YENİ ŞAFAK YAZARI TUNA, HÜRRİYET YAZARLARINA ÇAKTI!
Hürriyet yazarları İsmet Berkan ile Ertuğrul Özkök atışmasında Yeni Şafak yazarı Salih Tuna'da kendisini araya sıkıştırdı.
Ertuğrul ilen İsmet ’Kürt sorununu’ çözüyor
Biri Hürriyet gazetesinin genel yayın yönetmeniydi, diğeri Radikal’in. Biri "411 el kaosa kalktı" manşetleri kotarıyordu, diğeri "Korku Cumhuriyeti."
Biri Danıştay cinayetini "Türkiye’nin 11 Eylül’ü" tesmiye etmişti; diğeri mezkur cinayet ardından türetilmiş tepkiyi "Hükümete sivil muhtıra" şeklinde değerlendirmişti.
Biri Konyalı hasta bir çocuğun testisleri üzerinden "Tesettür faciası" üretmiş, diğeri Cumhuriyet mitinglerini "Deniz mavi yer kırmızı" coşkusuyla alkışlamıştı.
Biri Ahmet Kaya için "Vay şerefsiz" manşetleri atmış, diğeri "Darbe Günlükleri" hakkında "Bu sahte günlükler neden tam da şu anda gündeme getirildi..." demişti.
Sonra, ikisi de "özür" diledi.
Birinin özrü kabahatinden büyüktü; tuttu "Ahmet Kaya ’şerefsiz’i çok severdi..." dedi.
Diğeri...
Allah’ı var, en azından yüzleşmeye cesaret ettiği konularda özür dilemeyi biliyor; Alper Görmüş’ten adam gibi özür diledi.
Lakin...
Şu ifadelerinden ötürü henüz özür dilemedi: "Ben de bir erkeğim ve hayatımda kimseye cinsel anlamda tacizde bulunmuş değilim, buna terbiyem de müsait değil zaten. İşte bu sebeple, tesettür içindeki kadınları gördükçe, onların bana, ’Aslında sen de, sırf erkek olduğun için potansiyel bir tacizcisin’ dediklerini düşünüyorum..."
Başörtülü veya tesettürlü kadınların görüş alanına girmesini bile istemiyordu: "Bir erkek olarak rastladığım her tesettürlü tarafından aslında hakarete uğradığımı da düşünmeden edemiyorum..."
Kaç kez yüzüne vurduğum halde hâlâ özür dilememesinde "filozof" olmaklığının etkisi var mı, doğrusu bilmiyorum. (Ertuğrul Özkök tevekkeli ’filozof’ dememişti ya.)
İşte bu "filozof" arkadaş ile bir aralar F16 olup Barzani’nin üzerine bomba yağdırmak isteyen "sosyolog" son günlerde "Kürt sorununu" tartışıyor.
Filozof olan "Telefonda da aynı şeyi söyledim Ertuğrul Özkök’e: Bence faydalı bir tartışma yapıyoruz" diyor.
Mefruz faydalı tartışmada "filozof" olanı, Kürtlere "pozitif ayrımcılık" yapalım teklifinde bulunuyor.
Bunu da son derece negatif bir örnek (Amerika’da zencilere uygulanan pozitif ayrımcılık) üzerinden dile getiriyor.
Diğeri de "Yozgatlı gariban ne olacak İsmet..." karşılığını veriyor.
Üniversitelerde Kürtlere kontenjan verilmesi şeklindeki pozitif ayrımcılık teklifine de "Hakkarili gariban Kürt’e kontenjan var da, Yozgatlı gariban Türk’e niye yok?" sorusunu yöneltiyor.
Ardından "Türk sorunumuz var zaten, daha da büyültmeyelim" diyor.
Filozof olanı da şappadak cevabı yapıştırıyor: "Son dönemde bir ’Türk sorunu’ndan söz edilir oldu, sanki bir tehdit unsuru gibi. Oysa ’Türk sorunu’ taa en başından beri var bu ülkede. Öyle bir sorun olduğu için o ayrımcı-asimilasyoncu politikalar uygulandı..."
Mevzu dönüp dolaşıp "Türk sorunu"na gelince "Ablacığım" ister istemez bigane kalmadı tabii: "Bence ’Türk sorunu’ kendiliğinden, giderek kabarmıyor, kabartılıyor. Nitekim, Özkök bu ’sorun’u, Kürtlerin muhtemel taleplerinin veya birtakım önerilerin önünü kesmek, yani olmazlanmak üzere gündeme getirmiş..."
Kim ne derse desin, "Ablacığımın" ortalık yerde bıraktığı "kavramına" sahip çıkması saygıdeğer bir tutumdur.
Bir vakitler Kürt sorununu çözerken "Türk sorunu" oluşturmayalım demişti.
Yani kendi ifadesiyle söyleyecek olursak, "Türk sorununu kabartmıştı."
AK Parti’nin yaptırdığı "duble yollar" ile Dersim katliamı öncesi imar politikası arasında paralellikler kurmakla da sanırım "Kürt sorununu kabartmaya" çalışmıştı.
