Yeni Şafak yazarı tepkili: Bazı profesörler, "Kur'ân'da değiştirilmesi gereken âyetler var" demeye başladı!
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, "İslam'ın güncellenmesinin gerektiğini bilmeyecek kadar aciz bunlar. Siz İslam'ı 14 asır öncesi hükümleri ile bugün uygulayamazsınız" demişti.
Yeni Şafak yazarı Yusuf Kaplan, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın açıklamaları sonrası başlayan "dinde reform" tartışmalarına tepki gösterdi. Kaplan, "bazı profesörlerin 'Kur'ân^da değişitirilmesi gereken âyetler var' demeye başladığını" iddia etti.
Yusuf Kaplan'ın "Kur’ân’ın kuşatıcılığını, aklın sınırlayıcılığına hapsetmek" başlığıyla yayımlanan yazısı şöyle:
Batılıların, modern meydan okuma sonrasında bütün dünya üzerinde hegemonya kurmaları, bütün insanlığın hem kendi sorunlarına Batılı seküler zihin kalıplarıyla bakmalarına hem de Batı’nın geldiği noktanın ulaşılabilecek en zirve nokta olduğu yanılsamasına kapılmalarına yol açtı...
Bu da Batı dışındaki toplumların aydınlarının Batı’yı kutsamalarıyla, dolayısıyla zihnî felçleşme ve aşağılık kompleksi yaşamalarıyla sonuçlandı.
Fiīlî sömürgecilik, zihnî sömürgeciliğe dönüştü.
Her şeyi Batı kültürünün ve düşüncesinin ajandalarına göre gören gönüllü acentalar cirit atıyor her yerde; özellikle de Batılılar tarafından sömürgeleştirilemeyen ama kendi kendini sömürgeleştirme aymazlığı sergileyen Türkiye’de.
O yüzden zihni, Batılı zihin kalıplarıyla işliyor Türkiye’deki bütün kesimlerin aydınlarının.
O yüzden hadislere, mezheplere saldırıyor, “Peygambersiz İslâm” projesinin ajandasını oluşturuyor, acentalığını yapıyorlar.
Tehlikeli bir süreç bu.
Kur'ân'ın hakikati ve aklın sefaleti
Kur’ân hem Hakikat kitabıdır hem de Hakikat’in nasıl hayat bulacağını, hayat olacağını ve herkese hayat sunacağını gösteren zamanlar ve mekânlar üstü, çağlar ötesi İlâhî Hitap.
Kur’ân, bütün’ü verir bize. Aslî olan’ı.
Akıl, zaman’la ve mekân’la kayıtlıdır; bağlıdır.
Akıl, bütünü değil parça’yı, aslî olan’ı değil arızî olan’ı idrak edebilir sadece.
Sadece akıl’la bütün kavranamaz.
Kavranamaz; çünkü akıl, tanımlar ve sınırlar.
Akıl, tek başına Hakikat’i kavrayamaz. Hakikat’in görünümlerini görebilir yalnızca, Hakikat’i değil.
Eğer akıl, tek başına Hakikat’i kavramaya muktedir olsaydı, Kitaplar da, Peygamberler de gönderilmezdi.
Bir başka hayatî mesele de şu bu noktada: Kur’ân, sadece okunup anlaşılacak kuru bir bilgi kitabı değildir; hayata hem mânâ hem de ruh kazandıracak bir Hakikat ve Hayat Kitabı’dır.
Hakikat’e kuru bilgiyle ulaşılmaz. Mesele bilmek değil olmak’tır.
Din'in aklı, akl'ın din'i
Din / İslâm, tanımların ve sınırların ötesine uzandığı için hayatımıza hem mânâ hem de ruh katar.
Akıl’sa, hesap yapar; ölçer-biçer, kesip atar, indirger...
Din, hiç bir hesaba gelmez.
Akıl hesabîdir; din hasbî.
Din’in akla, akılla sınırlı bir olguya indirgenmesi, dini ruhsuzlaştırır ve hayattan uzaklaştırır...
Batı’da Protestanlıkla / Modernlikle birlikte yaşanan felâket budur işte.
Kişinin, din’i, kafasına göre, işine nasıl geliyorsa öyle yorumlaması ve sonuçta dine uyacağına, dini
kendisine uydurması kaçınılmaz sondur...
