmuştu?
Tabi ki hatırlıyorum. İşe başladığım ilk gün döner kapıya elimi sıkıştırmıştım (gülüyoruz). İlk gün böyle başladı. Elim, pansumanlı ve sarılı bir şekilde danışmaya oturdum. Aslında her zaman için basındaki renkli yüzleri, sanatçıları ve yazarları merak eder ve yakından görmeyi çok isterdim.
İlk tanıdığınız ünlü isim kimdi?
İlk tanıdığım ünlü kişi Uğur Dündar oldu. Uğur (Dündar) Bey, Cağaloğlu’ndaki binanın kapısından içeriye girer girmez ‘Günaydın’ bile demeden doğrudan danışmaya gelirdi. O zamanlar danışma dört tarafı mermerle çevrili, tabiri caizse kabir gibi bir yerdi. Ellerini açıp ağzını adeta dua eder gibi oynattıktan sonra üzerimize doğru üfleyerek asansöre yönelirdi. Buna ilk tanık olduğum gün donup kalmıştım. İş arkadaşlarım, ‘Uğur Bey bulunduğumuz yeri kabir olarak kabul ettiğinden,üç Kulhuvallah bir Elham okumadan buradan geçmez’ dediler. Doğru yerde olup olmadığımı yeniden kontrol etmiştim. Sonra alıştım. Oradaki insanlarla bir aile gibiydik. Cağaloğlu’nun havası çok başkaydı değil mi?Gerçekten de Cağaloğlu’nun çok farklı bir havası vardı. Aramızdan biri yıllık izne gittiğinde kim hangi departmandan giderse gitsin, gidişi de dönüşü de muhteşem olurdu. Bir avuç insan olduğumuzdan, birbirimizi özlerdik. Çünkü herkesi tanıyorduk. Herkes birbiriyle dostane ilişkiler içindeydi. O zamandan bu yana çok genişledik ve kurumsal bir şirket haline geldik. Tabi ki insanlar birbirlerini tanıyorlar ama o zamanki gibi değil.
Kimbilir ne keyifli anılarınız vardır...
Evet, çok keyifli anılarım var. Patronumuz Erol Simavi’yi pek görmezdik. Kendisini ancak şimdi boşaltkılmak üzere olan Güneşli’deki binamıza taşındıktan sonra tanıyabildim. Bir gün yurt dışına gitmeden önce binaya uğradı. O zaman için bina müdürü Erkan Göksel’di ve ben de yarım gün için onun yanında çalışıyordum. Erol Bey, ‘Merhaba’ deyip içeriye girdi. İçeriye girdikten beş dakika sonra dışarıya çıktı ve kısa süre sonra tekrar ‘Merhaba’ diyerek içeriye girdi. On dakika geçtikten sonra tekrar dışarıya çıktı, kısa süre sonra yeniden geri döndü. Niye böyle yaptığını çok merak ettim. Sonradan öğrendim. Meğer Erol Bey’in uçak fobisi varmış. Bu yüzden heyecanlanınca ikide bir tuvalete gitme ihtiyacı duyarmış.
Bir de onun Cağaloğlu’nda, gazete binasının üzerinde yaptırdığı ‘Kartal Yuvası’ dediğimiz küçük bir barı da vardı.
Evet, vardı. Ama açıkçası çok sık gelmediğinden biz göremiyorduk.
Ya da belki geliyordu da kimsenin haberi olmuyordu.
Ben danışmadayım, gözümden asla kaçmaz. Zaten bu çevreyi kollama alışkanlığım yüzünden başıma da gelmeyen kalmadı. O zamanlar, gazetenin girişinde turnike olmadığı için bunu yapmak zorundaydım. Küçücük bir yerde, danışmadaki dört eleman ve bir o kadar da güvenlik görevlisi, sürekli olarak girişi denetliyorduk. Buna rağmen bir gün, çiçekçi hamile bir kadın ve yanında çocuğuyla birlikte içeri girmeyi başarmıştı.
Peki, nasıl fark ettiniz?
