Yeni Şafak yazarından 'sakallı diva' yorumu: TRT muhafazakar bir siyasetin temsilcisi, sorun ne?
'Kimse Bülent Ersoy ya da Zeki Müren örneklerini vermesin' diyen Özlem Albayrak, Ersoy ve Müren'in benzersiz yeteneklere ve derin bir adanmışlığa sahip olduğunu belirtti.
Yeni Şafak yazarı Özlem Albayrak, TRT Genel Müdürü İbrahim Eren’in Eurovision'a ilişkin, “Sakallı, etekli, cinsiyet kabul etmeyen, herhangi bir cinsiyeti olduğunu söylemeyen birini saat 21.00’de çocukların seyrettiği bir zamanda canlı yayınlayamam ki…” açıklamasına tepki gösterenlere, "TRT de muhafazakar bir siyasetin temsilcisi ve hedef kitlesi muhafazakarlarsa sorun ne?" sorusuyla karşılık verdi.
"Görece sevimli sayılabilecek Cochita Wurst..."
Yazar Albayrak, "Görece sevimli bile sayılabilecek" tanımlaması yaptığı sakallı diva lakaplı Cochita Wurst için, "Kadın ve erkek kimliğinin tek bir kimlik potasında eridiği bir “figür”den dünya ne bekleyebilir ki?" vurgusu yaparak Bülent Ersoy ve Zeki Müren'in Cochita Wurst meselesiyle anılmasına karşı çıktı.
'Kimse Bülent Ersoy ya da Zeki Müren örneklerini vermesin' diyen Albayrak, Ersoy ve Müren'in benzersiz yeteneklere ve derin bir adanmışlığa sahip olduğunu belirtti.
Sanatçıların cinsiyet kimliklerine rağmen sevildiğini kaydeden yazar, "Keza her ikisi de başka türlüsü mümkün olamayacak denli gerçek ve bir role sığamayacak kadar da kendileriydiler" dedi.
Yazarın "Sakallı Diva, yalnız ve sadece Sakallı Diva değildir" başlığıyla yayımlanan yazısı şöyle:
" 2014 yılında Eurovision Şarkı Yarışması’nı kazanan sakallı, etekli, Cochita Wurst, yarışmayı kazandığı yıl, kendi ülkesi olan Avusturya dahil dünyada çok tartışılmış, ama görüntüsünden geri adım atmayacağını beyan etmişti. Sakallı Diva adıyla da tanınan Wurst, eleştirilere karşı “cinsiyetiniz ve nereli olduğunuz üzerine konuşmak zorunda olmadığımız bir dünya hayali kuruyorum” diyerek kendini savunmuştu.
Aradan geçen 4 yılın ardından Wurst yeniden gündemde. Bu kez, Türkiye’de, TRT Genel Müdürü İbrahim Eren’in Eurovision Şarkı Yarışması’nın TRT’de neden yayınlanmayacağını anlatırken verdiği örnek nedeniyle: “Sakallı, etekli, cinsiyet kabul etmeyen, herhangi bir cinsiyeti olduğunu söylemeyen birini saat 21.00’de çocukların seyrettiği bir zamanda canlı yayınlayamam ki…”. Dünyanın herhangi bir bölgesinden bir muhafazakar söylese gayet haklı bulunacak bu sözler, AK Parti döneminde TRT’nin başında bulunan biri tarafından söylenince olması gerekenden daha büyük bir tepki çekti.
Oysa mesele basit, muhafazakarlar cinsiyet rollerinin birbirine evrilmesini ya da birbirinin içine girmesini kabul etmek istemezler. Çünkü bu, ailenin cenazesini kaldırmak anlamına gelir. Trump ABD’sinden Kıta Avrupası’na dek dünyanın her yerinden muhafazakarlar sözkonusu duruma aynı tepkiyi verir. Aile ortak paydadır ve aileyi korumak şarttır. Eh TRT de muhafazakar bir siyasetin temsilcisi ve hedef kitlesi muhafazakarlarsa sorun ne?
