Yeni Şafak yazarı ROK'un vukuat arşivine daldı: Parasını verirseniz susarmış...
Yeni Şafak gazetesi yazarı Faruk Aksoy, Rasim Ozan Kütahyalı'nın daha önceki vukuatlarını köşesine taşıdı
Rasim Ozan Kütahyalı, Beyaz TV'deki programında 'kusturmalı boşnak saksosu' sözleriyle bir rezalete imza atmış ve programdan kovulmuştu. Meğer eleştiri oklarının hedefindeki Kütahyalı'nın tepki çeken sözleri bununla sınır kalmamış.
İşte o detayı Yeni Şafak gazetesi yazarı Faruk Aksoy bugünkü köşesinde paylaştı. Yıllar önce Kütahyalı'nın şoke eden sözlerini yeniden gündeme getiren Aksoy', "Parasını verirseniz susarmış..." başlıklı yazısında yer verdi.
İşte Faruk Aksoy'un bugünkü yazısından bir bölüm:
"PARAYI TOPLASINLAR BANA VERSİNLER BEN DE ÇEKİLEYİM"
Malum kişiyi Beyaz tv’deki berbat yayından sonra gündemine alanlar, en az onun kadar gevşeyen, balçıklaşan, kokuşan ortamın oluşmasında pay sahibidirler, baştan söyleyeyim.
“Aman bir şey demeyelim, buna da göz yumalım, aman öteki tarafa kaçmasın” endişesiyle el altında tutulan, karşıya geçip ateş etmesi engellenen birçok isim var böyle.
Maalesef durum bu…
Çok ağır şeyler yazacağım, kendimi zor tutuyorum, ha bu dönem geçsin, ha öteki dönem geçsin, ha şöyle olsun, ha böyle olsun, aman zarar ziyan gelmesin endişesiyle susan insanları aptal yerine koyma dönemi bitmiştir, bunu herkes bilsin!
Mesele, malum kişi ya da türevleri meselesi değildir; mesele fikirsizleşen, çoraklaşan, yozlaşan, iğrençleşen kapkaççılık meselesidir.
Çok açık söylüyorum, bunların tamamı kapkaççıdır!...
“Önümüzdeki dönem memleketi kim yönetir?” durumunu tahmin edip, ona göre köşe kapmak, yazı yazmak, yer değiştirmek “aydınlık” alameti değildir, olsa olsa omurgasızlık, üçkağıtçılık, yalakalık emaresidir!
Şu son olayın failleriyle zerre kadar alıp veremediğim bir şey yoktur, bunları kaç yıldır yazıyorum, bilen bilir… Herkes kendi hayatını yaşar, kendi doğrularını savunur, kendine yakışanı yapar, kimse kimsenin kâhyası değildir, isteyen istediği gibi takılır.
Fakaaat…
Burada milleti zıvanadan çıkaran, uyuz eden şey, bir iradeye, bir siyasi görüşe, bir güce yaslanıp, bunların yapılıyor olmasıdır, sünepelik tam da burada başlamaktadır.
Dün Taraf’ta, bugün Sabah’ta, yarın Hürriyet’te, belki daha sonra muhtemelen Aydınlık’ta yazmaya münasip bir karakterin, her konuda haklıymış gibi en yüksek sesi çıkarıyor olması, ona buna gider yapmasıdır, insanları delirten şey.
Geçen gün Nihat Genç, “Muhafazakâr, hükümete yakın bir televizyondan beni aradılar, program teklif ettiler ama kabul etmedim, sizinle hangi noktada uyuşuyoruz, hangi konuda fikir birliğimiz var da program yapacağız, deyip kestirip attım” dedi.
Merak ettim, biraz araştırdım, Nihat Genç’e program teklifinde bulunan muhafazakâr kanal neresidir diye, bir şey öğrenemedim, hâlâ meraktayım.
Ama adamı takdir ettim, helâl olsun…
Karşıda duruyor, adam gibi duruyor, benim parayla pulla işim olmaz, iddialarım var, doğrularım var, senin paranla pulunla satın alacağın şeyler değil bunlar, diyor.
