Ve Hilmi Özkök konuştu: Fethullahçıları ordudan atmadım çünkü...
24’üncü Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral Hilmi Özkök, SÖZCÜ Gazetesi Ankara Temsilcisi Saygı Öztürk’e konuştu...
2002-2006 yılları arasında Genelkurmay Başkanlığı yapan Hilmi Özkök, hakkındaki “TSK içindeki FETÖ’cüleri temizlemedi” eleştirilerine yanıt verdi. "O zaman adı Cemaat olan Fetullahçılık kanunen suç değildi" diyen Özkök, "Kanunun suç saymadığı bir konumda olan kişiye ‘Ordudan atmak' gibi ağır bir ceza verilebilir mi?" diye sordu.
Sözcü'den Saygı Öztürk'ün haberine göre Özkök'ün açıklamaları şöyle:
Bu süreçte beni en çok inciten; askeri kanunları, komuta kontrol ilişkilerini ve karargâhlardaki hiyerarşik yapı ile çalışma usullerini bilmeyen bazı genç medya mensuplarının, sosyal medya kullanıcılarının haksız ve saygı hudutları dışına çıkan suçlamaları oldu. Önceleri ‘Varsın desinler, gönülleri hoş olsun' dedimse de bunların yoğunluğu o kadar arttı ki eşim, çocuklarım, torunlarım ve sevenlerim acı çeker oldu. Basına saygım ve şahsi prensiplerim gereği hiçbir basın mensubu hakkında ne tazminat ne de ceza davası açtım. Bu tutumum maalesef bazılarını cesaretlendirdi.
“Bir yazar sözüm ona Fetullah'a ‘Ordunun tavrı ne zaman değişir, ne zaman demokratikleşir?' diye sormuş, Gülen de ‘Eğer Hilmi Özkök Genelkurmay Başkanı olursa' cevabını vermiş. Soruyu sorduğu iddia edilen yazar bu iddiayı 26 Şubat 2005'te yazısında yalanlamıştı. Ancak bu iddia birileri tarafından gerçekmiş gibi gündeme oturtuldu. Soran başka, cevaplayan başka, aleyhinde yorumlanan ben Hilmi Özkök!
"Fetullahçı olduğunu bildiğim hiçbiriyle konuşmadım"
Amaçları, hükümetle kavga etmediğim için, benimle kavga eden birilerinin beni irticacı, Fetullah'a yakın göstererek etkisizleştirmek, yıpratmak istemeleridir. Benim Fetullah veya Fetullahçılar için söylediğim, onları metheden bir laf bulamazlar. Yurt dışı gezilerimde okullarından hiçbirini ziyaret etmedim. Fetullahçı olduğunu bildiğim hiçbiriyle konuşmadım. Ne bankalarına para yatırdım ne de gazetelerini okudum. Bu konularda bir yanlışım olsaydı bazılarının neler yapacağını tahmin edebilirsiniz.
"MGK konuşmaları gizlidir, açıklanamaz"
2004 Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısında, o günkü adıyla ‘Gülen Cemaatinin' tehlike ve ulaştığı imkân, kabiliyetleri ve alınması gereken tedbirler konusunda TSK adına ve şahsen onayladığım değerlendirme konuşmasıdır. Bu konuşma Fetullah yapılanması hakkında MGK kayıtlarında yer alan resmiyet kazanmış görüşlerimdir. Bana Fetullahçılara yakın diye iftira edenlerinki gibi safsata değildir. Bana bu yönde atılan iftiralara karşı ben ‘MGK da bu konuşmayı yaptım' diye kendimi savunmadım ve bu acılara ailece katlanma sabrını gösterdim. MGK konuşmaları gizlidir, açıklanamaz. Daha sonra bu konuşmam her nasılsa önce Taraf Gazetesi'nde yayımlandı, sonra Milliyet Gazetesi'nin bir saygın yazarının makalesinde, son olarak da bir siyasi partinin (CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu) sayın Başkanı'nın kürsü konuşmasında aleniyet kazandı.
TBMM'nde Darbeleri Araştırma Komisyonu'ndaki ifadem sırasında bir milletvekili MGK'da bu konuşmayı yapıp yapmadığımı sordu. Konu aleniyet kazandığı ve bir milletvekili tarafından TBMM'nde sorulduğu için ‘Evet' cevabını verdim. Malum olduğu üzere MGK kararları hükümete tavsiye niteliğindedir. Bunları uygulayıp uygulamama hükümetin takdiridir. Bunun sonuçlarının izlenmesi benim görevim ve yetkim değildir.