Ama aileye gelmeden önce cinsiyet rollerinin evrilmesine ve “Sakallı Diva” gibi kendi içinde çelişkili tamlamalarla anılan karakterlerin mecraların en popüler ve tartışmalı koltuklarını doldurmasına bakmak gerek. Zira günümüzde şöhretin formülü işini iyi yapmakla ya da bilgiyle alakalı değil. Günümüzde, ne kadar skandal o kadar rating; ne kadar çelişki o kadar takipçi; ne kadar aşırılık o kadar popülarite getiriyor.
Oysa ailenin devamı için, iki cinsi de kendi varlık alanında değerli gören bir bakış açısı ve hayat anlayışı gerekir. Oysa geldiğimiz noktada; insanoğlu, iki cinsin bileşimine, dolayısıyla cinsiyetsizliğe varıyor. Daha önceki Kadın dergisi sayılarından da birine yazdığım gibi, ailenin dönüşümünde ilk olarak geleneksel roller değişti; kadın kamusal alanda erkekle eşit bir konum talep edince ilk etapta kadınlar ve erkeklerin dövüşmesi sözkonusu oldu. Ama geldiğimiz noktada artık onları birbiriyle kavga ettiren bakış açısı geçerliliğini yitirmiş durumda; sırayı iki cins arasındaki tüm farklılıkları törpüleyerek karşı cinsi taklit eden, dolayısıyla giderek cinsiyetsizleşen yeni bir prototip almaya başladı… Virginia Woolf’un Orlando karakteri gibi. Hem erkeğe hem kadına benzeyen, ne erkeğe ne de kadına benzeyen; kitabın ilk yarısında erkek olup, ikinci yarısında kadın olan Orlando gibi… Virginia Woolf, androjen karakteri Orlando üzerinden toplumdaki geleneksel erillik ve dişillik rollerine itiraz ediyor ve bu yolla feminist bir dil geliştirmeye çalışıyordu ama geldiğimiz noktada, sanırım işler çığırından bir parça çıkmış durumda.
Kimse Bülent Ersoy ya da Zeki Müren örneklerini vermesin. Bu iki toplumsal figür, o kadar benzersiz yeteneklere, öylesine derin bir adanmışlığa sahiptiler ki, cinsiyet kimlikleri nedeniyle değil, cinsiyet kimliklerine rağmen Türk halkı tarafından sevildiler, kabul gördüler. Keza her ikisi de başka türlüsü mümkün olamayacak denli gerçek ve bir role sığamayacak kadar da kendileriydiler.
Oysa bugün gördüğümüz ne kadın ne de erkek olan “proje” kimlikler; yükselen değerleri göstermesi açısından önemli olduğu kadar, geleneksel aile modelinin de ölümünü temsil etmesiyle tehlike çanları anlamına geliyor. Bu manzaranın temel nedenleri ise: 1-Toplumun küreselleşmesi, 2-Küresel toplumda yükselen ve yaygınlaşan teknoloji 3-Ailedeki cinsiyetler arası geleneksel işbölümünün dönüşmesi ve feminist hareketin yükselmesi. Tarih, sonuçlarını belki de henüz görmeye başlamadığımız derecede geniş ve travmatik bir kırılmaya uğradı. Aile çözüldü, üretmeyen ama tüketen cinsellik moda oldu. Geleneksel iktidarını kaybeden erkek, zayıfladı, kararsızlaştı; kadın ise aksine güç ve özgüven kazandı; cinsel kimlikler esnekleşti, homojenleşti. Evdeki otorite figürü olan paternalist baba kaybolunca da, ortaya başıboş bir bireysellik ve özgürlük çıktı.
Sonuçta tartışılan, itiraz edilen konu, Sakallı Diva lakaplı Cochita Wurst’ün görece sevimli bile sayılabilecek görüntüsünden ibaret değil aslında; binlerce yıllık geleneklerin son 50 yılda neredeyse birdenbire ortadan kaybolması sonrası insanoğlunun karşılaşacağı yeni duruma yönelik haklı tedirginliği. Düşünsenize, kadın ve erkek kimliklerinin ortadan kalktığı bir dünya nasıl bir dünya olur ki? Kadın ve erkek kimliğinin tek bir kimlik potasında eridiği bir “figür”den dünya ne bekleyebilir ki?