Şimdi bir de bunlara bakın, bunları izleyin, gözlerine bakın ama iyice bakın, hükümetin dibine sokulmuş, pire gibi yapışmış bu asalak takımına bakın!…
Malum kişi, daha önce bir televizyon programına çıkmış, programı sunan gazeteci arkadaşa diyor ki: “Benim medyada yer almamı istemiyorlarsa, beş yılda kazanacağım parayı toplasınlar, bana versinler, ben de çekileyim, beş yıl hiç ortalıkta görünmeyeyim…”
Ağzım açık kaldı…
Birisi de çıkıp, “Yahu bu milletin sana diyet borcu mu var arkadaş, kimsin sen, beş yıllık kazancını hesaplayıp da niçin ödüyoruz sana, hem sonra kime mesaj veriyorsun, kimi tehdit ediyorsun, hükümeti mi, kanal sahiplerini mi, halkı mı, kime diyorsun bunları?” demedi.
Adam açık açık, “Benim konuşmam da, susmam da ücrete tabi, verin paramı, istediğinizi yapayım” dedi.
Kur’ân’a el basarım, en küçük bir değişim rüzgarı essin, bu tayfa bunu hissetsin, ufaktan kayacak karşı tarafa, ekmek nimet çarpsın, öyle olacak, göreceksiniz.
Bu adamlar hangi ata oynayacaklarını, nereden nasıl kazanacaklarını hesaplayan kumarbazdırlar, bunlardan adam mı olur, bunlara köşe mi teslim edilir, bunlara ekran mı verilir, bunlara nasıl güvenilir?...
Bir tane değil ki, bir sürü var, oturmuşlar televizyonlara, ona buna parmak sallıyorlar, tehdit ediyorlar, “Güç bizde, istediğimizi yaparız” diyorlar, “güç” olarak da arkalarına aldıkları şey, milletin, arıyla-onuruyla, namusuyla bir yerlere getirdiği, dik tuttuğu, emek verdiği siyasi iktidar…
O siyasi iktidar, aman milletin emeğine, milletin onuruna, milletin hakkına halel gelmesin diye, belediye başkanlarını değiştiriyor, teşkilatları yeniliyor, köy köy, kasaba kasaba, Anadolu’yu geziyor, “Hatamızı, günahımızı söyleyin, düzeltelim” diyor.
Diğer taraftan davaya(!) hizmet ederken zengin olan malum kişi de, davaya(!) zarar vermemek için bile para istiyor.
“Kazandıklarına say ve sus!...” diyorsun, “Valla zarardayım, susmak için de beş yıllığı peşin alırım” diyor.
Vay anasını yahu, ne günlere geldik, ne laflar duyduk…
Bunu susturmak için kaç kuruş lazım, bir hesaplayın hele…
İşte o detayı Yeni Şafak gazetesi yazarı Faruk Aksoy bugünkü köşesinde paylaştı. Yıllar önce Kütahyalı'nın şoke eden sözlerini yeniden gündeme getiren Aksoy', "Parasını verirseniz susarmış..." başlıklı yazısında yer verdi.
İşte Faruk Aksoy'un bugünkü yazısından bir bölüm:
"PARAYI TOPLASINLAR BANA VERSİNLER BEN DE ÇEKİLEYİM"
Malum kişiyi Beyaz tv’deki berbat yayından sonra gündemine alanlar, en az onun kadar gevşeyen, balçıklaşan, kokuşan ortamın oluşmasında pay sahibidirler, baştan söyleyeyim.
“Aman bir şey demeyelim, buna da göz yumalım, aman öteki tarafa kaçmasın” endişesiyle el altında tutulan, karşıya geçip ateş etmesi engellenen birçok isim var böyle.
Maalesef durum bu…
Çok ağır şeyler yazacağım, kendimi zor tutuyorum, ha bu dönem geçsin, ha öteki dönem geçsin, ha şöyle olsun, ha böyle olsun, aman zarar ziyan gelmesin endişesiyle susan insanları aptal yerine koyma dönemi bitmiştir, bunu herkes bilsin!
Mesele, malum kişi ya da türevleri meselesi değildir; mesele fikirsizleşen, çoraklaşan, yozlaşan, iğrençleşen kapkaççılık meselesidir.
Çok açık söylüyorum, bunların tamamı kapkaççıdır!...
“Önümüzdeki dönem memleketi kim yönetir?” durumunu tahmin edip, ona göre köşe kapmak, yazı yazmak, yer değiştirmek “aydınlık” alameti değildir, olsa olsa omurgasızlık, üçkağıtçılık, yalakalık emaresidir!
