Vatan yazarından çarpıcı yorum; Balyoz Gülen cemaatinin başın(d)a patladı
Ruşen Çakır cemaatin başında patlayan Balyoz Davası'nı yazdı ve şu çarpıcı yorumu yaptı: Balyoz cemaatin kafasında patladı!
Vatan gazetesi yazarı Ruşen Çakır Balyoz Davası'nın cemaatin başına patladığını yazdı. AYM'nin Balyoz davası kararında içiçe geçmiş iki siyasi kararın bulunduğunu söyleyen yazar, cemaatin gücünün iyice azaldığını söyledi.
Bütün günahın cemaatin üzerine yıkıldığını ancak, cemaatin tüm bunları iktidarın teşvik ve desteğiyle yaptığını dile getiren Ruşan Çakır, o süreçte emniyet-yargı-medya birleşmesini "Bermuda şeytan üçgeni" olarak tanımlıyor.
Yaşananları "Önce Cemaat’in emniyet içindeki bağlantıları deliller topluyor, bulamadıkları zaman deliller üretiyor; sonra bunları medyadaki uzantılarına servis ediyor; medyanın bunları haberleştirmesinin ardından (daha baştan her şeyden haberdar olan) savcılar harekete geçiyor; savcıların talimatıyla polis operasyon yapıyor; nihayet zanlıların büyük kısmı, "güvenilir" yargıçların nöbetlerinde tutuklanıyordu." diye özetleyen Çakır'ın yazısı şöyle:
BALYOZ DAVASI CEMAATİN BAŞINA PATLIYOR
Anayasa Mahkemesi’nin Balyoz kararının içiçe geçmiş iki siyasi sonucu söz konusu:
Balyoz Gülen cemaatinin başına patlıyor, yani Balyoz Davası’ndaki tüm haksızlık, usulsüzlük ve hukuksuzlukların tek sorumlusu olarak Cemaat gösteriliyor.
Balyoz Gülen cemaatinin başında patlıyor, yani kısa süre öncesine kadar Cemaat’in gücüne güç katmış olan Balyoz Davası, bundan böyle onun gücünün iyice azalmasına vesile olacağa benziyor.
BERMUDA ŞEYTAN ÜÇGENİ
Sırayla gidelim. Hafızlarımızı fazla zorlamaya gerek yok. 4.5 yıl önce, 20 Ocak 2010 günü Taraf Gazetesi’nin manşetiyle start verilmiş, aynı yıl Haziran ayında ilk duruşma yapılmış, iki yıl sonra Eylül ayının sonlarına doğru mahkeme 365 sanıktan 325’ine ağırlaştırılmış müebbet cezası vermişti.
Türkiye gibi adaletin yavaş işlediği bir ülke için şaşırtıcı derecede hızlı sonuçlanmış bir davaydı Balyoz. Çünkü Ergenekon Davası’nda ilk kez kendini göstermiş olan emniyet-yargı-medya üçgeni bu sefer daha etkili bir şekilde devreye girmişti. İçine aldığı kişi ve kurumları hızla itibarsızlaştıran ve onlara bu dünyada cehennemi yaşatan bu "Bermuda şeytan üçgeni" hiç tartışmasız Fethullah Gülen cemaatinin ürünüydü. Önce Cemaat’in emniyet içindeki bağlantıları deliller topluyor, bulamadıkları zaman deliller üretiyor; sonra bunları medyadaki uzantılarına servis ediyor; medyanın bunları haberleştirmesinin ardından (daha baştan her şeyden haberdar olan) savcılar harekete geçiyor; savcıların talimatıyla polis operasyon yapıyor; nihayet zanlıların büyük kısmı, "güvenilir" yargıçların nöbetlerinde tutuklanıyordu.
CEMAAT BU SÜRECİ İKTİDARIN ONAYIYLA YÜRÜTTÜ
Ama bu anlattığımız haliyle senaryo eksik kalır: Cemaat bütün bu süreci siyasi iktidarın bilgi, onay, hatta teşvikiyle yürüttü. Öyle ki, hükümetin, bir aşamadan sonra rahatsızlığını alenen dile getirmesi üzerine bu operasyon dalgalarının bir süre daha sürüp bittiğine tanık olduk.
Öte yandan, gerek Ergenekon, gerek Balyoz süreçlerinde Cemaat sadece hükümetten değil, başta iktidar partisinin tabanı olmak üzere farklı toplumsal kesimlerden, içerde ve dışarda bazı güç odaklarından büyük destek ve takdir aldı. Fakat 17 Aralık 2013 gününde alenileştiği gibi bu ittifak uzun süre önce dağılmış durumda. Başbakan Erdoğan Cemaat’i bir suç, casusluk, hatta bir şekilde terör şebekesi olarak tanımlamaya başlayınca, doğal olarak ona destek verenlerin Ergenekon, Balyoz gibi davalara bakışı da büyük ölçüde değişti. Buna bağlı olarak AYM kararına ciddi bir itiraz dile getirilmiyor, fatura tamamen Cemaat’e yıkılmak isteniyor ve "çok safmışız" veya "aptal gibi kendimiz kullandırmışız" gibi bir yerden sonra hiçbir anlamı olmayan günah çıkartmalarla sorumlulukların üstü örtülmeye çalışılıyor. Ve şu ana kadar yaşananlara bakıldığında, garip bir şekilde bu üslup pekala iş görüyor.
