Yasin Aktay'dan Ahmet Hakan'a jet yanıt: Hakem değil tarafın dibisin, Allah kurtarsın!

Yeni Şafak yazarı Yasin Aktay, tartışma yaratan "Biz saftık cemaate kandık. Ama CHP, FETÖ'yü en başından bu yana biliyordu, Kılıçdaroğlu yargılanmalı" sözlerini eleştiren Hürriyet yazarına cevap verdi.

"Bu noktadan beni anlamanı beklemiyorum" diyen Aktay, Anlasan bile benim için hayırlı bir cümle kurmanı beklemiyorum. Epey ayrı taraflardayız. Çok okunan köşe yazarlığından kurnazca hakemlik rolü çıkarmaya tamah etsen de hakem değilsin, tarafın dibisin" ifadesini kullandı. Aktay, "Ne diyeyim, Allah kurtarsın. Allah doğruyu doğru olarak gösterip tabi olmayı, yanlışı da yanlış olarak gösterip ondan kaçınmayı nasip etsin" dedi.

Hakan, "Bizimkilerin en yeteneklisi' idi. Geleceği parlak idi. Siyasete girdi, hızla yükseldi, AK Parti Genel Başkan Yardımcısı oldu. O şimdi Melih Gökçek’in sadece bir 'tık' üstünde demeçler patlatıyor" dedi. Ahmet Hakan, yazısında "Eh be Yasin Hoca! Madem sonunda böyle olacaktın. Ne diye yıllar boyu kastın ki?" demişti.

Aktay'ın Yeni Şafak'ta "Ah Ahmet Hakan!" başlığıyla yayımlanan yazısı şöyle:

Vah ki vah.
Bir gün de bir cümlenin tamamını anla da tepkini öyle ortaya koy.

Bir gün de bir olayı doğru gör de böyle yorum yap.

Kurulduğun köşeden ahkam kesmenin şehveti aklını başından öyle alıyor ki, hiçbir bakışın hiçbir hakikate değmiyor bile.

Bu noktadan beni anlamanı beklemiyorum.

Anlasan bile benim için hayırlı bir cümle kurmanı beklemiyorum.

Epey ayrı taraflardayız.

Çok okunan köşe yazarlığından kurnazca hakemlik rolü çıkarmaya tamah etsen de hakem değilsin, tarafın dibisin.

Cümlelerin ne doğruları anlamaya ne de doğru tarafta yer almaya adanmış değil, sadece vurmaya kiralanmış sözler.

Çok okunuyorsun, çok tıklanıyorsun, bu da seni sansasyonel düzeyde kalmaya daha fazla ayartıyor.

İyi niyetli olsan da, ki değilsin, o düzeyde kalakalmak daha cazip geliyor. Debelenip durursun ondan sonra, kendini kostak sanarak.

Ne diyeyim, Allah kurtarsın. Allah doğruyu doğru olarak gösterip tabi olmayı, yanlışı da yanlış olarak gösterip ondan kaçınmayı nasip etsin.

Aslında dürüst gazetecilikten zerre eser kalmış olsa, Kılıçdaroğlu'nun bu çelişkisini sen yakalar sen dillendirirsin.Ama bulunduğun ilişki düzeyi seni kıskıvrak bağlıyor, zevahirine oynatıyor, asıl çelişkilerden dikkatleri kaçırmak için öyle kurnazlıklara itiyor.

Bu düzeydeyken sana laf anlatabileceğimi sanmıyorum, ama senin çarpıttığın şekliyle sözlerimi anlamış olabileceklere, olur da anlamak istersen, senin de anlayabileceğin seviyede, “basitleştirerek” bir daha anlatayım:

Kılıçdaroğlu, 15 Temmuz'dan itibaren sürekli FETÖ'yle olan geçmişimizi, ona verdiğimiz desteği diline doladı. 50 yıldır faaliyette bulunan ve AK Parti öncesi her iktidar döneminde ayrıca palazlanmış olan FETÖ'yü neredeyse bizim var ettiğimizi iddia etti.

Doğrusu, FETÖ, AK Parti iktidarında da yoluna sadece “devam etti”. Biz de “henüz” bir suç işlememiş olan, yaptıklarını da Türkiye'ye, Türkçe'ye, eğitime, ülkenin tanıtımına “hizmet” olarak lanse etmekte pek mahir olan bu harekete, yargıyı hükümete karşı bir darbe aracı olarak kullandığı 17 Aralık'a kadar harekete geçmedik..

17 Aralık'tan önce böyle bir harekete karşı koymak için elimizde ne yasal ne de haklı bir gerekçe yoktu ama Kılıçdaroğlu sürekli o dönemde de onların ne mal olduğunu bildiğini bize anlatmaya çalışıyor.

Biz de diyoruz ki, “hadi, sen” 17 Aralık'a kadar onların ne mal olduğunu pek bilmiş idin, biz bilmemiş idik. Ne oldu da bizim de onların ne mal olduğunu anladığımız bir günde, 17 Aralık'ta aynı safta buluşmamız gerekirken sen bir anda onlarla aynı safa geçtin?

Farkımız şu: Biz onlar açık bir suç işlemedikleri dönemde onları destekledik, sen ise onlar suç işlediklerinde onlarla birlikte oldun (sen de Ahmet Hakan, sen de).

