YENİ ŞAFAK YAZARINDAN GÜLEN İDDİASI! CEMAAT VE AK PARTİ!
Yeni Şafak yazarı Özlem Albayrak, ilginç bir yazı ile Ak Parti ile Gülen Cemaati arasındaki gerilim iddialarına destek verdi.
Hükümet ile Cemaat arasındaki çatlağın ispatını Yeni Şafak yazarı Özlem Albayrak bakın hangi iddiaya dayandırıyor.
İşte Özlem Albayrak’ın o yazısı...
Cemaat ve AK Parti
Bir süredir konuşuluyordu zaten. Varlığının emareleri, dost meclislerindeki, telefon sohbetlerindeki, meslektaş ortamlarındaki fısıltılarla kulaktan kulağa aktarılıyordu ve sonu hayr olmayan her haber gibi, ortalığa dökülmesi için uzun zaman beklemek gerekmedi. AK Parti ve cemaat arasında baş gösterdiği ya da baş göstermesine ramak kaldığı düşünülen çatlak/ayrışma ihtimalinden sözediyorum.
Öyle bir çatlak ihtimali ki bu; varlığı tescillendiği takdirde ortak enerjiyi boşa akıtabilecek, birlikten doğan gücün ve ivmenin köküne kibrit suyu dökebilecek, Türkiye’nin yüzyılda bir yakaladığı demokratikleşme macerasını akamete belki, ama inkitaya kesinkes uğratabilecek etkilerinin ortaya çıkması, an meselesi olabilir.
Bir süredir gazete sütunlarında, tv ekranlarında tartışılmaya başlanan bu savın tamamen mesnetsiz iddialardan kaynakladığını düşünmüyorum bendeniz. Her ne kadar, hem AK Parti’ye yakın olan ve hem de cemaat mensubu olan pek çok kalem böylesi bir ayrışma ya da çatlağı inkar eden cümleler kursa da, bunların en fazla temenni mahiyetinden öte gitmediğini; "yok öyle bir ayrışma" yazılarının, meseleyi köpürtmemek için bilinçli bir tavır ve kaygı sonucu yazıldığını düşünenlerdenim.
Oysa, bırakın bizzat şahitlik ettiğiniz belirleyici ve fikir verici vakaları, dışarıdan bakan ortalama bir izleyici için bile manzara o kadar net ki...
Fethullah Gülen Hocaefendi’nin geçtiğimiz Mayıs ayında Kastamonu mitingi sonrasında Başbakan Erdoğan’ın konvoyuna yapılan saldırıyı kınayarak "Cenab-ı Allah’tan Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan’ı bu millete bağışlamasını..." diye başlayan bir geçmiş olsun mesajı yayınlarken; Başbakan’ı günlerce evine bağlayan, geçirdiği ciddi operasyon sonrası Pensilvanya’dan tek bir cümle çıkmaması, durumu anlamak için elimize yeter miktarda done veriyor. Şike yasası konusundaki tartışmaları sözkonusu etmiyorum bile..
Ayrışma var gibi gözüküyor evet, ancak bendeniz bu ayrışmanın nedenleriyle ilgili değilim. Meselenin bu noktaya varışı, iki güç arasındaki iktidar savaşı deyip geçemeyeceğimiz ölçüde, sofistike ve ulvi amaçlardan neşet ediyor da olabilir. Nitekim, bu ayrışmada, siyaseti belirleme hakkını ve erkini elinde tutmak isteyen hükümetin memleketin geleceğiyle ilgili halis niyetinden şüphe duymadığım gibi; dış politika stratejisi başta olmak üzere bazı noktalarda hükümetin icraatlarını eleştiriyor gibi gözüken cemaatin de kendini değil, memleketi amaçlayan niyetinden şüphe duyuyor değilim. Ama birin içindeki unsurların hedeflerinin ayrışması, kendini amaçlamaya varabilir.
Bu yüzden meselenin; köpürtüldüğü kadar olmasa da nüve itibariyle var olduğunu düşündüğüm bu ayrışmanın büyümesi, keskinleşmesi ve derinleşmesi durumunda, bütün Türkiye olarak karşı karşıya kalabileceklerimiz bahsindeyim.