Sözün özü, hiç kimse “Sakallı kadını çocuklarımıza izletmek istemiyoruz” endişesini çok görmesin! Hatta o endişeden mümkünse bir parça edinsin."
"Görece sevimli sayılabilecek Cochita Wurst..."
Yazar Albayrak, "Görece sevimli bile sayılabilecek" tanımlaması yaptığı sakallı diva lakaplı Cochita Wurst için, "Kadın ve erkek kimliğinin tek bir kimlik potasında eridiği bir “figür”den dünya ne bekleyebilir ki?" vurgusu yaparak Bülent Ersoy ve Zeki Müren'in Cochita Wurst meselesiyle anılmasına karşı çıktı.
'Kimse Bülent Ersoy ya da Zeki Müren örneklerini vermesin' diyen Albayrak, Ersoy ve Müren'in benzersiz yeteneklere ve derin bir adanmışlığa sahip olduğunu belirtti.
Sanatçıların cinsiyet kimliklerine rağmen sevildiğini kaydeden yazar, "Keza her ikisi de başka türlüsü mümkün olamayacak denli gerçek ve bir role sığamayacak kadar da kendileriydiler" dedi.
Yazarın "Sakallı Diva, yalnız ve sadece Sakallı Diva değildir" başlığıyla yayımlanan yazısı şöyle:
" 2014 yılında Eurovision Şarkı Yarışması’nı kazanan sakallı, etekli, Cochita Wurst, yarışmayı kazandığı yıl, kendi ülkesi olan Avusturya dahil dünyada çok tartışılmış, ama görüntüsünden geri adım atmayacağını beyan etmişti. Sakallı Diva adıyla da tanınan Wurst, eleştirilere karşı “cinsiyetiniz ve nereli olduğunuz üzerine konuşmak zorunda olmadığımız bir dünya hayali kuruyorum” diyerek kendini savunmuştu.
Aradan geçen 4 yılın ardından Wurst yeniden gündemde. Bu kez, Türkiye’de, TRT Genel Müdürü İbrahim Eren’in Eurovision Şarkı Yarışması’nın TRT’de neden yayınlanmayacağını anlatırken verdiği örnek nedeniyle: “Sakallı, etekli, cinsiyet kabul etmeyen, herhangi bir cinsiyeti olduğunu söylemeyen birini saat 21.00’de çocukların seyrettiği bir zamanda canlı yayınlayamam ki…”. Dünyanın herhangi bir bölgesinden bir muhafazakar söylese gayet haklı bulunacak bu sözler, AK Parti döneminde TRT’nin başında bulunan biri tarafından söylenince olması gerekenden daha büyük bir tepki çekti.
Oysa mesele basit, muhafazakarlar cinsiyet rollerinin birbirine evrilmesini ya da birbirinin içine girmesini kabul etmek istemezler. Çünkü bu, ailenin cenazesini kaldırmak anlamına gelir. Trump ABD’sinden Kıta Avrupası’na dek dünyanın her yerinden muhafazakarlar sözkonusu duruma aynı tepkiyi verir. Aile ortak paydadır ve aileyi korumak şarttır. Eh TRT de muhafazakar bir siyasetin temsilcisi ve hedef kitlesi muhafazakarlarsa sorun ne?
Ama aileye gelmeden önce cinsiyet rollerinin evrilmesine ve “Sakallı Diva” gibi kendi içinde çelişkili tamlamalarla anılan karakterlerin mecraların en popüler ve tartışmalı koltuklarını doldurmasına bakmak gerek. Zira günümüzde şöhretin formülü işini iyi yapmakla ya da bilgiyle alakalı değil. Günümüzde, ne kadar skandal o kadar rating; ne kadar çelişki o kadar takipçi; ne kadar aşırılık o kadar popülarite getiriyor.
