Yeni Şafak yazarından Arınç'a çok sert tepki! Hem her krizde yok ol, hem de...
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'ı ağır ifadelerle eleştiren Markar Esayan çok sert bir yazı kaleme aldı.
Yeni Şafak yazarı Markar Eseyan, geçtiğimiz günlerde "Toplumun yüzde 50'si AK Parti'den nefret ediyor" açıklaması ile tartışmaya yol açan Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'ı ağır ifadelerle eleştirerek, "Hem her krizde ortadan yok olacak, aslansın kaplansın diye Erdoğan’ı öne sürecek, hem de fırtına biraz dinince, “yüzde elli bizden nefret ediyor” diye mızmızlanacaksınız" dedi.
Esayan'ın Yeni Şafak'ta "Bir söylem mühendisliği olarak kutuplaşma/otoriterlik..." başlığıyla yayımlanan (18 Şubat 2015) yazısı şöyle:
Bir yol ayrımına daha geldiğimiz kesin. 13 yıllık maraton esnasında da birçok yol ayrımı yaşadık. Şu ana kadar kamyonu devirmeden gelebildik; açıkçası sürücü koltuğunda Erdoğan, Co-Pilot halk olmasaydı, o kamyon daha 2007 yılında devrilebilirdi.
Ama doğrusu, Erdoğan’ı “vatana ihanet”ten hapse atmayı hedefleyen 7 Şubat Darbesi’nden itibaren durum çok daha tehlikeli bir faza girdi.
O faz devam ediyor. Ciddiyetinden hiçbir şey kaybetmiş değil.
Bu ciddiyetin yeteri kadar anlaşılamadığını düşünüyorum.
Belli ki paralel yapı, dindar bir kamuflaja bürünerek ulusalcılardan vesayeti üstlenme görevi almış. Bu esnada Erdoğan’ın zamanı gelince hal edilecek bir “teferruat” olduğu düşünülmüş...
Kendisi ile hiç yüz yüze görüşüp fikrini sorma fırsatım olmadı; lakin muhtemelen Erdoğan bu durumu kısmen fark etmiş, ama o fark ettiği kısmı bile devasa olduğu için güçlenmeyi beklemişti. 17/25 Aralık’tan sonra gördük ki, ülkede Erdoğan ve tabanı dışında fethetmedikleri bir parti, medya, STK, bürokratik kurum vs. kalmamış.
Hatta AK Parti’nin içinde de epey etkin olmuşlar. Medya dahil.
Ancak 7 Şubat 2012 tarihine doğru, Erdoğan’ın verdiği birtakım işaretler sürek avını başlatmış.
Genelkurmay Elektronik Sistemleri’nin (Türkiye’nin en gelişmiş bölge dinleme/izleme sistemi) paralel emniyete değil, MİT’e bağlanması, MİT’e yeteri kadar sızılamaması, istenen kişinin müsteşar atanmaması, Başbakan Erdoğan’ın kudretli emniyetçi amirlerin soruşturulmasını isteyen Dink cinayeti BTK raporuna olur vermesi, Çözüm Süreci’ni Olso provokasyonundan sonra yeniden başlatma iradesi, İsrail’e tavizsiz siyaset, bağımsız ekonomi vs.
Erdoğan’ı özel kılan, hamlelerini zekice kurgulaması, acele etmemesi, zamanı geldiğinde de adım atmakta tereddüt göstermemesi. Ama bunların ötesinde, Erdoğan Gezi’de ve 17/25 Aralık’ta (çevresindeki “aklı karışanların” “biraz yumuşa” öğütlerine uyup) gardını hiç indirmemiş olması.
Erdoğan gardını indirmedi ama zamanı gelince yapması gereken düzeltmeleri de yaptı. Eğer Gezi veya 17/25 Aralık’ta en küçük bir tereddüt veya zaaf gösterseydi, hikâye çok başka türlü yazılmış olacaktı. Yutkunup o hikâyeyi onaylamak, sıradaki büyük lideri beklemek zorunda kalacaktık.
Bu kirli, tehlikeli ve çok çirkin bir egemenlik kavgası... 13 yıldır medya ordusu ve dizayn edilmiş muhalefet partileri ile ulusalcı/laikçi kesimleri çıldırttılar. Alevileri kışkırttılar. Kürtleri sokağa dökmek için her türlü kepazeliği yaptılar.