O yüzden önüne gelen İncil yazıyor Batı’da.
Feministler, eşcinseller, hatta “ateist papazlar” kafalarına göre incil yazıyorlar...
Bizde de, böyle giderse, olacağı budur -Allah göstermesin.
Din'i hurafelerden kurtarmak mı, çağdaş hurafeler çöplüğünde debelenmek mi?
Dini hurafelerden temizleyeceğiz diye yola çıkan insanlar, en büyük hurafeye dönüşen akılcılığa, bilime göre dini silbaştan kodlama savaşı veriyorlar.
O yüzden önce hadislere, mezheplere saldırıyorlar, sonra herkes Kur’ân’ı anlayabilir diyerek Hz. Peygamber’i (sav) devre dışı bırakacaklar.
Hz. Peygamber'in (sav) devre-dışı bırakıldığı bir din, kısa devre yapacaktır.
Sıra sonunda Kur’ân’a gelecek... Âyetler tartışılmaya başlanacak...
Başladı da nitekim...
Bazı profesörler, “filan âyet kafama yatmadı benim” diyebiliyorlar!
Sen kafanı değiştir önce, diyorum ben de bu sığ, çapsız kişilere.
Bazı profesörler de, “Kur’ân’da değiştirilmesi gereken âyetler var,” demeye başladılar bile.
Batı’da bu tür proje tipler tonla...
Bizde de çıkmaya başlayacak zamanla...
Kur’ân’ı sadece akıl’la, bilimle anlamaya çalışmak, aklı da, bilimi de vahyin önüne geçirmektir.
Daha da vahimi, Müslüman zihninin buharlaştığı, Batılı / seküler modern veya postmodern zihin kalıplarına göre işlediği bir zaman diliminde, Kur’ân’ı, aklı veya bilimi eksene alarak yorumlamak dini din olmaktan çıkarır, hayattan uzaklaştırır.
Her iki durum da, İslâm’ın tahrif ve tahrip edilmesiyle sonuçlanır.
Kant'ın teoloji ve akıl'la mücadelesi
Zihinlerinin çağdaş hurafeler çöplüğüne dönüştüğünü ve aklın, yalnızca mevcut çağın algılama ve düşünme biçimlerini aklamaktan başka bir işe yaramadığını göremeyecek kadar sığ, yüzeysel ve çapsız kişilere -damarlarında Gazalî’nin dolaştığı- Kant gibi çaplı düşünürler esaslı cevapları verirler.
Ne demişti Kant şaheseri Saf Aklın Kritiği’nde: “Din’i kurtarmak için, teolojiden kurtulmak gerektiğini anladım.”
Ve ilâve etmişti: “Din’in önünü açmak için aklı(n alanını) sınırlandırdım.”
Kant’ın modern düşüncenin kurucu babası olduğunu hatırlatmaya gerek yok burada.
Felâketin büyüklüğünü gördü ama önüne geçemedi Kant.
Bizim entelijansiyamız, neyin ne olduğunu görebilecek durumda bile değil henüz!
Ruhsuz din ve çöle dönen insan
Mesele, köken / mebde meselesidir.
İnsanın ne olduğunu, nereden gelip nereye doğru ve nasıl yol alması gerektiğini köken tasavvuruna sahipseniz idrak edebilirsiniz; değilseniz, yola çıkamazsınız; yola çıksanız bile yoldan çıkmanız muhtemeldir.
2500 yıllık Batı uygarlığının seyrüseferi, akılla yapılan yolculuğun, insanın hakikatle buluşmasını mümkün kılmaya yetmediğini çok iyi gösteriyor bize.
Akılla çıkılan yolculuk, akıldışılıkların hükmünü icra ettiği bir felâketin eşiğine sürükledi Batılıları ve bütün insanlığı...
Akıl, hesap-kitap yaptı; Heidegger’in “başıboş canavar” diye tarif edeceği, insanlığı, dünyayı bir düğmeye basarak yok edecek, insanı kölesi hâline getirecek, hayatı mekanikleştirecek ruhsuz teknolojilerin, teknolojik silahların üretilmesine yaradı.
Ruhsuz bir dünya icat etti.
