Adalet ve Kalkınma Partisi, 2002 seçimlerinde “3 Y’yi yok etme” vaadi ile iktidara gelmişti…
Yoksulluk…
Yolsuzluk…
Ve yasaklar!
Aradan 21 yılı aşkın bir süre geçti…
*
Yoksullukta o günleri mumla arar hale geldik…
Birleşmiş Milletler 2023 Sürdürülebilir Kalkınma Raporu’na göre nüfusumuzun yüzde 98’i… Diğer bir deyişle 83 milyon kişi yoksulluk sınırının altında yaşıyor.
Bu insanların yüzde 60’ının durumu ise bırakın yoksulluğu, açlık sınırının bile altında… Tam 51 milyon kişi, açlık sınırının altında bir gelirle günlük yaşamını sürdürüyor.
İnsanlar iş bulmaktan çoktan vazgeçmiş durumda; iktidarın “sosyal yardım” adı altında verdiği ama parti teşkilatları aracılığıyla dağıttığı yardımlarla yaşamaya çalışıyor.
“Ya bu yardımlar da kesilirse” korkusuyla, kendisini bu denli yoksullaştıran iktidara oy yağdırmaya devam ediyor.
*
İkinci vaat olan “yolsuzluk”ta ise sınır tanınmıyor… Uluslararası Şeffaflık Örgütü’nün geçen yıl yayınlanan raporuna göre Türkiye’de yolsuzluk inanılmaz bir oranda arttı. Öyle ki güzel ülkemiz Yolsuzluk Algı Endeksi’nde son 10 yılın en düşük puanını aldı ve 180 ülke arasında 101’inciliğe kadar geriledi.
Aslında yolsuzluğun ne kadar arttığını, kara ve kayıt dışı paradaki büyük patlama net bir şekilde gösteriyor… Merkez Bankası’nın açıkladığı verilere göre kaynağı belirsiz paraların ülkemize girişi 2021’de 20, 2022’de 40, 2023’te ise 65 milyar doları aşmış durumda… Ülke, dünya çapında bir “mafya yerleşkesi”ne dönüştü. Son günlerede yapılan operasyonlarda yakalanan dünyanın en önemli uyuşturucu baronları, üykemizden gayrimenkul alarak “vatandaşlık”, dolayısıyla dokunulmazlık zırhına bürünmeyi başardı.
AKP’nin iktidara geldiği yıllarda en büyük derdimiz otopark mafyası iken bugün dünyanın sayılı kaçakçılık ve kara para cenneti haline geldik.
Ha; bu arada ölçülemeyen rüşvetleri, ihalelere karıştırılan fesatları uruttuğumu da sanmayın!
*
Ve sonuncu vaat: Yasaklar!
Bu konuda size bildiklerinizi sıralamayacağım. Yani dünya basın özgürlüğü sıralamasında düştüğümüz içler acısı hali, olur olmaz her fırsatta içeri tıkılan gazetecileri, iktidarın piyonu haline gelen yargıyı, susturulan aydınları, her geçen artan yaşam tarzı dayatmalarını anlatmayacağım.
Sadece RTÜK’ün “milli ve manevi değerlere, genel ahlaka ve ailenin korunması ilkesine aykırı bulduğu” ve yayın durdurma cezası verdiği Kızıl Goncalar dizisini hatırlatacağım.
Takdiri diziyi izleyenlere bırakıyorum ama RTÜK üyelerinin milli ve manevi değerlerden, genel ahlaktan ve ailenin korunması ilkesinden ne anladıklarını da çok merak ediyorum.
Çünkü bu dizinin yayınlanan iki bölümünü defalarca izleyen biri olarak rahatlıkla söyleyebilirim ki tarikatların kadına ve çocuğa yönelik insanlık dışı baskıları anlatılıyor bu dizide…
Dini kendi sahsi çıkarlarına alet eden bazı yobazların gerçek yüzü sergileniyor.
Dizi, ailenin korunmasına zarar vermek yerine, ailelerini tarikatların oyuncağı haline getiren bazı zavallıları teşhir ederek, aile kavramının korunmasına hizmet ediyor…
Milli ve manevi değerleri, genel ahlakı zedelemek bir yana; açıkça bunları korumaya ve savunmaya çalışıyor.
Çünkü bizim milli ve manevi değerlerimizde kadını dövmek, müritleri köleleştirmek, dini ticaret alet etmek yok!
*
RTÜK’ün yasağı neyse de İdare Mahkemesi ve Bölge İdare Mahkemesi’nin bu kararı onaması, ülkemizde “yasakçı” zihniyetin nerelere kadar geldiğini gösteriyor ve geleceğe dair umutlarımızı azaltıyor.
Demek ki bu ülkede artık tarikatlara, halkın dini duygularını sömürenlere, dinimizi kullananlara hiçbir “yasak” yok; ama tüm bunları anlatmak “yasak!”
*
Ne yalan söyleyeyim; bölge idare mahkemelerinin verdiği dünkü karara kadar bu ülkeden giden gençlerimizi anlamıyor; hatta suçluyordum.
Galiba haklılar…
Yasakların sınır tanımadığı, yolsuzluğun patladığı ve yoksulluğun kader haline getirildiği bir ülkede neden gençliklerini harcasınlar ki?