Kadın bizim yanımızdan geçmeyi başardıktan sonra, Uğur Dündar’ın odasına gitmiş. Uğur Bey, danışmayı aradı ve ‘Çocuklar burada bir kadın bana çiçek satmaya çalışıyor, konuyla ilgili bilginiz var mı?’ diye sordu. Hepimiz şok olduk. Düşünebiliyor musunuz, o kadar kişi arasından, bir kadın asansöre elini kolunu sallaya sallaya gidebiliyor. Üstelik bu kadın çiçekçi, hamile ve yanında da çocuğu var…
Turnikeli sisteme geçilmeden önce, içeriye giren herkese dikkatlice bakmak zorunda kaldığınızı söylediniz. Binaya ilk geldiğiniz zamanlar, güzelliğinizin çok konuşulduğunu biliyorum ve bunu da burada itiraf ediyorum. İnsanlara dikkatli bakmanız ve güzelliğiniz birleşince neler olduğu konusunda kulağınıza gelen bir şey olmadı mı?
(Gülüyor) Güzelliğimle ilgili konuşulanlar benim de kulağıma gelmişti. Kulakları çınlasın, o sıralarda santralde Semra Abla çalışıyordu ve zaman zaman da oturup dertleşirdik. Kendisi, santralde otururken beni gözetleme fırsatı oluyordu. Onun gözüne çarpan bazı şeyler olmuş ve tabi ben de genç olduğumdan beni uyarma gereği hissetmiş. Bir gün Semra Abla bana telefon açtı ve ‘Canım benim, çok güzel ve alımlısın. Düne kadar tulum giyenler, bugün takım elbise giymiş etrafında dolanıyorlar. Dikkat et!’ dedi. O günden sonra herkese gülümsemedim.
Mesleğiniz gereği insanlara inceleyerek bakmanız belki özel hayatınızda sıkıntı da yaratmıştır.
(Gülüyor) Valla doğru söylüyorsunuz, çok sıkıntı yarattı. Kocamla yemeğe çıktığımızda farkında olmadan gözlerim çevreyi ve yan masaları taradığı için eşimin ‘Sağa sola bakıp durma’ şeklyindeki ikazlarına hedef olduğum çoktur. Bu alışkanlığımı hala üzerimden atamadım. Şu an bile herhangi bir yere gittiğimizde, çevremdeki insanları pabucundan saçına kadar inceliyorum. Sadece gözlem değil, lafımı da esirgemem. İnsanlar beni bu yüzden patavatsız olarak değerlendirdiler. Oysaki kötü bir niyetim yok.
Açık sözlülük diyelim...
Gerçekten de çok açık sözlü birisiyim. Mesela şimdi rahmetli oldu, gazetemizin bir yazarı vardı, Gülçin Telci… Bir gün ona ‘Neden böyle penguen gibi yürüyorsunuz?’ dedim. Çünkü biraz yalpalayarak yürürdü. Benim bu sözlerim yüzünden altı ay boyunca bana görünmemek için VIP kapısından girmiş. Altı ay sonra danışmaya yanıma geldi ve ‘Senin yüzünden altı aydır VIP kapısını açtırıyorum ama artık bana bıkkınlık geldi. Yürümemi de düzeltemedim, ben buyum’ dedi (gülüyor). Sonrasında bu yürüyüşünün bir rahatsızlıktan kaynakladığını öğrendim ve uzun süre vicdan azabı çektim. Ama ne yapayım, bu yüzden Vuslat Doğan Sabancı’ya (Hürriyet Gazetesi Yönetim Kurulu Başkanı) da yakalandım.
O nasıl oldu?
Vuslat (Doğan Sabancı) Hanım’ın giyim tarzını çok beğenirim. Hiç unutmuyorum, bir gün üzerinde fıstık yeşili bir takımla işe geldi. Eteği dizlerinden biraz daha aşağıda, kolları yarım bir stili vardı. Adeta 1960’lı yılların takımları gibi görünüyordu ve çok da hoşuma gitmişti. Gayri ihtiyari içeriye girdikten sonra uzun bir süre arkasından bakmaya devam ettim. Vuslat Hanım, bir anda arkasını dönünce kendisiyle göz göze geldik. Tabi bir süre ne diyeceğimi bilemedim ama sonrasında, ‘Vuslat Hanım, siz arkanızı dönün ve asansörünüze gidin, ben size bakmaya devam edeceğim’ dedim. O da gülerek arkasını döndü ve yürümeye devam etti (gülüyoruz). Neyse ki hiç sesini çıkarmadı. Tıpkı Vuslat Hanım gibi, Ayşe Sözeri Cemal de (Hürriyet Reklam Grup Başkanı) çok şık giyiniyor ve ben de onları izlemeyi ve incelemeyi çok seviyordum.