Tam 17 Aralık'tan itibaren, yani suçun ayyuka çıktığı gün… Yani Türkiye'nin seçilmiş hükümetine, istikrarına, bağımsızlığına, geleceğine karşı ele geçirmiş olduğu yargı erkini ahlaksızca, haince kullanıp darbe yapmaya kalkıştığı gün… Kılıçdaroğlu, mücrim olduğunu, suçlu olduğunu bu ifadeleriyle itiraf ettiği FETÖ ile tam bir ortaklığa girdi.

(Hadi artık itiraf et Ahmet Hakan, senin de yıllardır hiç hazzetmediğini çok iyi bildiğim, ama bir süredir başlamış olan bu yapıya muhabbetin 17 Aralık günü tavan yaptı ve o günden itibaren onların değirmenine az su taşımadın. Sahip olduğun “çok okunan yazar”, “iyi ratingi olan TV sunucusu” avantajlarını sonuna kadar onların “hizmetine” tam da bunlar bu iğrenç haltı yedikleri zaman sunmaya başladın).

O saatten sonra başlayan ortaklık CHP'nin bütün unsurlarıyla FETÖ'ye verdiği desteğe, FETÖ'nün de peşinden yaşanan tam 4 seçimde CHP'ye verdiği tam desteğe dönüştü. Medyasıyla, sosyal medyasıyla, yargısıyla, polisiyle...

Öyle üst düzey bir ortaklıktı ki bu, aranıza HDP'yi de, PKK'yı da aldınız ve seçimlerde hep birlikte AK Parti'yi “pek iyi salladınız”. Bu arada bu ortaklıktan terör azmış, ülke bütünlüğü büyük saldırı almış, şehitler olmuş, umurunda mı?

Şimdi buraya kadar olanı daha iyi anlayasın diye farkı bir daha anlatayım mı?:

Bizim birlikteliğimiz onların suçlarıyla değil, “hizmet” dedikleri, hepsi de “yasal” faaliyetlerine kadar iken sizin birlikteliğiniz onların suç işledikleri yerde başlıyor.

Bize söyleyecek sözünüz yok, verecek hesabınız var. Onların suçlu olduğu bilinerek yapılan bir ortaklık bu. Taammüden, tasarlayarak, suç işleme kastıyla bir araya gelerek yapılmış bir ortaklık. Daha nasıl anlatayım?

Biz onların sadece yasal düzeydeki faaliyetlerini onaylıyor ve destek oluyorken, siz onları aleni darbe suçunu işlediklerinde desteklemeye başlıyorsunuz. 17 Aralık'tan önce de suçlu olduklarını bildiğinizi bizzat, mütemadiyen söylediğiniz bir yapıyı…

Aşikar bir suç ortaklığınız var yani. Ne diyorlar hukuk dilinde bilirsiniz: Cürmü meşhut.

NOT 1: Senin için mümkün mertebe kısa cümleler kurmaya çalıştım Ahmet Hakan. Bunları bile okuyamaz, anlayamazsın biliyorum. Ama bizdeki de bir umut işte. Allah tüketmesin…

Can Dündar'la fotoğraflarım

Türkiye'ye karşı casusluk faaliyetleri ve FETÖ işbirlikçiliğinden dolayı hakkında yakalama kararı verilmiş olan Can Dündar soluğu kendilerine ajanlık yaptıklarının yanında aldı. Oradan Türkiye'ye karşı kin ve nefretini kustukça el üstünde tutuluyor.

Bunda anlaşılmayacak bir şey yok. Biz olayı gayet iyi okuyoruz, at izinin it izinden net bir biçimde ayrışmasını hayretle ve şükürle izliyoruz.

Verilmiş sadakamız varmış.

Kimini iyi takiyye yapıyor diye “hizmet ehli”, kimini “çok okunuyor” diye iyi yazar, kimini çok “ağlak” diye iyi hümanist sanmışız.

Doğruları doğru olarak gösterip onlardan koruyana şükürler olsun.

Ona sarf ettiğim sözlerden dolayı benim tam 11 yıl önce, kendisiyle hayatımdaki ilk ve tek görüşmem esnasında FETÖ başıyla çekilmiş fotoğrafımı gösterip “biri bana cemaatçi mi dedi?” diye sormuş.

Aman ne kadar zekice, ne kadar büyük bir buluş, aman Allah!

Çok mu aradın o fotoğrafı bulmak için Can?

Çok mu uğraştın o pek zekice cümleyi kurmak için?

Demek Ahmet Hakan'dan da beteri varmış.

Hepsi birden geldiğine göre, bir nasırlarına basmış olmalıyım.

Cevaba değmez elbet, ama oldu olacak onu da aradan çıkaralım.

Behey Can Dündar, benim seninle de çekilmiş yığınla fotoğrafım var, dostun Ahmet'le de. Ama bu, seninle şimdi, ve resmi çektirdiğimiz esnada, fersah fersah ayrı dünyalardan olduğumuz gerçeğini değiştirmiyor.

Seninle aynı karede resimlerimiz seni şu anda ülkene, milletine, vatanına ihanet içinde olmaktan kurtarmadığı gibi beni size karşı tavizsiz mücadeleden alıkoymuyor.