''YAHUDİ SEVGİLİ'' İMAJI MAZİNİ KARARTMAYA YETMEDİ Mİ? SENİN ŞEREFİN NERDE?

Naipaul'un Avrupa Yazarlar Parlamentosu'nun onur konuğu olarak davet edilmesine karşı çıktığı için Eyüp Can tarafından eleştirilen Salih Tuna'dan zehir zemberek cevap...

25-27 Kasım'da İstanbul'da gerçekleşecek Avrupa Yazarlar Parlamentosu'na Müslümanlar için "parazit" diyen Nobel ödüllü yazar Naipaul'ün onur konuğu olarak davet edilmesini protesto ettiği için Radikal Genel Yayın Yönetmeni Eyüp Can'ın eleştirilerine muhatap olan Yeni Şafak yazarı Salih Tuna bugünkü köşe yazısında Can'ı adeta topa tuttu. İşte o yazı...

'Senin şerefin nerde?'

Envaiçeşit şeref telakkisi var. En çarpıcı olanı da bence Ebu Süfyan’a ait: Savaştan kaçtığı için "Senin şerefin nerde?" diye sorulmuştu da, "Benim şerefim develerimin sırtında" demişti hani.

Naipaul da, "Aha benim şerefim" diyerekten, 2001’de aldığı "Nobel Edebiyat Ödülü"nü gösterirse kim ne diyebilir ki!

Demem o ki:

"Şeref konuğu" olarak davet edilmesi üzerine, "Bu şerefsizin burada ne işi var?" tepkisini koyduk ama elbette Naipaul’un da kendisine göre bir "şerefi" var.

Dolayısıyla malum zevatın panik yapmasına gerek yok. "Şeref-âver" konumunda davet ettikleri "muhteremden" doyasıya "şerefyab" olabilirler.

Lakin...

Bir dini aşağılayan ve o dinin bütün müntesiplerine nefret dolu ifadelerle hakaret eden bir adamın (bin tane Nobel alsa da) benim şeref telakkimde yeri yok.

Zira böylesi bir adamın yaptığı en hafif ifadeyle "kültürel ırkçılıktır."

Irkçılığın her çeşidi de "ayağımızın bodrumundadır."

Hilmi Yavuz dünkü yazısında, "Naipaul’un davet edilişini ’hoşgörü’ adına savunanlar, aslında ’hoşgörü’yle değil, ’ressentiment’la davranıyorlar..." diyor.

Üstadın demesine bakacak olursak, "ressentiment", "insanın bükemediği eli öpmesi" demek.

Nietzsche’nin "efendi ahlakı"nın karşısına koyduğu "köle ahlakı" da zaten "ressentiment" duygusundan neşet eder.

Baskı altında uzlaşmanın da hem korkakça, hem de sahtekârca olduğunu Adorno söylememiş miydi?

Hulasa, baskının hiçbir şekli, ırkçılığın hiçbir çeşidini hoş görmemizi muhterem kılmaz.

Gelgelelim "entelektüel sindirim sistemi" her şeyi hazmedecek kadar "laçkalaşmış" olanlar için herhangi bir baskıya gerek yok.

Laçkalıklarını hoşgörü diye yutturmaya kalkışmasınlar kâfi.

Ayrıca, bir Müslüman için hoşgörünün sınırları muhayyel değildir.

Allah’ın adının bolca zikredildiği havraların ve kiliselerin güvenliğinden de Müslümanları sorumlu tutar Kur’an.

Ama...

Hoşgörülü olmak adına biraz Yahudi, biraz da Hıristiyan olun demez.

Öyle deseydi...

Mahsun Kırmızıgül biraderimizin "New York’ta Beş Minare" filminde "Bakın işte aynı Allah’a inanıyoruz; kızımın nikah töreni kilisede yapılıyor, eşim de Hıristiyan," demeye getiren "Hacı Gümüş" karakterini anlardık.

Halbuki...

Hoşgörü timsali Hazreti Pîr Efendimiz, "Ne olursan ol yine gel" demiştir; "Çok yorulma, biraz da ben geleyim" falan dememiştir.

Bir insanın hakkına hukukuna riayet etmek ondan olmayı veya ona benzemeyi gerektirmez.

Köle ahlakının tezahürü de güç kuvvet sahibinin rengine boyanmak; güç kuvveti eline geçirince de alemi kendine köle yapmaktır.

Kulaktan dolma bilgilerle "İslamofobi"nin çanına ot tıkayacağını zanneden Mahsun kardeşimiz hiç değilse iyi niyetli.

"Entelektüel sindirim sistemi"nden dem vuran genel yayın yönetmeninin derdi ne, o da belli değil.

Bu saçmalıklar nedir Allah Aşkına: "Davetliler arasında Yaşar Kemal ve Adalet Ağaoğlu da var(...) ’Müslüman Türkiye’yi ’Hıristiyan Avrupa’nın dışına itmeye çalışan siyasi söylemlere edebiyatın sınır tanımayan hayal gücüyle cevap verecekler. / Tabii eğer verebilirlerse... / ’Bu şerefsizin burada ne işi var?’ baskısıyla sindirilmezlerse..."

Gördüğünüz gibi ortada bir "sindirim" var besbelli, ama "sistem" var mı, işte orası netameli.

Hadi gündüz gözüyle bizi yiyip bitirecek de, bu kadar da ne dediğini bilmezlik olur mu?

Hayır yani, Naipaul’un "onur konuğu" olmadığı bir toplantıda insanlar toplanıp "edebiyatın sınırlarını"(ne demekse?) konuşamıyorlar mı?

"Müslüman Türkiye"yi "Hıristiyan Avrupa’nın dışına itmeye çalışan söylemlerin" kültürel zeminini oluşturanlardan biri de Naipaul değil mi?

Arkadaşımız madem Edward Said’den bahsediyor, her şeyden evvel oryantalizmin entelektüel bakımdan "şerefsiz bir saha" olduğunu da öğrenmesi gerekmez miydi?

Bu saha elemanlarından birinin "onur konuğu" olarak davet edilmesini protesto etmeyi, "edebiyatın sınırlarının" konuşulacağı toplantıyı sindirmek şeklinde sunmakla, kime neyin sinyalini veriyor?

Hilmi Yavuz’u veya Salih Tuna’yı bağnazlıkla suçlayacak kadar hoşgörülüyüm demekle neyi elde edecek?

"Yahudi sevgili" imajı "başörtülü eşli / muhafazakar mazi"sini karartmaya yetmedi mi?

Anlaşılan o ki "entelektüel sindirim sistemi" gibi soyutlamalar arkadaş için oldukça "X - Large."

Bunun için olsa gerek "entelektüel tavrın" hep hazmetmekten geçtiğini zannediyor.

"Sindirim sistemine" o kadar meraklıysa işe soyuttan değil, somuttan başlasın.

Mesela, Michel Onfray marifeti, "Filozofların Karnı" fena bir başlangıç sayılmaz.

Salih Tuna/Yeni Şafak

EYÜP CAN NE YAZMIŞTI? OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