Kıyafet dışında nelere dikkat ediyorsunuz?
Ayakkabılarına bakarım. Mesela Vuslat Hanım’ın çok fazla ayakkabısı olduğunu biliyorum ve ayakkabılarına hayranım. Bununla ilgili bir anım da var. Hiç unutmuyorum, stajyerlik başvurusu için bir kız gelmişti ve danışmanın köşesindeki koltuklarda oturuyordu ki Vuslat Hanım, düz babet bir ayakkabı ve uzun bir etekle içeriye girdi. Üzerinde de gömlek ya da yeleğe benzer bir kıyafet vardı. Kolunda çantası, cep telefonuyla konuşarak ilerliyordu. O sırada kızcağız da oralarda dolanıyordu. Güvenlik, kenara çekilsin diye onu ikaz etti ve kız da bir süre sonra kenara çekildi ama bu durumu yadırgadı. Vuslat Hanım yukarıya gittikten sonra yanıma geldi ve bana yol verdiği bayanın kim olduğunu sordu. Ben de onun patronumuz olduğunu söyleyince ilginç bir tepki verdi, ‘Aaaa, ben onu daha farklı hayal etmiştim. Daha asık suratlı, yaşlı, lacivert ya da siyah takımlı biridir diye düşünüyordum. Tıpkı bize benziyormuş’ (gülüyoruz). Vuslat Hanım, hakikaten bizden biri, çok iyi niyetli ve ulaşılmaz değil.
Kaldı ki Vuslat Hanım’ın sizin hayatınızda önemli bir yeri de var. Ev sahibi oluşunuzda kendisinin büyük bir katkısı olmuş galiba. Kusura bakmayın ama ben bunu konuyu konuşmak isterim...
Estağfurullah... Ahmet Toksoy’un ve Vuslat Hanım’ın hayatımda çok önemli yerleri var. Eğer bugün ev sahibiysem, o iki ismin katkıları çok büyüktür. Ahmet Bey, o dönem, 1991-1995 yılları arasında Mali İşler Müdürü olarak çalışıyordu. Şu anda da yaklaşık iki yıldır Doğan Şirketler Grubu Holding A.Ş Denetim ve Risk Yönetimi Grup Başkanlığı görevini sürdürüyor. O dönem ev arıyordum ve gerçekten de içime sinen bir ev bulunca kapora verdim. Ama neye güvenerek bunu yaptım bilmiyorum. Demek ki Vuslat Hanım benim üzerimde büyük bir güven teşkil etmiş. Ondan maddi yardım alabileceğimi düşündüm ve eve 5 bin lira kapora ödedim. Şayet Vuslat Hanım, ‘Olmaz’ dese, o yatırdığım para da yanacaktı. Önce Ahmet Bey’in yanına gittim ve durumu anlattım. Kendisi, ‘Güler, sen çok para istiyorsun. Biz şimdiye kadar hiç kimseye böyle bir ayrıcalık yapmadık. Bu bir şirket politikası ve sen emsal teşkil edersin. Diğerlerine de vermezsek ayıp olur’ dedi. Durumumun çok acil ve önemli olduğunu söyleyince, Vuslat Hanım’a ileteceğini söyledi.
Sonuç ne oldu?
Ahmet Bey beni kırmadı. Vuslat Hanım’a durumu iletmiş. Sonrasında beni yanına çağırdı. Ancak parayı alamadığını söyledi. Ben tabi ki yıkıldım ve kafamı önüme eğerek asansöre yöneldim. Sonrasında arkamdan seslenip, ‘Gel bir çay iç, bir şeyler ısmarlayayım sana’ dedi. Ama benim moralim fena halde bozulmuştu. Ardından ‘Gel yahu bir şeyler bakar, çözmeye çalışırız’ dedi ve beni odasına davet edip Vuslat Hanım’ım isteğime onay verdiğini söyledi. Bana yaptığı şakayı açıklayınca sevinçten aradaki mesafeyi unuttum ve Ahmet Bey’e sarıldım. Ardından da koridora fırlayıp iki üç sefer kolumu yukarıya kaldırıp ‘Oley’ çektim (gülüyoruz).
Ayrılırken görüşebildiniz mi?