Ülkeyi geren de, kutuplaşmayı yaratan Erdoğan değil. O sadece kendisine teslim edilmiş halk iradesini koruyor. On kişinin üzerine demir çubuklarla çullandığı bir insana göre oldukça kibar olduğu söylenebilir.
Erdoğan, seçmenlerinin en doğal hakkı başörtüsü serbestisi için bile 10 yıl beklemek zorunda kaldı. Partisi az daha kapatılıyordu. Her gün sayısız nefret suçu işleyen dış/iç medyanın saldırısı bir gün ara vermedi. (Umarım iyi korunuyordur.)
Bu bir egemenlik kavgası. Kutuplaşma bu kavganın doğasında var. Hadi daha açık konuşalım; bu düşük yoğunluklu bir içsavaş. Her devrim öncesi ve sırasında yaşandığı gibi... Dua edin ki, böyle şiddetli bir dönüşümü Erdoğan gibi bir lider ve laikçilerden çok daha sabırlı/olgun dindar taban sayesinde neredeyse sıfır kayıpla atlatıyoruz. Aynı anda yüz kat büyüyoruz.
El insaf!
Hem her krizde ortadan yok olacak, aslansın kaplansın diye Erdoğan’ı öne sürecek, hem de fırtına biraz dinince, “yüzde elli bizden nefret ediyor” diye mızmızlanacaksınız.
O zaman yüzde 76 da CHP’den nefret ediyor, ne yapalım?
“Kutuplaşma”, “sertlik”, “çatışma”, “yolsuzluk” söylemleri ile dindarları hedefleyen ciddi bir söylem baskısı kuruldu. Bu öyle bir baskı ki, asıl hedefi Erdoğan’ın üzerindeki güç yoğunlaşmasını dağıtmak. Çünkü o yoğunlaşma sayesinde muazzam engeller aşıldı. Bu baskıya karşı uyanık olmak gerek.
Çünkü bu kavganın şakası yok. Yeni anayasa ve başkanlık sistemine geçip, tüm devlet kurumlarını halka zimmetlemeden de bu kavga sona ermez, risk bitmez.
Bu insanları çıldırtanlar, kutuplaşmayı yaratanlar, kavgayı ilelebet kaybettiklerine ikna olmadan tansiyonu düşürmeyecekler. Gardınızı indirdiğiniz anda da şahı indirecekler.
Bunun reçetesi de yeni anayasa ve başkanlık sistemi.
Başkanı halk seçer, parlamentoyu halk seçer, yargıyı halk seçer ve vesayet tarihe havale edilir.
Bu kadar basit.
Esayan'ın Yeni Şafak'ta "Bir söylem mühendisliği olarak kutuplaşma/otoriterlik..." başlığıyla yayımlanan (18 Şubat 2015) yazısı şöyle:
Bir yol ayrımına daha geldiğimiz kesin. 13 yıllık maraton esnasında da birçok yol ayrımı yaşadık. Şu ana kadar kamyonu devirmeden gelebildik; açıkçası sürücü koltuğunda Erdoğan, Co-Pilot halk olmasaydı, o kamyon daha 2007 yılında devrilebilirdi.
Ama doğrusu, Erdoğan’ı “vatana ihanet”ten hapse atmayı hedefleyen 7 Şubat Darbesi’nden itibaren durum çok daha tehlikeli bir faza girdi.
O faz devam ediyor. Ciddiyetinden hiçbir şey kaybetmiş değil.
Bu ciddiyetin yeteri kadar anlaşılamadığını düşünüyorum.
Belli ki paralel yapı, dindar bir kamuflaja bürünerek ulusalcılardan vesayeti üstlenme görevi almış. Bu esnada Erdoğan’ın zamanı gelince hal edilecek bir “teferruat” olduğu düşünülmüş...
Kendisi ile hiç yüz yüze görüşüp fikrini sorma fırsatım olmadı; lakin muhtemelen Erdoğan bu durumu kısmen fark etmiş, ama o fark ettiği kısmı bile devasa olduğu için güçlenmeyi beklemişti. 17/25 Aralık’tan sonra gördük ki, ülkede Erdoğan ve tabanı dışında fethetmedikleri bir parti, medya, STK, bürokratik kurum vs. kalmamış.
Hatta AK Parti’nin içinde de epey etkin olmuşlar. Medya dahil.
Ancak 7 Şubat 2012 tarihine doğru, Erdoğan’ın verdiği birtakım işaretler sürek avını başlatmış.