Sadece Batılıları değil, Batılıların bütün diğer medeniyetlerin kökünü kazımaları ve Batılı hayat tasavvurunu bütün dünyaya dayatmaları gibi bir saldırganlığı akladı / meşrûlaştırdı; bu nedenle hızla sekülerleşen dünya, insanlığı, tabiatı ontolojik yokoluş felâketinin eşiğine getirip bıraktı.
Yusuf Kaplan'ın "Kur’ân’ın kuşatıcılığını, aklın sınırlayıcılığına hapsetmek" başlığıyla yayımlanan yazısı şöyle:
Batılıların, modern meydan okuma sonrasında bütün dünya üzerinde hegemonya kurmaları, bütün insanlığın hem kendi sorunlarına Batılı seküler zihin kalıplarıyla bakmalarına hem de Batı’nın geldiği noktanın ulaşılabilecek en zirve nokta olduğu yanılsamasına kapılmalarına yol açtı...
Bu da Batı dışındaki toplumların aydınlarının Batı’yı kutsamalarıyla, dolayısıyla zihnî felçleşme ve aşağılık kompleksi yaşamalarıyla sonuçlandı.
Fiīlî sömürgecilik, zihnî sömürgeciliğe dönüştü.
Her şeyi Batı kültürünün ve düşüncesinin ajandalarına göre gören gönüllü acentalar cirit atıyor her yerde; özellikle de Batılılar tarafından sömürgeleştirilemeyen ama kendi kendini sömürgeleştirme aymazlığı sergileyen Türkiye’de.
O yüzden zihni, Batılı zihin kalıplarıyla işliyor Türkiye’deki bütün kesimlerin aydınlarının.
O yüzden hadislere, mezheplere saldırıyor, “Peygambersiz İslâm” projesinin ajandasını oluşturuyor, acentalığını yapıyorlar.
Tehlikeli bir süreç bu.
Kur'ân'ın hakikati ve aklın sefaleti
Kur’ân hem Hakikat kitabıdır hem de Hakikat’in nasıl hayat bulacağını, hayat olacağını ve herkese hayat sunacağını gösteren zamanlar ve mekânlar üstü, çağlar ötesi İlâhî Hitap.
Kur’ân, bütün’ü verir bize. Aslî olan’ı.
Akıl, zaman’la ve mekân’la kayıtlıdır; bağlıdır.
Akıl, bütünü değil parça’yı, aslî olan’ı değil arızî olan’ı idrak edebilir sadece.
Sadece akıl’la bütün kavranamaz.
Kavranamaz; çünkü akıl, tanımlar ve sınırlar.
Akıl, tek başına Hakikat’i kavrayamaz. Hakikat’in görünümlerini görebilir yalnızca, Hakikat’i değil.
Eğer akıl, tek başına Hakikat’i kavramaya muktedir olsaydı, Kitaplar da, Peygamberler de gönderilmezdi.
Bir başka hayatî mesele de şu bu noktada: Kur’ân, sadece okunup anlaşılacak kuru bir bilgi kitabı değildir; hayata hem mânâ hem de ruh kazandıracak bir Hakikat ve Hayat Kitabı’dır.
Hakikat’e kuru bilgiyle ulaşılmaz. Mesele bilmek değil olmak’tır.
Din'in aklı, akl'ın din'i
Din / İslâm, tanımların ve sınırların ötesine uzandığı için hayatımıza hem mânâ hem de ruh katar.
Akıl’sa, hesap yapar; ölçer-biçer, kesip atar, indirger...
Din, hiç bir hesaba gelmez.
Akıl hesabîdir; din hasbî.
Din’in akla, akılla sınırlı bir olguya indirgenmesi, dini ruhsuzlaştırır ve hayattan uzaklaştırır...
Batı’da Protestanlıkla / Modernlikle birlikte yaşanan felâket budur işte.
Kişinin, din’i, kafasına göre, işine nasıl geliyorsa öyle yorumlaması ve sonuçta dine uyacağına, dini
kendisine uydurması kaçınılmaz sondur...
O yüzden önüne gelen İncil yazıyor Batı’da.
Feministler, eşcinseller, hatta “ateist papazlar” kafalarına göre incil yazıyorlar...
Bizde de, böyle giderse, olacağı budur -Allah göstermesin.
