Yeni Şafak yazarından Altan kardeşlere destek: Ömrünü darbelerle mücadeleyle geçirmiş iki düşünce adamı...
Yeni Şafak yazarı Ali Bayramoğlu, "Babaya ödül verildiği günlerden, oğulların darbeci iddiasıyla gözaltına alındığı günlere geldik" dedi.
Ahmet Altan ve Mehmet Altan'ın 15 Temmuz'dan bir gün önce darbe girişimi hakkında 'subliminal mesaj' verdiği gerekçesiyle gözaltına alınmasını eleştiren Yeni Şafak yazarı Ali Bayramoğlu, "Babaya ödül verildiği günlerden, oğulların darbeci iddiasıyla gözaltına alındığı günlere geldik" dedi. Bayramoğlu, yazısında "Ahmet ve Mehmet Altan, ulusal ve uluslararası itibarı yüksek iki isim. Düşüncelerini, tarzlarını beğenseniz de beğenmeseniz de, her vicdanın özerk ve özgürlükçü düşünceyi temsil ettiğini kabul edeceği iki kardeş. Ömürlerini askeri vesayetle, darbelerle mücadele ederek geçirmiş iki düşünce adamı... FETÖ'yle, darbeyle, darbecilikle bağlantılı olarak gözaltına alındılar" dedi.
Ali Bayramoğlu, yazısında "Bırakın hukuku bunu düz mantık bile izah edemez... 'Ölçü', yerini 'niyet' sorusuna bırakıyor" görüşünü dile getirdi.
Ali Bayramoğlu'nun Yeni Şafak'taki yazısı şöyle:
Şubat 2009. Dönemin başbakanı Tayyip Erdoğan Kültür Bakanlığı'nın “2008 Yılı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü"nü Çetin Altan'a takdim ederken, şunları söylüyordu:
“Yakın tarihimizde düşüncenin serüveni meşakkatli bir yolculuk olmuştu. Farklılıkların kabulü kolay olmamış, kemikleşen önyargılar, tahammülsüz anlayışlar düşünceyi ağır şekilde cezalandırmış ve bedelini bütün Türkiye ödemek zorunda kalmıştır. Bu yolcukta direnç gösteren, bedel ödemek pahasına düşünce sevdasından vazgeçmeyen, otoriter anlayışlara boyun eğmek yerine gerçeği söyleyen aydınlarımızın, yazarlarımızın öncülüğü büyük önem taşıyor. Eleştirel akıl olmadan, eleştiriye tahammül olmadan yol alamayız. Söz olmadan, yazı ve fikir olmadan uygarlık iddiamızı gerçekleştiremeyiz. Farklı düşünmek asla birbirimizi anlamaya, en azından anlama çabasına mani olmamalı. Demokrasinin temeli tahammül duygusudur. Bugün mutlulukla ifade ediyorum ki Türkiye ne Çetin Altan'ı 300 kez mahkeme kapılarına çağıran ve düşünceyi mahkûm eden bir Türkiye'dir, ne de Nâzım Hikmet'i 12 yıl boyunca hapishanelerde tutan Türkiye'dir…"
Güzel, umut veren ve özlenen sözlerdi bunlar.
Sonra bir “geri kayış" başladı. Önce yavaş, sonra hızlı...
Ardından iktidar savaşları baş gösterdi. Önce gizli, sonra açık...
Her savaş "keyfilik ve zorbalık", “mağduriyet ve korku " üretir. Bu savaş da üretti...
2010'dan itibaren çoğu “devlet içindeki cemaat" kaynaklı keyfilik ve haksızlıklara karşı çıkanlar, onu görenler, ona muhalefet yapanlar ya da tehlike oluşturanlar, onun adamlarına yer açılması için tasfiye edilmesi gerekenler, keyfi yollarla ve sahtecilikle kimi suçlara bağlanarak, baskı ve tutuklama furyasına eklenerek “kriminalize" edildi, susturuldu.
Bir değişim süreci alt üst oluyor, ele yüze bulaştırılıyordu.
Nitekim bunu dinlemeler ve tapeler evresiyle gayri meşru bir siyaset tarzı, buna karşı keyfi siyasi yaptırımlar takip etti. Güvensizlik duygusu iktidarda kişileşmeye, siyasi ittifakları bozarak siyasal ve kurumsal zaaflara yol açmaya başladı. Askerli askersiz darbe girişimleri boy gösterdi.
