Yeni Şafak'tan Pelikan Dosyası yazarına: Ateş edecek kadar yürekli, imza atamayacak kadar korkak!
Yeni Şafak yazarı, Merve Şebnem Oruç, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Davutoğlu arasında kriz olduğuna dair iddialar içeren "Pelikan dosyası"nı köşesine taşıdı.
Yeni Şafak yazarı, Merve Şebnem Oruç, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve Başbakan Ahmet Davutoğlu arasında kriz olduğuna dair iddialar içeren ve "Pelikan dosyası" adıyla dolaşıma giren blog yazısındaki büyük harflerle "REİS" yazılarak Erdoğan'ın kast edilmesine ilişkin "Büyük harflerle 'REİS' yazmakla davaya katkı sunulmuyor. Buna yalakalık deniyor. Ve Erdoğan'a en büyük zararı bu tip eğreti popülistler veriyor" dedi. Yazının 'Anonim' imzayla çıkmasını da eleştiren Oruç, "Ateş edecek kadar cesursan, imzanı atamayacak kadar korkak olamazsın kardeşim" ifadesini kullandı.
Merve Şebnem Oruç'un, Yeni Şafak'ta "Ateş Edecek Kadar Yürekli, İmza Atmayacak Kadar Korkak" başlığıyla bugün ( 5 Mayıs 2016 yayınlanan yazısı şöyle:
Türkiye hiçbir şeyden çekmedi son yıllarda anonim sosyal medya hesaplarından çektiği kadar. Gezi'de sokakları galeyana getirmeyi amaçlayan küfür, hakaret ve yalan-dolanla dolu paylaşımlarla başlayan trend, Fethullah Gülen'in “tweet'leri ikiye katlama” talimatıyla ivme kazandı. 17-25 Aralık sonrası operasyon hesapları ardı ardına tapeler yayınladı, 'Haramzadeler' ve 'Acem Uşakları' gibi hesapların takipçi sayıları yüzbinlere ulaştı, Fuat Avni mahlaslı hesabınkiyse milyonlara. Seçilmiş iktidar, klavyeye dokunan ellerin kim olduğunu bilmediğimiz gizli hesaplar tarafından devrilmeye çalışıldı. “Adamsan çık ortaya” dedik, kimse çıkmadı.
Adli makamlar peşlerine düştü; zira işin hukuki, cezai yaptırım gerektiren bir tarafı da vardı. Çünkü sanal alem dediğiniz yer, her ne kadar kuralı kaidesi oturmamış, regülasyonları tamamlanmamış bir alan olsa da, edimlerinizin karşılığı olmayan bir mecra olamazdı. Ancak sosyal medya şirketleri, söz konusu operasyon hesaplarının kullanıcı bilgilerini Türkiye'deki mercilerle paylaşmadı. O zaman bu hesapların ardındakilerin küresel sermayenin kuklaları olduğuna bir kez daha emin olduk. Eski Türkiye'nin ana akım gazetelerinin iktidar devşiren manşetlerinin, Ergenekon'la başlayan davalar döneminin gizli tanıklarının yerini, yeni siyaset dizayn etme sürecinde anonim hesaplar almıştı. Ne söylediklerinin, ne iddia ettiklerinin, neleri ifşa ettiklerinin ve hangilerinin doğru hangilerinin yanlış olduğunun hiçbir kıymeti yoktu. Yüzünü göstermeye, adını söylemeye cesaret edemeyenin sözüne itibar edilmezdi. Bu millet de öyle yaptı.
Birkaç gün evvel isimsiz ve imzasız şekilde yayınlanan 'Pelikan Dosyası' başlıklı blogda paylaşılan yazıyı sizler de okumuşsunuzdur herhalde. Okumadıysanız da Davutoğlu'nun Salı günkü grup toplantısında verdiği tepkiden ortada büyük bir mesele olduğunu anlamışsınızdır. Bu yazı kaleme alınırken henüz başlamamış olan Erdoğan-Davutoğlu görüşmesinin heyecanla beklenmesi bile, malum yazının biriken gerilimi patlatan çivi olduğunu gösterir nitelikte.