Din'i hurafelerden kurtarmak mı, çağdaş hurafeler çöplüğünde debelenmek mi?
Dini hurafelerden temizleyeceğiz diye yola çıkan insanlar, en büyük hurafeye dönüşen akılcılığa, bilime göre dini silbaştan kodlama savaşı veriyorlar.
O yüzden önce hadislere, mezheplere saldırıyorlar, sonra herkes Kur’ân’ı anlayabilir diyerek Hz. Peygamber’i (sav) devre dışı bırakacaklar.
Hz. Peygamber'in (sav) devre-dışı bırakıldığı bir din, kısa devre yapacaktır.
Sıra sonunda Kur’ân’a gelecek... Âyetler tartışılmaya başlanacak...
Başladı da nitekim...
Bazı profesörler, “filan âyet kafama yatmadı benim” diyebiliyorlar!
Sen kafanı değiştir önce, diyorum ben de bu sığ, çapsız kişilere.
Bazı profesörler de, “Kur’ân’da değiştirilmesi gereken âyetler var,” demeye başladılar bile.
Batı’da bu tür proje tipler tonla...
Bizde de çıkmaya başlayacak zamanla...
Kur’ân’ı sadece akıl’la, bilimle anlamaya çalışmak, aklı da, bilimi de vahyin önüne geçirmektir.
Daha da vahimi, Müslüman zihninin buharlaştığı, Batılı / seküler modern veya postmodern zihin kalıplarına göre işlediği bir zaman diliminde, Kur’ân’ı, aklı veya bilimi eksene alarak yorumlamak dini din olmaktan çıkarır, hayattan uzaklaştırır.
Her iki durum da, İslâm’ın tahrif ve tahrip edilmesiyle sonuçlanır.
Kant'ın teoloji ve akıl'la mücadelesi
Zihinlerinin çağdaş hurafeler çöplüğüne dönüştüğünü ve aklın, yalnızca mevcut çağın algılama ve düşünme biçimlerini aklamaktan başka bir işe yaramadığını göremeyecek kadar sığ, yüzeysel ve çapsız kişilere -damarlarında Gazalî’nin dolaştığı- Kant gibi çaplı düşünürler esaslı cevapları verirler.
Ne demişti Kant şaheseri Saf Aklın Kritiği’nde: “Din’i kurtarmak için, teolojiden kurtulmak gerektiğini anladım.”
Ve ilâve etmişti: “Din’in önünü açmak için aklı(n alanını) sınırlandırdım.”
Kant’ın modern düşüncenin kurucu babası olduğunu hatırlatmaya gerek yok burada.
Felâketin büyüklüğünü gördü ama önüne geçemedi Kant.
Bizim entelijansiyamız, neyin ne olduğunu görebilecek durumda bile değil henüz!
Ruhsuz din ve çöle dönen insan
Mesele, köken / mebde meselesidir.
İnsanın ne olduğunu, nereden gelip nereye doğru ve nasıl yol alması gerektiğini köken tasavvuruna sahipseniz idrak edebilirsiniz; değilseniz, yola çıkamazsınız; yola çıksanız bile yoldan çıkmanız muhtemeldir.
2500 yıllık Batı uygarlığının seyrüseferi, akılla yapılan yolculuğun, insanın hakikatle buluşmasını mümkün kılmaya yetmediğini çok iyi gösteriyor bize.
Akılla çıkılan yolculuk, akıldışılıkların hükmünü icra ettiği bir felâketin eşiğine sürükledi Batılıları ve bütün insanlığı...
Akıl, hesap-kitap yaptı; Heidegger’in “başıboş canavar” diye tarif edeceği, insanlığı, dünyayı bir düğmeye basarak yok edecek, insanı kölesi hâline getirecek, hayatı mekanikleştirecek ruhsuz teknolojilerin, teknolojik silahların üretilmesine yaradı.
Ruhsuz bir dünya icat etti.
Sadece Batılıları değil, Batılıların bütün diğer medeniyetlerin kökünü kazımaları ve Batılı hayat tasavvurunu bütün dünyaya dayatmaları gibi bir saldırganlığı akladı / meşrûlaştırdı; bu nedenle hızla sekülerleşen dünya, insanlığı, tabiatı ontolojik yokoluş felâketinin eşiğine getirip bıraktı.