YAZMAK NİÇİN ''KAHRAMANCA'' BİR İŞ OLSUN?

Yurt Gazetesi köşe yazarı Atilla Akar, son tahliyeler dolayısıyla yazmak ve cesaret ilişkisini ele aldı. Ayrıca “Normalleşme” tespiti yapanları “Erken sevinmekle” eleştirdi.

Meslektaşlarımız Ahmet Şık, Nedim Şener, Muhammet Sait Çakır ve Coşkun Musluk sonunda tahliye oldular. Kendilerine geçmiş olsun diyorum. Darısı diğerlerinin başına. Lakin bir nokta dikkatimi çekiyor. İnsanlar haklı olarak sevinç içinde özellikle Ahmet ve Nedim’i “Kahramanlar”a layık bir şekilde karşılıyor. İyi de yapıyorlar. Başına bu tarz dertler gelmiş insanların yalnız olmadıklarını hissetmeleri önemli. O yüzden gönülden kopan dayanışmalar ne kadar olsa azdır. Burası çok anlaşılır…

Ancak sormadan duramıyorum; gazetecilik-yazarlık niçin “Kahramanca” yahut “Tehlikeli” bir iş olmak zorunda olsun? Eminim, bu arkadaşlara sorsalar “Ne kahramanlığı, biz sadece işimizi yapıyorduk, özgürce yazmak istemiştik!” diyeceklerdir. Doğrudur! Fakat artık yazmak günümüz konjonktüründe ilave riskleri göze almak demektir. O halde mecburi bir “Cesaret” istiyor denebilir!

İlk bakışta yazarlık “Tehlikesiz” ve “Kahramanlık” gerektirmeyen keyifli bir iş gibi görünüyor. Okuyor, araştırıyor, düşünüyor sonra bunları yazıya döküyorsunuz. Şeklen hiçbir “Risk” almanıza gerek yok. (Tek riskiniz sürekli masa başında oturmaktan –benim gibi- kilo almanızdır!) Hatta dışarıdan bakılınca “Kebap meslek” bile sayılabilir.

Halbuki bazı meslekler var ki fazladan “Kahramanlık” ya da “Tehlikeyi göze almak” gerektirebilir. Örneğin alevler içindeki bir binaya girip insanları kurtarma çabasındaki itfaiyeci “Kahramanca” bir iş yapıyor denebilir. Soyguncularla, teröristlerle çatışmaya giren bir polis de öyle. Hele ülkesini savunma durumundaki askerler için hepten geçerli. Hatta yerin yüzlerce metre altındaki grizu riski altındaki madenciler, gökdelenlerin tepesindeki inşaat işçileri, vurgun yeme ihtimalli dalgıçlar, vb.

Dediğim gibi yazmak niçin “Kahramanca” bir iş olsun ki? Özellikle de adının “Demokrasi” olduğu, kâğıt üzerinde “Fikri özgürlükler”in tam teminat altında bulunduğu bir sistemde? Diktatörlükler, totaliter rejimler olsa anlarım. Yok, öyle değilse ya burada “Demokrasi” yoktur ya da demokrasisinde ciddi sıkıntılar var demektir.

Eğer iktidarın şu veya bu kanadına (Anlaşılan o ki, “Otonom kavgalar”a kurban gitme ihtimaliniz de var!) “Ters” bir şey yazdığınızda veya aykırı “Duruş” sergilediğinizde risk otomatik olarak doğuyor demektir. Şayet yemek tarifleri yazmıyorsanız (Hoş, o vakit “Kemalpaşa” tatlısı tarifi yaptınız diye takabilirler!) “Potansiyel” olarak başınız belada sayılır. O zamanda bir “Kulp” bulunup –nasıl olsa herkes dinlendiği için- bir kelimenizi cımbızlayıp, falanca “Merhaba”nızı “İlişki”den sayıp cumburlop içeri atabilirler. Bu anlamda hepimiz -şu veya bu oranda- risk alarak yazıyoruz. Bu “Atmosfer” halen son bulmuş değil!

Aynı nedenle son tahliyeleri hemen “Normalleşme sürecine girildiği” şeklinde yorumlayan kimi meslektaşlarımıza da “Uyarım” olsun. Erken seviniyorlar. Safra da atıyor olabilirler. Boşalan yerleri yenileriyle doldurmak kaydıyla!

İçimden “Kahramanlara ihtiyaç duyan ülkeye lanet olsun!” demek geçiyor. Fakat ülkemi sevdiğim için lanet okuyamıyorum!..


Atilla Akar/Yurt