'Vatan haini' ilan edilen Yıldız Tilbe'ye, Hasan Cemal'den öneri
Yıldız Tilbe'nin tartışılan Seyit Rıza ve Şeyh Sait paylaşımlarının ardından destek Hasan Cemal'den geldi. Cemal, "'Vatan haini’ Yıldız Tilbe'ye mektup; canını fazla sıkma!" başlıklı yazısıyla Tilbe'ye seslendi.
Şarkıcı Yıldız Tilbe'nin geçen günlerde yaptığı sosyal medya paylaşımı tartışma yaratmıştı. Hilafet yanlısı Şeyh Sait ve Atatürk'e karşı ayaklanan Seyit Rıza'nın fotoğraflarını yan yana koyarak paylaşan Tilbe, "Allahın Rahmeti üzerinize olsun" diye yazmıştı.
Tilbe’ye sert eleştiriler gelirken “vatan haini” diyenler de oldu. Tilbe, bu sözlere "Ben mi Vatan hainiyim? Vatan hainleri, Vatana ait her değeri kültürü dili dini milleti kişiyi ağacı suyu toprağı hain görürler Vatan hainleri ,tarihide ingilizlerin ve yabancı ülkelerin yazdıkları yalan yanlış bilgilerden öğrenirler. Ben Türkiye Cumhuriyetiyim her şeyiyle her şeyimle" diye yanıt verdi.
HASAN CEMAL’DEN DESTEK
Yıldız Tilbe’ye destek Hasan Cemal’den geldi. T24’deki köşesinde “’Vatan haini’ Yıldız Tilbe'ye mektup; canını fazla sıkma!” başlıklı bir yazı kaleme alan Cemal, yazısında şunları kaydetti:
“Dersim acısını hissedenler için... Dersim yalanlarına isyan edenler için... Bu yazım Yıldız Tilbe'ye... Dersim acısını içinde hissedenler için yazıyorum bu yazıyı...
Yıldız Tilbe'yi vatan haini ilan etmişler. Neden? 80 küsur yaşındayken yalancı şahit eliyle yaşı küçültülüp 15 Kasım 1937'de Dersim'de idam edilen Seyid Rıza'yı sevdiği için vatan haini demişler Yıldız Tilbe'ye...
İdam sehpasına yürürken cellatlarına:
‘Ben sizin yalan ve hilelerinizle
baş edemedim, bu bana dert oldu
ama ben de sizin önünüzde
eğilmiyorum, bu da size dert olsun!’ diye bağıracak kadar dik durmuş Seyid Rıza'ya, 83 yıl sonra daha hâlâ mezar yeri bilinmeyen, 83 yıl sonra daha hâlâ mahkeme tutanakları gizli tutulan Seyid Rıza'ya sevgisini saklamayan Yıldız Tilbe'yi vatan haini ilan etmişlerdir. Ama o da geri basmamış, yürekli davranmış, tweet üstüne tweet atmış:
“Seviyorum Seyid Rıza'yı ve Şeyh Said'i ve birçok evliyayı... Size mi soracağım kimi seveceğimi... Siz de kimi istiyorsanız onu sevin. Siz sevmeyebilirsiniz benim sevdiklerimi, öyle bi talebim yok. Kimi seveceğim ve kimi sevmeyeceğim kalbimden gelen bir şey... Düşüncelerimden dolayı asın beni de ya da hislerimden, inançlarımdan da asabilirsiniz.”
“GERÇEK BU DEĞİLDİR”
1937 ve 1938 yıllarının Dersim'inde devlet tarafından işlenen insanlık suçu nedir, Cumhuriyet tarihimizin 83 yıl sonra bugün hâlâ yüzleşemediğimiz kepaze sayfası nedir sorularının yanıtlarını, 2010 yılında yayımlanan Kürt Sorununa Yeni Bakış: BARIŞA EMANET OLUN isimli kitabımdan aşağıda özetliyorum.