15 Temmuz günü iflas noktasına böyle gelindi.
16 Temmuz, şüphe yok, bir kopuştur.
Siyasi bozulma ve otoriterleşmenin iki temel kaynağından birisi oluşturan “cemaat", FETÖ sıfatıyla bugün kürsünün diğer tarafında bulunuyor. Darbe girişimlerinin hesabını veriyor, devletten temizleniyor.
Bu temizlik demokrasi ve hukuk devleti için hukuk ve hakkaniyet ölçülerinde yapılması gereken “olmazsa olmaz" bir işlemdir.
Ne var ki, sorun burada...
16 Temmuz bir açıdan, esas bakımından bir kopuştur, ancak başka bir açıdan, usül bakımından da bir sürekliliğin taşıyıcısıdır.
Yıkılası bir yapı alaşağı edilmeye başlanmış, ancak, düne benzer bir şekilde, araya başka hesaplar ve eski zihniyet karışmış, iş bir yönüyle başka bir temizliğe, hesaplaşmaya dönüşmüştür.
Bugün FETÖ'yle yakından uzaktan ilgisi olmayan, kimi muhaliflerin keyfi takdirlerle, zorlama yorumlarla, niyet okumayla darbeci olarak yaftalanması, tutuklanması, gözaltına alınması korku zincirine eklenen yeni halkalar arasındadır.
Yöntem, niyet ve zihniyet değişmeyince, sonuç da değişmiyor.
Çetin Altan'a ödül veren siyasi iktidar, hala iktidarda.
Babaya ödül verildiği günlerden, oğulların darbeci iddiasıyla gözaltına alındığı günlere geldik. Ahmet ve Mehmet Altan: Ulusal ve uluslararası itibarı yüksek iki isim. Düşüncelerini, tarzlarını beğenseniz de beğenmeseniz de, her vicdanın özerk ve özgürlükçü düşünceyi temsil ettiğini kabul edeceği iki kardeş. Ömürlerini askeri vesayetle, darbelerle mücadele ederek geçirmiş iki düşünce adamı... FETÖ'yle, darbeyle, darbecilikle bağlantılı olarak gözaltına alındılar.
FETÖ'yle bağlantısı olmayan, keyfi takdirle gözaltına alınan, tutuklanan aydın, yazar, akademisyen sayısı her geçen gün artıyor. 15 Temmuz öncesi, binlerce kişinin kendisine tümüyle farklı ve kurumsal anlamda sorduğu, “ordu darbe yapar mı, böyle bir tehlike var mı" sorusunun, eğer muhalifseniz, FETÖ'cü olmaya yettiği günlere geldik.
Bırakın hukuku bunu düz mantık bile izah edemez...
“Ölçü", yerini “niyet" sorusuna bırakıyor.
Ali Bayramoğlu, yazısında "Bırakın hukuku bunu düz mantık bile izah edemez... 'Ölçü', yerini 'niyet' sorusuna bırakıyor" görüşünü dile getirdi.
Ali Bayramoğlu'nun Yeni Şafak'taki yazısı şöyle:
Şubat 2009. Dönemin başbakanı Tayyip Erdoğan Kültür Bakanlığı'nın “2008 Yılı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü"nü Çetin Altan'a takdim ederken, şunları söylüyordu:
“Yakın tarihimizde düşüncenin serüveni meşakkatli bir yolculuk olmuştu. Farklılıkların kabulü kolay olmamış, kemikleşen önyargılar, tahammülsüz anlayışlar düşünceyi ağır şekilde cezalandırmış ve bedelini bütün Türkiye ödemek zorunda kalmıştır. Bu yolcukta direnç gösteren, bedel ödemek pahasına düşünce sevdasından vazgeçmeyen, otoriter anlayışlara boyun eğmek yerine gerçeği söyleyen aydınlarımızın, yazarlarımızın öncülüğü büyük önem taşıyor. Eleştirel akıl olmadan, eleştiriye tahammül olmadan yol alamayız. Söz olmadan, yazı ve fikir olmadan uygarlık iddiamızı gerçekleştiremeyiz. Farklı düşünmek asla birbirimizi anlamaya, en azından anlama çabasına mani olmamalı. Demokrasinin temeli tahammül duygusudur. Bugün mutlulukla ifade ediyorum ki Türkiye ne Çetin Altan'ı 300 kez mahkeme kapılarına çağıran ve düşünceyi mahkûm eden bir Türkiye'dir, ne de Nâzım Hikmet'i 12 yıl boyunca hapishanelerde tutan Türkiye'dir…"
Güzel, umut veren ve özlenen sözlerdi bunlar.