CEMAAT YALNIZLAŞTIKÇA KAYBETMEYE BAŞLADI
AYM kararının Cemaat üzerinde balyoz etkisi yaratacak olması bahsine gelecek olursak: Yakın zamana kadar kabaca iki görüş çarpışıyordu: Her taşın altında darbe aramak ile her taşın altında Cemaat aramak.
Dünün galibi hiç tartışmasız, tasfiye etmek istediklerini darbeci diye yaftalayan hükümet, Cemaat ve onların müttefikleriydi. Ama yollar ayrıldıktan sonra işler değişti. Arkasında siyasi iradenin desteği olmadığında Cemaat’in gücünün bir sınırı olduğu anlaşıldı. Gelinen noktada, yani bugün her taşın altında Cemaat aramak (ve tabii ki bulmak) geçer akçe. Yani dünün galiplerinden Cemaat yalnızlaştıkça kaybetmeye başladı.
AYM kararının bu kaybı daha da artıracağı muhakkak zira Cemaat’in artık kimseyi kolay kolay "darbecilerle mücadele ediyorum" diye yanına çekebilmesi artık mümkün gözükmüyor. Dün mağdur ettiklerinin, ellerinde kalan güçlerini Cemaat’e karşı seferber etmeleri, hele "paralel yapı"ya karşı mücadelesinde Erdoğan’a destek olmaları halinde Cemaat’in kayıpları artacaktır.
MEZARDAKİLER KALKIP OY KULLANINCA...
Fethullah Gülen 12 Eylül 2010 referandumu öncesinde şunları söylemişti: " Değil sadece kadını erkeğiyle, çoluğu çocuğuyla ve dünyanın dört bir yanına dağılmışıyla hayatta olan insanları, imkân olsa mezardakileri bile kaldırarak o referandumda ‘EVET’ oyu kullandırmak lazım. Mezardakiler bile kalksın. Ben zannediyorum kalkarlar da.. ben zannediyorum ruhları koşar da. Çünkü demokrasi adına çok önemli bir adımdır."
Gülen’in siyasetüstü konumunu riske atarak coşkuyla destek olduğu referandumda kabul edilen AYM’ne kişisel başvuru hakkının 4 yıl sonra kendisini ve cemaatini epey zor durumda bırakacak sonuçlara yol açmış olmasını "demokrasinin cilvesi" olarak gören de çıkacaktır, "takdir-i ilahi" yorumu yapan da...
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Bütün günahın cemaatin üzerine yıkıldığını ancak, cemaatin tüm bunları iktidarın teşvik ve desteğiyle yaptığını dile getiren Ruşan Çakır, o süreçte emniyet-yargı-medya birleşmesini "Bermuda şeytan üçgeni" olarak tanımlıyor.
Yaşananları "Önce Cemaat’in emniyet içindeki bağlantıları deliller topluyor, bulamadıkları zaman deliller üretiyor; sonra bunları medyadaki uzantılarına servis ediyor; medyanın bunları haberleştirmesinin ardından (daha baştan her şeyden haberdar olan) savcılar harekete geçiyor; savcıların talimatıyla polis operasyon yapıyor; nihayet zanlıların büyük kısmı, "güvenilir" yargıçların nöbetlerinde tutuklanıyordu." diye özetleyen Çakır'ın yazısı şöyle:
BALYOZ DAVASI CEMAATİN BAŞINA PATLIYOR
Anayasa Mahkemesi’nin Balyoz kararının içiçe geçmiş iki siyasi sonucu söz konusu:
Balyoz Gülen cemaatinin başına patlıyor, yani Balyoz Davası’ndaki tüm haksızlık, usulsüzlük ve hukuksuzlukların tek sorumlusu olarak Cemaat gösteriliyor.
Balyoz Gülen cemaatinin başında patlıyor, yani kısa süre öncesine kadar Cemaat’in gücüne güç katmış olan Balyoz Davası, bundan böyle onun gücünün iyice azalmasına vesile olacağa benziyor.
BERMUDA ŞEYTAN ÜÇGENİ
Sırayla gidelim. Hafızlarımızı fazla zorlamaya gerek yok. 4.5 yıl önce, 20 Ocak 2010 günü Taraf Gazetesi’nin manşetiyle start verilmiş, aynı yıl Haziran ayında ilk duruşma yapılmış, iki yıl sonra Eylül ayının sonlarına doğru mahkeme 365 sanıktan 325’ine ağırlaştırılmış müebbet cezası vermişti.