"MİT, düşünce sistemlerine bulaşanları bize bildiriyordu"
Evet, bana diğer bir yanlış yüklenme de görevim sırasında Fetullahçıları ordudan atıp atmadığımdır. Aslında diğer bazı komutanlara da aynı konuda sorular yöneltiliyor. 2002-2006 yıllarında o zamanki adıyla ‘Cemaat' olan Fetullahçılık, kanunen bir suç değildi. Kanunun suç saymadığı bir konumda olan kişiye ‘Ordudan atmak' gibi ağır bir ceza verilebilir mi? Ancak biz İstihbarat organlarının (MİT ve Emniyet İstihbarat birimleri) bu gibi yapılara veya düşünce sistemlerine bulaşanları bize bildirdiğinde veya biz böyle bir duruma vakıf olduğumuzda bu kişilerin hem askeri hem de irticai örgüt bağlantılarından emir aldıklarını değerlendirerek ‘Disiplinsizliklerine' kanaat getirdik. Bu nedenden dolayı Yüksek Askeri Şura (YAŞ) kararıyla ordudan ihraç etmekteydik.
Anayasa gereği YAŞ kararları yargı denetimi dışında tutulduğundan, ihraç edilenler yargıya başvuramıyorlar düşüncesiyle o zaman YAŞ üyesi Başbakan ve Milli Savunma Bakanı kararlara şerh koyuyorlardı. Umarım şimdilerde ‘Fetullahçılar niye atılmıyordu' diyenler bu açıklamalarımı düşünürler. Eylemler, vuku buldukları zaman ve koşullar içinde değerlendirilmeli. Benim FETÖ'nün evveli ve sonrasıyla hiçbir ilişkim olmadı. “I” harfi gibi çizgisi belli biriyim. Hayatımda hiçbir zaman “S” harfi gibi olmadım. Hiçbir işimi birileri beni beğensin diye değil, görevim olduğu için yaptım.
"Sivri sinekleri bertaraf ettik bataklığı ise kurutamadık!"
Zararlılar ünlü söylemde belirtildiği üzere ‘Bataklıktaki sivrisinekler' gibidir. Bataklık kurutulmadıkça yok edilemezler. Şimdi bazıları TSK'yı ‘Niçin atmadınız, ne yaptınız?' diye sorguya çekiyor. Biz elimizden geldiği kadar sivri sinekleri bertaraf ettik. Ancak uzun yıllardır var olan bu bataklığı biz kurutamadık. Bana, “TSK'da bu kadar çok Fetullahçı olduğunu, bunların 15 Temmuz hain darbe girişiminde bulunabileceğini bekliyor muydunuz?” diye soruyorsunuz. Ben 2002-2006 dönemini ve birkaç yıl öncesini değerlendirebilirim. Kuvvet Komutanlıkları ve Genelkurmay Başkanlığı'nın irticai örgütlerle ilgili İstihbarat yetki, sorumluluk ve teşkilatı yoktu. TSK İstihbarat Birimleri sadece savaş istihbaratı konularında faaliyet gösterir.
"Hâlâ bana taş atıyor, suçlanıyorum"
Balyoz davasında tanıklığa çağrılmamam konusu da tartışılıyor. Emekli olalı hemen hemen 14 yıl oldu. ‘Balyoz' davasında tanıklık yapmamışım diye önüne gelen hâlâ bana taş atıyor, suçlanıyorum. Ben çağrı üzerine Ergenekon Davası için soruşturma yapan savcılara İzmir Adliye Sarayı'nda tanık olarak yedi sayfa ifade verdim. İki defa çağrı üzerine İstanbul Adliyesi'nde Ergenekon Davası'na bakan mahkemede tanık olarak ifade verdim.
"Mahkeme beni ısrarla ifadeye çağırmıyordu"
İstanbul Adliyesi'nde Ergenekon Davası'na bakan mahkemedeki ifadem sırasında bir avukat, Balyoz Davası'yla ilgili bir soru sormak istedi. Çünkü Balyoz Davası'na bakan mahkeme, arkadaşlarımın ısrarlı başvurularına rağmen beni ifadeye çağırmıyordu. Hakim, bu sorunun davayla ilgili olmadığını, şayet istersem bu soruya cevap verebileceğimi söyledi ve ben Balyoz Davası konusundaki malûm, olumlu ve doğru ifadeyi verdim. Bu ifadem sonradan resmen Balyoz Davası'nın yürütüldüğü mahkemeye gönderildi. Beni ısrarla tanık olarak davet etmeyen bu mahkemeye nasıl ‘sanık tanığı' olarak gidebilirdim? Bilindiği üzere böyle gidenleri Balyoz Mahkemesi dinlemedi.