Farkında mısınız bilmem; Kürt sorunu, Türk sorunu derken, nur topu gibi bir "Ablacığım" sorunumuz oluştu.
Biri Hürriyet gazetesinin genel yayın yönetmeniydi, diğeri Radikal’in. Biri "411 el kaosa kalktı" manşetleri kotarıyordu, diğeri "Korku Cumhuriyeti."
Biri Danıştay cinayetini "Türkiye’nin 11 Eylül’ü" tesmiye etmişti; diğeri mezkur cinayet ardından türetilmiş tepkiyi "Hükümete sivil muhtıra" şeklinde değerlendirmişti.
Biri Konyalı hasta bir çocuğun testisleri üzerinden "Tesettür faciası" üretmiş, diğeri Cumhuriyet mitinglerini "Deniz mavi yer kırmızı" coşkusuyla alkışlamıştı.
Biri Ahmet Kaya için "Vay şerefsiz" manşetleri atmış, diğeri "Darbe Günlükleri" hakkında "Bu sahte günlükler neden tam da şu anda gündeme getirildi..." demişti.
Sonra, ikisi de "özür" diledi.
Birinin özrü kabahatinden büyüktü; tuttu "Ahmet Kaya ’şerefsiz’i çok severdi..." dedi.
Diğeri...
Allah’ı var, en azından yüzleşmeye cesaret ettiği konularda özür dilemeyi biliyor; Alper Görmüş’ten adam gibi özür diledi.
Lakin...
Şu ifadelerinden ötürü henüz özür dilemedi: "Ben de bir erkeğim ve hayatımda kimseye cinsel anlamda tacizde bulunmuş değilim, buna terbiyem de müsait değil zaten. İşte bu sebeple, tesettür içindeki kadınları gördükçe, onların bana, ’Aslında sen de, sırf erkek olduğun için potansiyel bir tacizcisin’ dediklerini düşünüyorum..."
Başörtülü veya tesettürlü kadınların görüş alanına girmesini bile istemiyordu: "Bir erkek olarak rastladığım her tesettürlü tarafından aslında hakarete uğradığımı da düşünmeden edemiyorum..."
Kaç kez yüzüne vurduğum halde hâlâ özür dilememesinde "filozof" olmaklığının etkisi var mı, doğrusu bilmiyorum. (Ertuğrul Özkök tevekkeli ’filozof’ dememişti ya.)
İşte bu "filozof" arkadaş ile bir aralar F16 olup Barzani’nin üzerine bomba yağdırmak isteyen "sosyolog" son günlerde "Kürt sorununu" tartışıyor.
Filozof olan "Telefonda da aynı şeyi söyledim Ertuğrul Özkök’e: Bence faydalı bir tartışma yapıyoruz" diyor.
Mefruz faydalı tartışmada "filozof" olanı, Kürtlere "pozitif ayrımcılık" yapalım teklifinde bulunuyor.
Bunu da son derece negatif bir örnek (Amerika’da zencilere uygulanan pozitif ayrımcılık) üzerinden dile getiriyor.
Diğeri de "Yozgatlı gariban ne olacak İsmet..." karşılığını veriyor.
Üniversitelerde Kürtlere kontenjan verilmesi şeklindeki pozitif ayrımcılık teklifine de "Hakkarili gariban Kürt’e kontenjan var da, Yozgatlı gariban Türk’e niye yok?" sorusunu yöneltiyor.
Ardından "Türk sorunumuz var zaten, daha da büyültmeyelim" diyor.
Filozof olanı da şappadak cevabı yapıştırıyor: "Son dönemde bir ’Türk sorunu’ndan söz edilir oldu, sanki bir tehdit unsuru gibi. Oysa ’Türk sorunu’ taa en başından beri var bu ülkede. Öyle bir sorun olduğu için o ayrımcı-asimilasyoncu politikalar uygulandı..."
Mevzu dönüp dolaşıp "Türk sorunu"na gelince "Ablacığım" ister istemez bigane kalmadı tabii: "Bence ’Türk sorunu’ kendiliğinden, giderek kabarmıyor, kabartılıyor. Nitekim, Özkök bu ’sorun’u, Kürtlerin muhtemel taleplerinin veya birtakım önerilerin önünü kesmek, yani olmazlanmak üzere gündeme getirmiş..."
Kim ne derse desin, "Ablacığımın" ortalık yerde bıraktığı "kavramına" sahip çıkması saygıdeğer bir tutumdur.
Bir vakitler Kürt sorununu çözerken "Türk sorunu" oluşturmayalım demişti.
Yani kendi ifadesiyle söyleyecek olursak, "Türk sorununu kabartmıştı."
AK Parti’nin yaptırdığı "duble yollar" ile Dersim katliamı öncesi imar politikası arasında paralellikler kurmakla da sanırım "Kürt sorununu kabartmaya" çalışmıştı.
Farkında mısınız bilmem; Kürt sorunu, Türk sorunu derken, nur topu gibi bir "Ablacığım" sorunumuz oluştu.