Türkiye gibi adaletin yavaş işlediği bir ülke için şaşırtıcı derecede hızlı sonuçlanmış bir davaydı Balyoz. Çünkü Ergenekon Davası’nda ilk kez kendini göstermiş olan emniyet-yargı-medya üçgeni bu sefer daha etkili bir şekilde devreye girmişti. İçine aldığı kişi ve kurumları hızla itibarsızlaştıran ve onlara bu dünyada cehennemi yaşatan bu "Bermuda şeytan üçgeni" hiç tartışmasız Fethullah Gülen cemaatinin ürünüydü. Önce Cemaat’in emniyet içindeki bağlantıları deliller topluyor, bulamadıkları zaman deliller üretiyor; sonra bunları medyadaki uzantılarına servis ediyor; medyanın bunları haberleştirmesinin ardından (daha baştan her şeyden haberdar olan) savcılar harekete geçiyor; savcıların talimatıyla polis operasyon yapıyor; nihayet zanlıların büyük kısmı, "güvenilir" yargıçların nöbetlerinde tutuklanıyordu.
CEMAAT BU SÜRECİ İKTİDARIN ONAYIYLA YÜRÜTTÜ
Ama bu anlattığımız haliyle senaryo eksik kalır: Cemaat bütün bu süreci siyasi iktidarın bilgi, onay, hatta teşvikiyle yürüttü. Öyle ki, hükümetin, bir aşamadan sonra rahatsızlığını alenen dile getirmesi üzerine bu operasyon dalgalarının bir süre daha sürüp bittiğine tanık olduk.
Öte yandan, gerek Ergenekon, gerek Balyoz süreçlerinde Cemaat sadece hükümetten değil, başta iktidar partisinin tabanı olmak üzere farklı toplumsal kesimlerden, içerde ve dışarda bazı güç odaklarından büyük destek ve takdir aldı. Fakat 17 Aralık 2013 gününde alenileştiği gibi bu ittifak uzun süre önce dağılmış durumda. Başbakan Erdoğan Cemaat’i bir suç, casusluk, hatta bir şekilde terör şebekesi olarak tanımlamaya başlayınca, doğal olarak ona destek verenlerin Ergenekon, Balyoz gibi davalara bakışı da büyük ölçüde değişti. Buna bağlı olarak AYM kararına ciddi bir itiraz dile getirilmiyor, fatura tamamen Cemaat’e yıkılmak isteniyor ve "çok safmışız" veya "aptal gibi kendimiz kullandırmışız" gibi bir yerden sonra hiçbir anlamı olmayan günah çıkartmalarla sorumlulukların üstü örtülmeye çalışılıyor. Ve şu ana kadar yaşananlara bakıldığında, garip bir şekilde bu üslup pekala iş görüyor.
CEMAAT YALNIZLAŞTIKÇA KAYBETMEYE BAŞLADI
AYM kararının Cemaat üzerinde balyoz etkisi yaratacak olması bahsine gelecek olursak: Yakın zamana kadar kabaca iki görüş çarpışıyordu: Her taşın altında darbe aramak ile her taşın altında Cemaat aramak.
Dünün galibi hiç tartışmasız, tasfiye etmek istediklerini darbeci diye yaftalayan hükümet, Cemaat ve onların müttefikleriydi. Ama yollar ayrıldıktan sonra işler değişti. Arkasında siyasi iradenin desteği olmadığında Cemaat’in gücünün bir sınırı olduğu anlaşıldı. Gelinen noktada, yani bugün her taşın altında Cemaat aramak (ve tabii ki bulmak) geçer akçe. Yani dünün galiplerinden Cemaat yalnızlaştıkça kaybetmeye başladı.
AYM kararının bu kaybı daha da artıracağı muhakkak zira Cemaat’in artık kimseyi kolay kolay "darbecilerle mücadele ediyorum" diye yanına çekebilmesi artık mümkün gözükmüyor. Dün mağdur ettiklerinin, ellerinde kalan güçlerini Cemaat’e karşı seferber etmeleri, hele "paralel yapı"ya karşı mücadelesinde Erdoğan’a destek olmaları halinde Cemaat’in kayıpları artacaktır.
MEZARDAKİLER KALKIP OY KULLANINCA...
Fethullah Gülen 12 Eylül 2010 referandumu öncesinde şunları söylemişti: " Değil sadece kadını erkeğiyle, çoluğu çocuğuyla ve dünyanın dört bir yanına dağılmışıyla hayatta olan insanları, imkân olsa mezardakileri bile kaldırarak o referandumda ‘EVET’ oyu kullandırmak lazım. Mezardakiler bile kalksın. Ben zannediyorum kalkarlar da.. ben zannediyorum ruhları koşar da. Çünkü demokrasi adına çok önemli bir adımdır."
Gülen’in siyasetüstü konumunu riske atarak coşkuyla destek olduğu referandumda kabul edilen AYM’ne kişisel başvuru hakkının 4 yıl sonra kendisini ve cemaatini epey zor durumda bırakacak sonuçlara yol açmış olmasını "demokrasinin cilvesi" olarak gören de çıkacaktır, "takdir-i ilahi" yorumu yapan da...
Yazının tamamını okumak için tıklayınız