Sonra bir “geri kayış" başladı. Önce yavaş, sonra hızlı...
Ardından iktidar savaşları baş gösterdi. Önce gizli, sonra açık...
Her savaş "keyfilik ve zorbalık", “mağduriyet ve korku " üretir. Bu savaş da üretti...
2010'dan itibaren çoğu “devlet içindeki cemaat" kaynaklı keyfilik ve haksızlıklara karşı çıkanlar, onu görenler, ona muhalefet yapanlar ya da tehlike oluşturanlar, onun adamlarına yer açılması için tasfiye edilmesi gerekenler, keyfi yollarla ve sahtecilikle kimi suçlara bağlanarak, baskı ve tutuklama furyasına eklenerek “kriminalize" edildi, susturuldu.
Bir değişim süreci alt üst oluyor, ele yüze bulaştırılıyordu.
Nitekim bunu dinlemeler ve tapeler evresiyle gayri meşru bir siyaset tarzı, buna karşı keyfi siyasi yaptırımlar takip etti. Güvensizlik duygusu iktidarda kişileşmeye, siyasi ittifakları bozarak siyasal ve kurumsal zaaflara yol açmaya başladı. Askerli askersiz darbe girişimleri boy gösterdi.
15 Temmuz günü iflas noktasına böyle gelindi.
16 Temmuz, şüphe yok, bir kopuştur.
Siyasi bozulma ve otoriterleşmenin iki temel kaynağından birisi oluşturan “cemaat", FETÖ sıfatıyla bugün kürsünün diğer tarafında bulunuyor. Darbe girişimlerinin hesabını veriyor, devletten temizleniyor.
Bu temizlik demokrasi ve hukuk devleti için hukuk ve hakkaniyet ölçülerinde yapılması gereken “olmazsa olmaz" bir işlemdir.
Ne var ki, sorun burada...
16 Temmuz bir açıdan, esas bakımından bir kopuştur, ancak başka bir açıdan, usül bakımından da bir sürekliliğin taşıyıcısıdır.
Yıkılası bir yapı alaşağı edilmeye başlanmış, ancak, düne benzer bir şekilde, araya başka hesaplar ve eski zihniyet karışmış, iş bir yönüyle başka bir temizliğe, hesaplaşmaya dönüşmüştür.
Bugün FETÖ'yle yakından uzaktan ilgisi olmayan, kimi muhaliflerin keyfi takdirlerle, zorlama yorumlarla, niyet okumayla darbeci olarak yaftalanması, tutuklanması, gözaltına alınması korku zincirine eklenen yeni halkalar arasındadır.
Yöntem, niyet ve zihniyet değişmeyince, sonuç da değişmiyor.
Çetin Altan'a ödül veren siyasi iktidar, hala iktidarda.
Babaya ödül verildiği günlerden, oğulların darbeci iddiasıyla gözaltına alındığı günlere geldik. Ahmet ve Mehmet Altan: Ulusal ve uluslararası itibarı yüksek iki isim. Düşüncelerini, tarzlarını beğenseniz de beğenmeseniz de, her vicdanın özerk ve özgürlükçü düşünceyi temsil ettiğini kabul edeceği iki kardeş. Ömürlerini askeri vesayetle, darbelerle mücadele ederek geçirmiş iki düşünce adamı... FETÖ'yle, darbeyle, darbecilikle bağlantılı olarak gözaltına alındılar.
FETÖ'yle bağlantısı olmayan, keyfi takdirle gözaltına alınan, tutuklanan aydın, yazar, akademisyen sayısı her geçen gün artıyor. 15 Temmuz öncesi, binlerce kişinin kendisine tümüyle farklı ve kurumsal anlamda sorduğu, “ordu darbe yapar mı, böyle bir tehlike var mı" sorusunun, eğer muhalifseniz, FETÖ'cü olmaya yettiği günlere geldik.
Bırakın hukuku bunu düz mantık bile izah edemez...
“Ölçü", yerini “niyet" sorusuna bırakıyor.