Ahmet Bey’e sarılarak veda edeceğim. Vuslat Hanım da yurt dışındaydı ve dönüşünde onunla vedalaşmak isterim. Vuslat Hanım ve Aydın Bey son derece cana yakın kişiler. İnsanlara uzak duran ürkütücü patron profilinden uzakta olan kişiler. Elbette mesafeyi korumak gerekir ama benim sıkıntılarımı paylaşabileceğim patronlarım oldu. Aydın (Doğan) Bey sağ olsun içeriye girerken, ‘Çocuklar nasılsınız?’ demeden geçmez. Yine buna karşılık ‘Sağolun efendim’ demek adaptandır, karşılık olarak hatır sorulmaz ama bir gün gaf yaptım. Aydın Bey, ‘Nasılsınız evladım?’ deyince yüzüne baktım ve ‘Sağolun efendim, siz nasılsınız?’ dedim. O andan itibaren de başımdan aşağıya kaynar sular döküldü. ‘Eyvah, ben ne dedim?’ diye düşündüm. Ben bunları düşünürken, Aydın Bey kafasını salladı ve ‘Sağol evladım’ dedi ve geçti. Bu durum bende gerginlik yarattı ve asistanı Arzu Hanım’a telefon açıp, ‘Ben bir hata yaptım, Aydın Bey’e sağolun siz nasılsınız’ karşılığını verdim’ dedim. Arzu Hanım, ‘Aydın Bey öyle şeylere takılmaz, ben de zamanında Kenan Evren’e nasılsın demiştim, bir şey olmaz’ dedi.
Sizin müessese içinde olan yolsuzlukları da ortaya çıkardığınızı biliyorum. Anlatmak ister misiniz?
Evet, gazetede bir yolsuzluğu ortaya çıkardım. Burada isim vermek yanlış olur. Geçmiş zaman, taşlar yerine oturdu. Artık bu saatten sonra her şeyin kontrol altında olduğuna inanıyorum. Hürriyet gazetesi kurumsal ve çok büyük, devasa bir şirket. Ancak ben bu gazeteyi çok sahiplendim. Suyun lavaboda fazla akması, tuvalet kağıtlarının gereksiz yere kullanılması gibi şeyler yüzünden bile insanları uyarıyordum. Gazeteyi her zaman kendi evim gib gördüm. Bundan rahatsızlık duyan insanlar da oldu. Her ne sebeple olursa olsun, buradan ayrılırken kimseye beddua etmeden, ‘Buraya kadarmış, Allah razı olsun’ demeli. Ben de öyle yaptım. Belli bir yaşa geldim ve nerede duracağımı anladım. Bende sonra gelecek genç arkadaşlar buradan ekmek yesin diye düşündüm. Yerimi gençlere bıraktım. Gazetede çalışan herkesin burasını evi görmesini isterim. Çalışan herkes gazetenin patronu gibi hissetmeli kendisini.
Patron konusu açılmışken hemen sormak istiyorum. Galiba sizin bu konuda da bir anınız var...
Bir sabah gazeteye bir beyefendi geldi ve doğrudan turnikelere yöneldi. Her iki turnikeyi de açmayı denedi ancak kartı olmadığı için geçemedi. Ben de bu sırada kendisini izliyorum. ‘Size nasıl yardımcı olabilirim?’ diye sorunca, ‘Aç şu kapıyı, ben hisse sahibiyim, sizin patronunuzum’ dedi. Önce, Aydın Bey’in akrabası olsa gerek diye düşündüm. Çünkü kendisinden son derece emin konuşuyordu. Patronla yakınlık derecesini sordum, cevap verdi, ‘Ben 150 liralık hisse senedi aldım. Buranın ortaklarındanım. Patronunuzum sizin’ dedi. Sonra ekledi, ‘Siz patronunuza böyle mi davranıyorsunuz? Ben durumu analiz etmeye geldim, gazetenin yazı işlerine çıkacağım’ (gülüyoruz).
Siz biraz bekleyin, bir refakatçi arkadaşla birlikte sizi yukarı göndereyim dedim ve durumu toparladım. Sonuçta adamı kırmamak için onu içeriye aldık ve hisse senetlerimiz hatırına bir yemek yedirip, çay içirdik ve sırtını sıvazlayıp mutlu bir şekilde patronumuzu (!) uğurladık (gülüyoruz).
Magazin basınında efsane yayın olan Hafta Sonu dergisi uzun yıllar ‘Evlilik Köşesi’ yayınladı. Sanırım bu köşeyle ilgili de bir anınız var.