“Hani çığlık atarsınız da kimse duymaz ya”, “Hani herkesin ortasında cinayet işlenir de kimse aldırmaz ya” diyerek feryat figan ortaya çıkan ve fakat ismini vermekten fena halde ürken Bay ya da Bayan Pelikan şöyle diyor: “Biraz da REİS için canını feda edecekler konuşsun mu?” Bize izin çıktı, demek Erdoğan için “Allah canımdan alsın, onun canına versin” diye hemen her gün dua eden biri olarak konuşabilirim. Ayrıca, çoğunluğun kafasını gömecek kum aradığı Gezi'nin ilk günlerinde, ismiyle açtığı blogda, Erdoğan'ı “bu işin sonunda ne olur”u düşünmeden savunmuş, dershaneler tartışmasında çoğunluk “Durun siz kardeşsiniz” derken “Ne fitnesi, ne hizmeti kardeşim, darbe geliyor darbe” diye yazıp çizmiş bir kişi olarak naçizane birkaç söz söylemeliyim. Zira bakıyorum da, malum yazıyı sosyal medyada paylaşan ya da destekleyenlerin bazıları, zamanında Gülencileri eleştirdiğimiz için bizi yerden yere vuran hatta Ergenekoncu ilan eden bazı kişiler, bazılarıysa Uludere'de Erdoğan'a tuzak kurulduğunu söylediğimiz için bize öfkelenip selamı sabahı kesenler... “Erdoğan'dan çok Erdoğancılık” yapan malum imzasız yazıyı beğendiğini belli edenlerden bazılarıysa, şaka gibi ama son dönemde “En çok Erdoğan diyenler, Erdoğan diye diye Erdoğan'a operasyon çekecekler” diyenler...
Söz konusu yazıda adı geçenlerin hiçbirini savunmayacağım. İçlerinde sevdiklerim de var, sevmediklerim de, tanımadıklarım da... Ayrıca hedef alınan isimler, deli sayıklamasına benzer bu manifestoya cevap verme gereği duyarlarsa bunu yapacaklardır eminim. Uzun süredir dedikodu kazanında kaynatılanlarla somut gerçekleri harmanlayıp bize servis eden yazının ana hedefi Davutoğlu'nu da savunmayacağım. Kendisi, bugüne kadar sorulan pek çok soruda ve yapılan pek çok ithamda olduğu gibi buradaki iddialara da uygun görürlerse cevap verecek, ya da vermeyecektir elbette. Üstelik, birkaç hafta önce hakkında bir yazı da kaleme aldığım, AP Başkanı Martin Schulz'un Erdoğan'ı hedef alan ifadelerine Başbakanlık'tan bir türlü verilmeyen cevap gibi, benim de duymayı beklediğim bazı cevaplar var. Ama hiçbir şey imzasız bir yazıyla iktidar tasfiye etme, siyaset dizayn etme girişimlerini meşru görmeyi getirmiyor beraberinde. Hem de Erdoğan'ın Cumhurbaşkanı seçilmesiyle Başbakanlık koltuğunu bırakmayı uygun gördüğü bir isme, Erdoğan'ı Erdoğan'dan çok sever ve düşünürmüş gibi bir kisveye bürünüp, kendi adını sanını veremeyecek kadar korkarak yine Erdoğan'ın ardına saklanan gizli hesaplar üzerinden operasyon çekmek nereden baksanız ödlekçe, namertçe.
Hele ki, bizi “Suriye bataklığı”na Erdoğan'a rağmen Davutoğlu'nun soktuğunu ima etmek, son üç yıldır verdiğimiz mücadelenin ruhuyla da, Erdoğan'ın Orta Doğu halklarının gözündeki imajıyla da, hatta yazının temelindeki “Küresel güçlerin yeni adamı Davutoğlu” mesajıyla da ters. Paralellerin ve Esadcıların ekmeğine yağ sürmesiyse cabası. Nereden tutsanız elinizde kalıyor açıkçası.
Cumhurbaşkanını halkın seçmesiyle sistemin fiili olarak değişeceğini, kağıt üzerindeki sistemle çelişeceğini ve bu durumun büyük sıkıntılar doğuracağını seçim öncesi bile çok kez konuşmuştuk. Bugün fiilen o sıkıntıları yaşarken dünkü öngörülerimizi nasıl unutuyoruz, insan gerçekten hayret ediyor. “Erdoğan-Davutoğlu kavgası” imiş gibi medyaya yansıtılan da zaten ülkenin birinci gündeminin bu olması gerektiğini, aksi halde sistemden doğan sıkıntıların husumetlere, husumetlerin krizlere dönüşeceğini açıkça gösteriyor. Ak Parti'de sistem ve anayasa değişikliği meselesinde elini korkak alıştıranlar varsa, onların da bir an evvel uyanmaları için alarm zilleri son kez çalıyor.