Şu son olayın failleriyle zerre kadar alıp veremediğim bir şey yoktur, bunları kaç yıldır yazıyorum, bilen bilir… Herkes kendi hayatını yaşar, kendi doğrularını savunur, kendine yakışanı yapar, kimse kimsenin kâhyası değildir, isteyen istediği gibi takılır.
Fakaaat…
Burada milleti zıvanadan çıkaran, uyuz eden şey, bir iradeye, bir siyasi görüşe, bir güce yaslanıp, bunların yapılıyor olmasıdır, sünepelik tam da burada başlamaktadır.
Dün Taraf’ta, bugün Sabah’ta, yarın Hürriyet’te, belki daha sonra muhtemelen Aydınlık’ta yazmaya münasip bir karakterin, her konuda haklıymış gibi en yüksek sesi çıkarıyor olması, ona buna gider yapmasıdır, insanları delirten şey.
Geçen gün Nihat Genç, “Muhafazakâr, hükümete yakın bir televizyondan beni aradılar, program teklif ettiler ama kabul etmedim, sizinle hangi noktada uyuşuyoruz, hangi konuda fikir birliğimiz var da program yapacağız, deyip kestirip attım” dedi.
Merak ettim, biraz araştırdım, Nihat Genç’e program teklifinde bulunan muhafazakâr kanal neresidir diye, bir şey öğrenemedim, hâlâ meraktayım.
Ama adamı takdir ettim, helâl olsun…
Karşıda duruyor, adam gibi duruyor, benim parayla pulla işim olmaz, iddialarım var, doğrularım var, senin paranla pulunla satın alacağın şeyler değil bunlar, diyor.
Şimdi bir de bunlara bakın, bunları izleyin, gözlerine bakın ama iyice bakın, hükümetin dibine sokulmuş, pire gibi yapışmış bu asalak takımına bakın!…
Malum kişi, daha önce bir televizyon programına çıkmış, programı sunan gazeteci arkadaşa diyor ki: “Benim medyada yer almamı istemiyorlarsa, beş yılda kazanacağım parayı toplasınlar, bana versinler, ben de çekileyim, beş yıl hiç ortalıkta görünmeyeyim…”
Ağzım açık kaldı…
Birisi de çıkıp, “Yahu bu milletin sana diyet borcu mu var arkadaş, kimsin sen, beş yıllık kazancını hesaplayıp da niçin ödüyoruz sana, hem sonra kime mesaj veriyorsun, kimi tehdit ediyorsun, hükümeti mi, kanal sahiplerini mi, halkı mı, kime diyorsun bunları?” demedi.
Adam açık açık, “Benim konuşmam da, susmam da ücrete tabi, verin paramı, istediğinizi yapayım” dedi.
Kur’ân’a el basarım, en küçük bir değişim rüzgarı essin, bu tayfa bunu hissetsin, ufaktan kayacak karşı tarafa, ekmek nimet çarpsın, öyle olacak, göreceksiniz.
Bu adamlar hangi ata oynayacaklarını, nereden nasıl kazanacaklarını hesaplayan kumarbazdırlar, bunlardan adam mı olur, bunlara köşe mi teslim edilir, bunlara ekran mı verilir, bunlara nasıl güvenilir?...
Bir tane değil ki, bir sürü var, oturmuşlar televizyonlara, ona buna parmak sallıyorlar, tehdit ediyorlar, “Güç bizde, istediğimizi yaparız” diyorlar, “güç” olarak da arkalarına aldıkları şey, milletin, arıyla-onuruyla, namusuyla bir yerlere getirdiği, dik tuttuğu, emek verdiği siyasi iktidar…
O siyasi iktidar, aman milletin emeğine, milletin onuruna, milletin hakkına halel gelmesin diye, belediye başkanlarını değiştiriyor, teşkilatları yeniliyor, köy köy, kasaba kasaba, Anadolu’yu geziyor, “Hatamızı, günahımızı söyleyin, düzeltelim” diyor.
Diğer taraftan davaya(!) hizmet ederken zengin olan malum kişi de, davaya(!) zarar vermemek için bile para istiyor.
“Kazandıklarına say ve sus!...” diyorsun, “Valla zarardayım, susmak için de beş yıllığı peşin alırım” diyor.
Vay anasını yahu, ne günlere geldik, ne laflar duyduk…
Bunu susturmak için kaç kuruş lazım, bir hesaplayın hele…