Oysa ailenin devamı için, iki cinsi de kendi varlık alanında değerli gören bir bakış açısı ve hayat anlayışı gerekir. Oysa geldiğimiz noktada; insanoğlu, iki cinsin bileşimine, dolayısıyla cinsiyetsizliğe varıyor. Daha önceki Kadın dergisi sayılarından da birine yazdığım gibi, ailenin dönüşümünde ilk olarak geleneksel roller değişti; kadın kamusal alanda erkekle eşit bir konum talep edince ilk etapta kadınlar ve erkeklerin dövüşmesi sözkonusu oldu. Ama geldiğimiz noktada artık onları birbiriyle kavga ettiren bakış açısı geçerliliğini yitirmiş durumda; sırayı iki cins arasındaki tüm farklılıkları törpüleyerek karşı cinsi taklit eden, dolayısıyla giderek cinsiyetsizleşen yeni bir prototip almaya başladı… Virginia Woolf’un Orlando karakteri gibi. Hem erkeğe hem kadına benzeyen, ne erkeğe ne de kadına benzeyen; kitabın ilk yarısında erkek olup, ikinci yarısında kadın olan Orlando gibi… Virginia Woolf, androjen karakteri Orlando üzerinden toplumdaki geleneksel erillik ve dişillik rollerine itiraz ediyor ve bu yolla feminist bir dil geliştirmeye çalışıyordu ama geldiğimiz noktada, sanırım işler çığırından bir parça çıkmış durumda.
Kimse Bülent Ersoy ya da Zeki Müren örneklerini vermesin. Bu iki toplumsal figür, o kadar benzersiz yeteneklere, öylesine derin bir adanmışlığa sahiptiler ki, cinsiyet kimlikleri nedeniyle değil, cinsiyet kimliklerine rağmen Türk halkı tarafından sevildiler, kabul gördüler. Keza her ikisi de başka türlüsü mümkün olamayacak denli gerçek ve bir role sığamayacak kadar da kendileriydiler.
Oysa bugün gördüğümüz ne kadın ne de erkek olan “proje” kimlikler; yükselen değerleri göstermesi açısından önemli olduğu kadar, geleneksel aile modelinin de ölümünü temsil etmesiyle tehlike çanları anlamına geliyor. Bu manzaranın temel nedenleri ise: 1-Toplumun küreselleşmesi, 2-Küresel toplumda yükselen ve yaygınlaşan teknoloji 3-Ailedeki cinsiyetler arası geleneksel işbölümünün dönüşmesi ve feminist hareketin yükselmesi. Tarih, sonuçlarını belki de henüz görmeye başlamadığımız derecede geniş ve travmatik bir kırılmaya uğradı. Aile çözüldü, üretmeyen ama tüketen cinsellik moda oldu. Geleneksel iktidarını kaybeden erkek, zayıfladı, kararsızlaştı; kadın ise aksine güç ve özgüven kazandı; cinsel kimlikler esnekleşti, homojenleşti. Evdeki otorite figürü olan paternalist baba kaybolunca da, ortaya başıboş bir bireysellik ve özgürlük çıktı.
Sonuçta tartışılan, itiraz edilen konu, Sakallı Diva lakaplı Cochita Wurst’ün görece sevimli bile sayılabilecek görüntüsünden ibaret değil aslında; binlerce yıllık geleneklerin son 50 yılda neredeyse birdenbire ortadan kaybolması sonrası insanoğlunun karşılaşacağı yeni duruma yönelik haklı tedirginliği. Düşünsenize, kadın ve erkek kimliklerinin ortadan kalktığı bir dünya nasıl bir dünya olur ki? Kadın ve erkek kimliğinin tek bir kimlik potasında eridiği bir “figür”den dünya ne bekleyebilir ki?
Sözün özü, hiç kimse “Sakallı kadını çocuklarımıza izletmek istemiyoruz” endişesini çok görmesin! Hatta o endişeden mümkünse bir parça edinsin."