Ama gerçeğin bu olması, isimsiz yazılarla operasyon çekenlerin, doğruyla yanlışı, gerçekle yalan-dolanı karıştırıp beğenmediğini 'hain' ilan edenlerin yeni bir 'paralel' yapı gibi davranmaya başladıklarını görmezden gelmemize engel olmuyor. Ateş edecek kadar cesursan, imzanı atamayacak kadar korkak olamazsın kardeşim. Büyük harflerle 'REİS' yazmakla davaya katkı sunulmuyor. Buna yalakalık deniyor. Ve Erdoğan'a en büyük zararı bu tip eğreti popülistler veriyor.
Merve Şebnem Oruç'un, Yeni Şafak'ta "Ateş Edecek Kadar Yürekli, İmza Atmayacak Kadar Korkak" başlığıyla bugün ( 5 Mayıs 2016 yayınlanan yazısı şöyle:
Türkiye hiçbir şeyden çekmedi son yıllarda anonim sosyal medya hesaplarından çektiği kadar. Gezi'de sokakları galeyana getirmeyi amaçlayan küfür, hakaret ve yalan-dolanla dolu paylaşımlarla başlayan trend, Fethullah Gülen'in “tweet'leri ikiye katlama” talimatıyla ivme kazandı. 17-25 Aralık sonrası operasyon hesapları ardı ardına tapeler yayınladı, 'Haramzadeler' ve 'Acem Uşakları' gibi hesapların takipçi sayıları yüzbinlere ulaştı, Fuat Avni mahlaslı hesabınkiyse milyonlara. Seçilmiş iktidar, klavyeye dokunan ellerin kim olduğunu bilmediğimiz gizli hesaplar tarafından devrilmeye çalışıldı. “Adamsan çık ortaya” dedik, kimse çıkmadı.
Adli makamlar peşlerine düştü; zira işin hukuki, cezai yaptırım gerektiren bir tarafı da vardı. Çünkü sanal alem dediğiniz yer, her ne kadar kuralı kaidesi oturmamış, regülasyonları tamamlanmamış bir alan olsa da, edimlerinizin karşılığı olmayan bir mecra olamazdı. Ancak sosyal medya şirketleri, söz konusu operasyon hesaplarının kullanıcı bilgilerini Türkiye'deki mercilerle paylaşmadı. O zaman bu hesapların ardındakilerin küresel sermayenin kuklaları olduğuna bir kez daha emin olduk. Eski Türkiye'nin ana akım gazetelerinin iktidar devşiren manşetlerinin, Ergenekon'la başlayan davalar döneminin gizli tanıklarının yerini, yeni siyaset dizayn etme sürecinde anonim hesaplar almıştı. Ne söylediklerinin, ne iddia ettiklerinin, neleri ifşa ettiklerinin ve hangilerinin doğru hangilerinin yanlış olduğunun hiçbir kıymeti yoktu. Yüzünü göstermeye, adını söylemeye cesaret edemeyenin sözüne itibar edilmezdi. Bu millet de öyle yaptı.
Birkaç gün evvel isimsiz ve imzasız şekilde yayınlanan 'Pelikan Dosyası' başlıklı blogda paylaşılan yazıyı sizler de okumuşsunuzdur herhalde. Okumadıysanız da Davutoğlu'nun Salı günkü grup toplantısında verdiği tepkiden ortada büyük bir mesele olduğunu anlamışsınızdır. Bu yazı kaleme alınırken henüz başlamamış olan Erdoğan-Davutoğlu görüşmesinin heyecanla beklenmesi bile, malum yazının biriken gerilimi patlatan çivi olduğunu gösterir nitelikte.
“Hani çığlık atarsınız da kimse duymaz ya”, “Hani herkesin ortasında cinayet işlenir de kimse aldırmaz ya” diyerek feryat figan ortaya çıkan ve fakat ismini vermekten fena halde ürken Bay ya da Bayan Pelikan şöyle diyor: “Biraz da REİS için canını feda edecekler konuşsun mu?” Bize izin çıktı, demek Erdoğan için “Allah canımdan alsın, onun canına versin” diye hemen her gün dua eden biri olarak konuşabilirim. Ayrıca, çoğunluğun kafasını gömecek kum aradığı Gezi'nin ilk günlerinde, ismiyle açtığı blogda, Erdoğan'ı “bu işin sonunda ne olur”u düşünmeden savunmuş, dershaneler tartışmasında çoğunluk “Durun siz kardeşsiniz” derken “Ne fitnesi, ne hizmeti kardeşim, darbe geliyor darbe” diye yazıp çizmiş bir kişi olarak naçizane birkaç söz söylemeliyim. Zira bakıyorum da, malum yazıyı sosyal medyada paylaşan ya da destekleyenlerin bazıları, zamanında Gülencileri eleştirdiğimiz için bizi yerden yere vuran hatta Ergenekoncu ilan eden bazı kişiler, bazılarıysa Uludere'de Erdoğan'a tuzak kurulduğunu söylediğimiz için bize öfkelenip selamı sabahı kesenler... “Erdoğan'dan çok Erdoğancılık” yapan malum imzasız yazıyı beğendiğini belli edenlerden bazılarıysa, şaka gibi ama son dönemde “En çok Erdoğan diyenler, Erdoğan diye diye Erdoğan'a operasyon çekecekler” diyenler...