Çünkü dünkü Zaman’da (12.12.2011) Ekrem Dumanlı’nın "Maazallah" başlığı altında Birand’ın itiraflarından çıkarak hepimize hatırlattığı gibi; "...Kadim medyanın bir bölümü silahların gölgesinde gazetecilik yapmayı, muhafazakar bir iktidarın demokratik reformlar yapmasına tercih eder, ediyor." Sadece medya olsa iyi, bu ülkenin hala "nerede o eski güzel günler" diye yana döne dolaşan daha çok vesayeti daha çok kazanmaya tercih eden sermaye grupları, henüz tasfiyesi tamamlanmamış bürokrasisi ve rahatsız genç subaylarla dolu bir ordusu var. Hala.
Yani, demokratikleştik, demokratikleşiyoruz diye sevinirken üstünden geçtiğiniz köprünün, tam ortasına gelmişken çökmesi ihtimali var. Biraz zayıflık, azıcık zafiyet, bir parça takatsizlik bekleyen, nehrin kenarına sotelenmiş az biraz şaşırmışlık gözleyenler var.
Tam da; şu kesimden bu gruptan; şu cemaatten bu partiden, şu örgütten bu yapılanmadan; Türkiye’nin darbe günlerine ve vesayet rejimine dönmesini istemeyen ne kadar insan-grup varsa topyekün bir amaç etrafında halelenmesi ve oldukça zorlu bu yolda birbirine destek olması beklenirken çıkan bu ayrışma tartışmaları insanı umutsuzluğa sürüklüyor. Bu hesapların büyük resim yanında nasıl da ufacık kaldığını bir kez daha göz önüne seriyor.
Cemaate Başbakan –boşa çaba, Başbakan Erdoğan, Başbakan Erdoğan’dır- dışında üstüne oynanacak isim öğütlüyenler; hükümete de kadrolaşma saikiyle endişe öğütleyenler ya da liberalleri farklı gerekçelerle desteğini çekmeye ikna çabalarına girişenler şunu bilsinler ki; bunun adı kendi ayağına sıkmaktır. Emin olsunlar ki, henüz kökü kurumamış, cansuyu çekilmemiş vesayetin –maazallah- geri dönmesi ihtimalinde hepsi beraber, yanyana fotoğraf çektirecekler.
Ayrıca şu bir realitedir: Ortak toplumsal amaçlarla yola revan olanların amaçlarının kendilerine yönelmesi bencilliğe düştüklerinin resmidir ve bencillik çürümenin birinci evresidir. Gurur, kibir, kıskançlık ardı sıra gelir. Ondan sonrası artık ayrıştığınla birlikte kendini imha etme sürecidir. Ama dünya çapında bir cemaat ol, ama yüzde 50 oy almış kudretli bir siyasi parti, bu böyledir. Çok pardon, böyle gördüm ve böyle söyledim.
İşte Özlem Albayrak’ın o yazısı...
Cemaat ve AK Parti
Bir süredir konuşuluyordu zaten. Varlığının emareleri, dost meclislerindeki, telefon sohbetlerindeki, meslektaş ortamlarındaki fısıltılarla kulaktan kulağa aktarılıyordu ve sonu hayr olmayan her haber gibi, ortalığa dökülmesi için uzun zaman beklemek gerekmedi. AK Parti ve cemaat arasında baş gösterdiği ya da baş göstermesine ramak kaldığı düşünülen çatlak/ayrışma ihtimalinden sözediyorum.
Öyle bir çatlak ihtimali ki bu; varlığı tescillendiği takdirde ortak enerjiyi boşa akıtabilecek, birlikten doğan gücün ve ivmenin köküne kibrit suyu dökebilecek, Türkiye’nin yüzyılda bir yakaladığı demokratikleşme macerasını akamete belki, ama inkitaya kesinkes uğratabilecek etkilerinin ortaya çıkması, an meselesi olabilir.
Bir süredir gazete sütunlarında, tv ekranlarında tartışılmaya başlanan bu savın tamamen mesnetsiz iddialardan kaynakladığını düşünmüyorum bendeniz. Her ne kadar, hem AK Parti’ye yakın olan ve hem de cemaat mensubu olan pek çok kalem böylesi bir ayrışma ya da çatlağı inkar eden cümleler kursa da, bunların en fazla temenni mahiyetinden öte gitmediğini; "yok öyle bir ayrışma" yazılarının, meseleyi köpürtmemek için bilinçli bir tavır ve kaygı sonucu yazıldığını düşünenlerdenim.
Oysa, bırakın bizzat şahitlik ettiğiniz belirleyici ve fikir verici vakaları, dışarıdan bakan ortalama bir izleyici için bile manzara o kadar net ki...