(Gülüyor). Danışmada normal bir gün geçirirken, genç bir arkadaş hızla içeriye girdi ve doğrudan bana koşup önümde durdu ve yüksek sesle bağırdı, ‘Karı istiyorum!’. Bir an ne olduğunu anlamadım ve ‘Neden istiyorsun?’ dedim. Adam pişkin pişkin sırıttı ‘Karıyla ne yapılır?’. Donup kaldım. Meğer doktoru ‘Düz duvara tırmanıyorsun git evlen sen’ demiş. O da çareyi Hafta Sonu dergisinin Evlilik Köşesi’nde aramak için gelmiş. Danışmanın arkasından geçen kızları görünce, ‘Bak burası karı kaynıyor, içlerinden bir tanesini bana verin’ diye tutturdu. Sonuçta, onu da sakinleştirip gönderdik.
Gazeteye gelip giden siyasetçiler de olmuştur...
Bir dönem siyasette aktif olarak rol alan İlhan Kesici, binamızı ziyarete gelecekti ve bununla ilgili hazırlıklar yaptık. O zamanlar, turnikelerin önünde kırmızı bir paspas vardı. İlhan Bey, kapıdan girdi ‘Merhaba’ dedi ve bizleri selamlamak için elini kaldırdı. Elini kaldırmasıyla yere kapaklanması bir oldu. Yanındaki korumaları da yerden kaldırmak için onun üzerine kapaklandı. İlhan Bey, yerden kalkmak adına bir hamle yaptı ama yine başaramadı, yine düştü. Ayağa kalktığında gülmemek için dudaklarımı ısırıyordum. Bunu farkedince ‘Halime gülmemek elde değil’ karşılığını verdi ve birlikte gülmeye başladık.
Şimdi bir başka anı geldi aklıma... Hürriyet gazetesinin şu andaki girişi henüz tamamlanmamıştı. Biz de arkada bulunan Yay-Sat girişinde hizmet veriyorduk. Sonra bir telefon geldi ama kimden haber aldılar bilmiyorum. ‘Vali Bey, Oktay (Ekşi) Bey’i ziyarete gelecek, çok iyi karşılansın’ dediler. Neyse, gerçekten de birkaç saat sonra resmi plakalı bir araç kapıya geldi, ben de yerimden kalktım, ceketimin düğmelerini ilikledim ve misafirimizi dışardan itibaren karşılamaya başladım. Tokalaşmalar, hal hatır sormalar ve misafirimizi yukarıya gönderdik. Aradan bir saat geçti geçmedi, Oktay Ekşi danışmaya telefon açtı ‘Arkadaşlar teşekkürler, rektör arkadaşımı çok iyi karşılamışsınız’ dedi (gülüyor). İyi ki adama ‘Sayın Valim’ demedim, oradan işi yırttım.
Belki bu anılarınızı günün birinde kitaplaştırırsınız.
Anılarım çok ama bilmiyorum. Danışmada olduğumuz süre boyunca, adeta bir süzgeç görevi üstlendik. İnsanları adeta orada ayıklayıp içeriye alıyorduk.
Ayıklama deyince, riskler de yaşadınız sanırım.
Aydın Bey’le ısrarla görüşmek isteyen birine izin vermediğim için bana döner bıçağıyla saldırmıştı. Sırf bu yüzden, uzun bir süre işe geliş gidişlerimde tedirginlik duydum. Üzerimize yürüyen, kavga etmek isteyen insanlar da oldu.
Yanlış anlaşılmalar da olmuştur mutlaka...
Yanlış anlama sonucu çok güldüğümüz anlar oldu. Mesela ben telefonda Doğan (Hızlan) Bey’le konuşuyorum, galiba bir kitabı gelmiş ve kaybolmuş. Bu konuyu konuşuyoruz. Bir yandan da danışmadaki arkadaşlarım bana ‘Asansörler nerede?’ diye soruyorlar, onlara hayretle bakıyorum. Lafım sürekli kesildiğinden sinirlendim tabi. Bana şaka yaptıklarını düşünüyorum. Kör müsünüz, asansörler arkanızda işte dedim. Meğer, Hasan Söyler’i arıyorlarmış. Ben de ‘asansörler’ olarak anlıyorum...
Danışmaya gelen ve gazetedeki arkadaşlardan biriyle görüşmek istediğini söyleyen kişilere nasıl davranılır... Bunun mutlaka özel bir formülü vardır, değil mi?