Genelkurmay Elektronik Sistemleri’nin (Türkiye’nin en gelişmiş bölge dinleme/izleme sistemi) paralel emniyete değil, MİT’e bağlanması, MİT’e yeteri kadar sızılamaması, istenen kişinin müsteşar atanmaması, Başbakan Erdoğan’ın kudretli emniyetçi amirlerin soruşturulmasını isteyen Dink cinayeti BTK raporuna olur vermesi, Çözüm Süreci’ni Olso provokasyonundan sonra yeniden başlatma iradesi, İsrail’e tavizsiz siyaset, bağımsız ekonomi vs.
Erdoğan’ı özel kılan, hamlelerini zekice kurgulaması, acele etmemesi, zamanı geldiğinde de adım atmakta tereddüt göstermemesi. Ama bunların ötesinde, Erdoğan Gezi’de ve 17/25 Aralık’ta (çevresindeki “aklı karışanların” “biraz yumuşa” öğütlerine uyup) gardını hiç indirmemiş olması.
Erdoğan gardını indirmedi ama zamanı gelince yapması gereken düzeltmeleri de yaptı. Eğer Gezi veya 17/25 Aralık’ta en küçük bir tereddüt veya zaaf gösterseydi, hikâye çok başka türlü yazılmış olacaktı. Yutkunup o hikâyeyi onaylamak, sıradaki büyük lideri beklemek zorunda kalacaktık.
Bu kirli, tehlikeli ve çok çirkin bir egemenlik kavgası... 13 yıldır medya ordusu ve dizayn edilmiş muhalefet partileri ile ulusalcı/laikçi kesimleri çıldırttılar. Alevileri kışkırttılar. Kürtleri sokağa dökmek için her türlü kepazeliği yaptılar.
Ülkeyi geren de, kutuplaşmayı yaratan Erdoğan değil. O sadece kendisine teslim edilmiş halk iradesini koruyor. On kişinin üzerine demir çubuklarla çullandığı bir insana göre oldukça kibar olduğu söylenebilir.
Erdoğan, seçmenlerinin en doğal hakkı başörtüsü serbestisi için bile 10 yıl beklemek zorunda kaldı. Partisi az daha kapatılıyordu. Her gün sayısız nefret suçu işleyen dış/iç medyanın saldırısı bir gün ara vermedi. (Umarım iyi korunuyordur.)
Bu bir egemenlik kavgası. Kutuplaşma bu kavganın doğasında var. Hadi daha açık konuşalım; bu düşük yoğunluklu bir içsavaş. Her devrim öncesi ve sırasında yaşandığı gibi... Dua edin ki, böyle şiddetli bir dönüşümü Erdoğan gibi bir lider ve laikçilerden çok daha sabırlı/olgun dindar taban sayesinde neredeyse sıfır kayıpla atlatıyoruz. Aynı anda yüz kat büyüyoruz.
El insaf!
Hem her krizde ortadan yok olacak, aslansın kaplansın diye Erdoğan’ı öne sürecek, hem de fırtına biraz dinince, “yüzde elli bizden nefret ediyor” diye mızmızlanacaksınız.
O zaman yüzde 76 da CHP’den nefret ediyor, ne yapalım?
“Kutuplaşma”, “sertlik”, “çatışma”, “yolsuzluk” söylemleri ile dindarları hedefleyen ciddi bir söylem baskısı kuruldu. Bu öyle bir baskı ki, asıl hedefi Erdoğan’ın üzerindeki güç yoğunlaşmasını dağıtmak. Çünkü o yoğunlaşma sayesinde muazzam engeller aşıldı. Bu baskıya karşı uyanık olmak gerek.
Çünkü bu kavganın şakası yok. Yeni anayasa ve başkanlık sistemine geçip, tüm devlet kurumlarını halka zimmetlemeden de bu kavga sona ermez, risk bitmez.
Bu insanları çıldırtanlar, kutuplaşmayı yaratanlar, kavgayı ilelebet kaybettiklerine ikna olmadan tansiyonu düşürmeyecekler. Gardınızı indirdiğiniz anda da şahı indirecekler.
Bunun reçetesi de yeni anayasa ve başkanlık sistemi.
Başkanı halk seçer, parlamentoyu halk seçer, yargıyı halk seçer ve vesayet tarihe havale edilir.
Bu kadar basit.