Fethullah Gülen Hocaefendi’nin geçtiğimiz Mayıs ayında Kastamonu mitingi sonrasında Başbakan Erdoğan’ın konvoyuna yapılan saldırıyı kınayarak "Cenab-ı Allah’tan Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan’ı bu millete bağışlamasını..." diye başlayan bir geçmiş olsun mesajı yayınlarken; Başbakan’ı günlerce evine bağlayan, geçirdiği ciddi operasyon sonrası Pensilvanya’dan tek bir cümle çıkmaması, durumu anlamak için elimize yeter miktarda done veriyor. Şike yasası konusundaki tartışmaları sözkonusu etmiyorum bile..
Ayrışma var gibi gözüküyor evet, ancak bendeniz bu ayrışmanın nedenleriyle ilgili değilim. Meselenin bu noktaya varışı, iki güç arasındaki iktidar savaşı deyip geçemeyeceğimiz ölçüde, sofistike ve ulvi amaçlardan neşet ediyor da olabilir. Nitekim, bu ayrışmada, siyaseti belirleme hakkını ve erkini elinde tutmak isteyen hükümetin memleketin geleceğiyle ilgili halis niyetinden şüphe duymadığım gibi; dış politika stratejisi başta olmak üzere bazı noktalarda hükümetin icraatlarını eleştiriyor gibi gözüken cemaatin de kendini değil, memleketi amaçlayan niyetinden şüphe duyuyor değilim. Ama birin içindeki unsurların hedeflerinin ayrışması, kendini amaçlamaya varabilir.
Bu yüzden meselenin; köpürtüldüğü kadar olmasa da nüve itibariyle var olduğunu düşündüğüm bu ayrışmanın büyümesi, keskinleşmesi ve derinleşmesi durumunda, bütün Türkiye olarak karşı karşıya kalabileceklerimiz bahsindeyim.
Çünkü dünkü Zaman’da (12.12.2011) Ekrem Dumanlı’nın "Maazallah" başlığı altında Birand’ın itiraflarından çıkarak hepimize hatırlattığı gibi; "...Kadim medyanın bir bölümü silahların gölgesinde gazetecilik yapmayı, muhafazakar bir iktidarın demokratik reformlar yapmasına tercih eder, ediyor." Sadece medya olsa iyi, bu ülkenin hala "nerede o eski güzel günler" diye yana döne dolaşan daha çok vesayeti daha çok kazanmaya tercih eden sermaye grupları, henüz tasfiyesi tamamlanmamış bürokrasisi ve rahatsız genç subaylarla dolu bir ordusu var. Hala.
Yani, demokratikleştik, demokratikleşiyoruz diye sevinirken üstünden geçtiğiniz köprünün, tam ortasına gelmişken çökmesi ihtimali var. Biraz zayıflık, azıcık zafiyet, bir parça takatsizlik bekleyen, nehrin kenarına sotelenmiş az biraz şaşırmışlık gözleyenler var.
Tam da; şu kesimden bu gruptan; şu cemaatten bu partiden, şu örgütten bu yapılanmadan; Türkiye’nin darbe günlerine ve vesayet rejimine dönmesini istemeyen ne kadar insan-grup varsa topyekün bir amaç etrafında halelenmesi ve oldukça zorlu bu yolda birbirine destek olması beklenirken çıkan bu ayrışma tartışmaları insanı umutsuzluğa sürüklüyor. Bu hesapların büyük resim yanında nasıl da ufacık kaldığını bir kez daha göz önüne seriyor.
Cemaate Başbakan –boşa çaba, Başbakan Erdoğan, Başbakan Erdoğan’dır- dışında üstüne oynanacak isim öğütlüyenler; hükümete de kadrolaşma saikiyle endişe öğütleyenler ya da liberalleri farklı gerekçelerle desteğini çekmeye ikna çabalarına girişenler şunu bilsinler ki; bunun adı kendi ayağına sıkmaktır. Emin olsunlar ki, henüz kökü kurumamış, cansuyu çekilmemiş vesayetin –maazallah- geri dönmesi ihtimalinde hepsi beraber, yanyana fotoğraf çektirecekler.
Ayrıca şu bir realitedir: Ortak toplumsal amaçlarla yola revan olanların amaçlarının kendilerine yönelmesi bencilliğe düştüklerinin resmidir ve bencillik çürümenin birinci evresidir. Gurur, kibir, kıskançlık ardı sıra gelir. Ondan sonrası artık ayrıştığınla birlikte kendini imha etme sürecidir. Ama dünya çapında bir cemaat ol, ama yüzde 50 oy almış kudretli bir siyasi parti, bu böyledir. Çok pardon, böyle gördüm ve böyle söyledim.