Söz konusu yazıda adı geçenlerin hiçbirini savunmayacağım. İçlerinde sevdiklerim de var, sevmediklerim de, tanımadıklarım da... Ayrıca hedef alınan isimler, deli sayıklamasına benzer bu manifestoya cevap verme gereği duyarlarsa bunu yapacaklardır eminim. Uzun süredir dedikodu kazanında kaynatılanlarla somut gerçekleri harmanlayıp bize servis eden yazının ana hedefi Davutoğlu'nu da savunmayacağım. Kendisi, bugüne kadar sorulan pek çok soruda ve yapılan pek çok ithamda olduğu gibi buradaki iddialara da uygun görürlerse cevap verecek, ya da vermeyecektir elbette. Üstelik, birkaç hafta önce hakkında bir yazı da kaleme aldığım, AP Başkanı Martin Schulz'un Erdoğan'ı hedef alan ifadelerine Başbakanlık'tan bir türlü verilmeyen cevap gibi, benim de duymayı beklediğim bazı cevaplar var. Ama hiçbir şey imzasız bir yazıyla iktidar tasfiye etme, siyaset dizayn etme girişimlerini meşru görmeyi getirmiyor beraberinde. Hem de Erdoğan'ın Cumhurbaşkanı seçilmesiyle Başbakanlık koltuğunu bırakmayı uygun gördüğü bir isme, Erdoğan'ı Erdoğan'dan çok sever ve düşünürmüş gibi bir kisveye bürünüp, kendi adını sanını veremeyecek kadar korkarak yine Erdoğan'ın ardına saklanan gizli hesaplar üzerinden operasyon çekmek nereden baksanız ödlekçe, namertçe.
Hele ki, bizi “Suriye bataklığı”na Erdoğan'a rağmen Davutoğlu'nun soktuğunu ima etmek, son üç yıldır verdiğimiz mücadelenin ruhuyla da, Erdoğan'ın Orta Doğu halklarının gözündeki imajıyla da, hatta yazının temelindeki “Küresel güçlerin yeni adamı Davutoğlu” mesajıyla da ters. Paralellerin ve Esadcıların ekmeğine yağ sürmesiyse cabası. Nereden tutsanız elinizde kalıyor açıkçası.
Cumhurbaşkanını halkın seçmesiyle sistemin fiili olarak değişeceğini, kağıt üzerindeki sistemle çelişeceğini ve bu durumun büyük sıkıntılar doğuracağını seçim öncesi bile çok kez konuşmuştuk. Bugün fiilen o sıkıntıları yaşarken dünkü öngörülerimizi nasıl unutuyoruz, insan gerçekten hayret ediyor. “Erdoğan-Davutoğlu kavgası” imiş gibi medyaya yansıtılan da zaten ülkenin birinci gündeminin bu olması gerektiğini, aksi halde sistemden doğan sıkıntıların husumetlere, husumetlerin krizlere dönüşeceğini açıkça gösteriyor. Ak Parti'de sistem ve anayasa değişikliği meselesinde elini korkak alıştıranlar varsa, onların da bir an evvel uyanmaları için alarm zilleri son kez çalıyor.
Ama gerçeğin bu olması, isimsiz yazılarla operasyon çekenlerin, doğruyla yanlışı, gerçekle yalan-dolanı karıştırıp beğenmediğini 'hain' ilan edenlerin yeni bir 'paralel' yapı gibi davranmaya başladıklarını görmezden gelmemize engel olmuyor. Ateş edecek kadar cesursan, imzanı atamayacak kadar korkak olamazsın kardeşim. Büyük harflerle 'REİS' yazmakla davaya katkı sunulmuyor. Buna yalakalık deniyor. Ve Erdoğan'a en büyük zararı bu tip eğreti popülistler veriyor.