VEDA FİLMİ HAŞMET BABAOĞLU'NU NEDEN HAYAL KIRIKLIĞINA UĞRATTI?

Can Dündar'ın belgeseli "Mustafa" gibi Zülfü Livaneli'nin "Veda" filmi de çok konuşulacak.Şimdiden başladı bile...

Veda'da iki önemli nokta

Şimdiden belli...
Tıpkı Can Dündar'ın belgeseli "Mustafa" gibi Zülfü Livaneli'nin "Veda" filmi de çok konuşulacak.
Şimdiden başladı bile...
Bir yanda filmi seyredip bir kalemde silip atanlar; diğer yanda "oğlum ağlama krizine girdi, demek ki güzel film" diye alkış tutanlar...
Bir de malum çevre var; filme yapılan en küçük eleştiriyi Atatürk düşmanlığının belirtisi olarak görenler yani...
Ben şimdi bütün bunları bir yana bırakıp "Veda" filmindeki iki noktanın altını çizmek istiyorum.

***
Birincisi...
Atatürk'ün ruhunun annesiyle "barıştığı" bu dünyadan ötekine geçiş sahnesi...
Bu sahneden etkilenmemek, bu sahneyi hissetmemek, sevmemek imkânsız.
O sahnede küçük, ergen, genç adam ve ölüm döşeğindeki ayrı ayrı Atatürk'lerin cennet bahçesinde bir çardakta oturan Zübeyde Hanım'a doğru ilerleyişi ve çocuk Atatürk'ün annesinin kucağına yatışı öyle güzel ve etkileyici ki!..
Resmi tarih hiçbir zaman bu konudan hoşlanmadı. Hatta benim gençliğimde Atatürk'le annesi arasındaki çatışmalı ilişkiyi anlatan biyografilerin ülkeye girmesi yasaktı.
Oysa Atatürk'ün annesinin yeniden evlenmesine bozulduğu bilinir. Bu yüzden mi yatılı askeri okulu tercih etmişti, yoksa evden uzak olsun diye mi, o okula yazdırılmıştı, yorumlar çeşitlidir.
Ancak annesinin "baskın" karakterinin ve hem Fikriye'yi hem de Latife Hanım'ı bir türlü benimsemeyişinin Atatürk'te derin kırgınlıklara yol açtığı bilinir.
Bazı tarihçiler Zübeyde Hanım'ın vefat haberini almasına ve İzmir'e çok yakın olmasına rağmen Atatürk'ün yurt gezisini iptal etmeyişini de bu kırgınlığa bağlarlar.

***
Gelelim ikinci noktaya...
Yani "Veda" filminde beni hayal kırıklığına uğratan şeye...
Film Atatürk'e tutkuyla bağlı Salih Bozok'un anıları üzerine kurulu.
Atatürk'ün Fikriye ve Latife Hanım'la ilişkilerini mercek altına alan tümüyle "yetişkin işi" bir öyküsü var. Ama sıra Atatürk'ün çocukluğunu anlatmaya geldiğinde ilkokul kitaplarındaki "masalcılığa" başvurulması bir tuhaf!
Birdirbir oyununda bile eğilmeyen, falakada "ah" demeyen, sokakta askercilik oynarken "düşmanlarını" her seferinde yenen çocuk Mustafa tasvirine ne gerek vardı? (Üstelik nasıl derme çatma sahnelerdi onlar!)
Bütün toplumlar önderlerini mistik bir hale içinde sarıp sarmalarlar. Normaldir bu!
Ama hani bazen insan istiyor ki...
Bir film de çıksın...
Mustafa Kemal'i içli ve yalnız bir çocuk olarak efsaneleştirmeden anlatsın! Hele yatılı okuldaki o muazzam yalnızlığını, kendisinden küçük Enver'in iki sınıf daha yukarıda mezun oluşunun etkilerini falan...
Çünkü onu Atatürk yapan dinamikler asıl buralarda saklı!

Haşmet Babaoğlu/SABAH