Misafirin isteğini telefonla yukarıya aktarırken, örneğin Yüksel Bey’e telefonu açarım ve ‘Yüksel Bey’le görüşmeye Güler Hanım geldiler, Yüksel Bey yerindeler mi?’ derim. Oysaki telefonda kiminle konuştuğumu bilirim ve onun varlığını kapıda bekleyen kişiye belli etmem. Belki Yüksel Bey, konuğunu görmek istemeyecek. Eğer bildiğimi belli edersem, karşımdaki insana mahçup olunur.
Tüm bunların ötesinde sürekli şık bir görüntünüz var.
Evet, sormayın… Binadaki kuaföre giden müşteriler, manikür ve pedikür işlerini yapan arkadaşa, beni kastederek ‘Bu kadın bütün gününü kuaförde mi geçiyor?’ diyorlarmış. O da, ‘Buraya en az gelen kişilerden biri Güler Hanım’dır’ cevabını veriyormuş. Evden her zaman bakımlı çıkıyorum. Her sabah kalktığımda, saçıma fön çeker, makyajımı yapar, dişlerimi fırçalar, parfümümü sıkarım. Hatta güvenlikteki arkadaşlar parfümüme o kadar alışmışlar ki, koridorun bir ucundan benim geldiğimi anlarlardı.
Bu bakıma ve şıklığa gazetenin maddi katkısı oluyor muydu?
Danışma, Hürriyet Gazetesi’nin aynası olduğu için elbette önem veriliyordu. Patronlarımız buna çok dikkat ettiklerinden, kıyafet konusunda hiçbir şey esirgemediler. Yıllardır ünlü markalardan giyiniyoruz ve bu konuda insiyatifi bana vermişlerdi. Ben de iş arkadaşlarımı en iyi şekilde giydirmeye çalıştım. İnşallah bundan sonra da böyle olacaktır. Çünkü diğer arkadaşlarım da aynı alışkanlığı edindiler. Kuaför masrafımıza kadar karşılandı. Düşünsenize evinize gelen bir misafiri pasaklı bir şekilde karşılamak istemezsiniz değil mi? Giyim konusunda numaralı gözlüklerim de ekol oldu. Farklı renklerde, en az 15 tane numaralı gözlüğüm vardır. Bakımı çok severim. Zaten bence, kadının çirkini yoktur, bakımsız olanı vardır. İnsan kendisine baktıktan sonra her zaman güzeldir.
Geride kalanlara ve yeni başlayacaklara ne önerirsiniz, öğütlerinizi alalım?
Hürriyet’te çalıştığım süre boyunca, arkadaşlarım beni yakından izlediler ve onlarla çok şeyler konuştum. Bir kere kapıdan giren herkese güler yüz göstermelerini ve onlara ‘Günaydın’ demelerini öğütledim. Çıkarken, ‘İyi akşamlar’ demeyi ihmal etmemeleri gerektiğini söyledim. Çünkü içeriye giren insanın canı sıkkın olabilir. Ben, çok insanın kapıya kadar sinirli bir şekilde gelip de benim ‘Günaydın’ımı duyduktan sonra mutlu olduğunu biliyorum. Pozitif enerjiyi yaymak adına karşıdaki insanın harekete geçmesini beklemek yerine benim lafa girdiğim durumlar çok olmuştur. Gençlere tavsiyem, ne olursa olsun günaydın ve iyi akşamlar demeyi ihmal etmesinler ve birbirlerine olan saygılarını da kaybetmesinler.
Güler Hanım, 21 yıllık çalışma hayatınızda ben de sizin pozitif enerjinizden istifade edenler arasında oldum. Sizin gülen yüzünüze, o tatlı ‘Günaydın’larınıza her danışmadan geçişimde tanık oldum. Bana yıllarca verdiğiniz moraller ve hizmetler için çok teşekkür ediyorum...
Ben de size teşekkür ederim Yüksel Bey... Size ve Medyaradar okurlarına minnetarım... Bu sohbetle bir nevi beni emeklilik hayatıma uğurlamış oluyorsunuz. İnanın ki Hürriyet’te çalıştığım süre içinde ben de sizin pozitif enerjinizden her zaman mutluluk duydum. Sesiniz ve enerjiniz bana çok moral verdi. Teşekkür ederim...