Resmi tarih, 1937 ve 1938 yıllarının Dersim'inden, "Tunceli'de eşkıya isyan etti, bastırıldı," diye bahseder. Gerçek bu değildir. Dersim'de isyan olmadı. Dersim'de, Dersimlilerin "Tertele" dedikleri bir kıyım yaşandı. Devrin hükümetleri tarafından planlı programlı olarak önceden hazırlanmış ve acımasızca uygulanmış olan, eski deyişle bir tenkil harekâtı, bir katliam...
Yıl 1926
Mülkiye müfettişi Hamdi Bey raporunu yazar İçişleri Bakanlığı'na:
“Dersim gittikçe Kürtleşiyor, tehlike büyüyor. Dersim, Cumhuriyet için bir çıbandır. Bu çıban üzerinde kesin bir ameliyat yaparak acı sonuç ihtimali önlenmelidir.”
Yıl 1931
Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak'ın hükümete verdiği rapordan:
“Dersim cahildir. Zorunlu iskan uygulanmalıdır. Yüksek memurlara koloni [sömürge] yönetimlerindeki yetkiler verilmeli. Kürt kökenli yerli memurlar tümüyle bölgeden çıkarılmalı. Dersimli okşanmakla kazanılmaz! Silahlı kuvvetlerin müdahalesi, Dersimliye daha çok tesir yapar ve iyileştirmenin esasını oluşturur. Türk toplumu içinde Kürtlük eritilmelidir.”
Yıl 1932
İçişleri Bakanı Şükrü Kaya'nın hükümete verdiği rapordan:
“Kuzey Dersim halkı batıya göç ettirilmelidir. Askerî harekât başlamadan önce tüm silahlar toplanmalıdır. Yerli memurlar casustur. Dersimlilere kendilerinin aslen Türk olduklarını öğretmek lazımdır. Uçakların talim uçuşları Dersim üzerinde yapılmalıdır.”
Dersim 1937/38 sorusunu, ODTÜ Sosyoloji Bölümü'nden Prof. Mesut Yeğen şöyle yanıtlar:
“1930'lara gelindiğinde Cumhuriyet, Tanzimat'tan beri boyun eğdirilemeyen Dersim'i, önce İskan Kanunu (1934), ardından da Tunceli Kanunu'yla adım adım kuşattı, 1937 ve 38'deki harekâtla da ‘fethetti.’
1937-38'de ne bir anda patlayıp da bastırılan bir isyan vardı ortada, ne de örgütlü, planlı bir ayaklanma. Olan biten, Dersimlilerin "hayat alanlarını", "hali" korumak için gösterdikleri ve bedelini "mübalağa katliam, mübalağa sürgün" ödedikleri kararlı ve fakat "nafile" bir direnişten ibaretti.”
Tarih, 17 Haziran 1937.
Son Posta gazetesi manşet atar:
“Dersim meselesi tarihe karıştı! Asiler sıkı bir çember içine alındılar. Tunceli'de kahraman kuvvetlerimiz vaziyete hâkimdir. Asiler sığındıkları sarp dağlarda imha ediliyorlar.”
“RESMİ TARİHE BURADA OLDUĞU GİBİ İSYAN ETTİK”
Berlin, 26 Kasım 2010
Hayatımda ilk kez Dersim üzerine bir konferans izliyorum, adı, ‘1937/1938 Dersim: Bir Soykırımın Tanınması.’ "Tertele'yi, kıyımı konuşmak istiyorum," diye başlıyorum, "acıların üstüne, unutturulmak ve bastırılmak istenen acılar üstüne konuşmak istiyorum."
Şöyle devam ediyorum:
Acıların kaynağında inkâr edilen kimlikler var, hayat tarzları var. İnkâr edilen kökler var. Yine acıların temelinde yatan dini kimlikler, mezhepler üstüne konuşmak istiyorum. Ancak kimlikler, kökler kaybolmuyor, acılar unutulmuyor.
Şu noktaları vurguluyorum:
Geçmişle, gerçeklerle yüzleşmeden barış ve huzuru yakalamak da, özgürlükler düzenini yakalamak da çok uzak ihtimaldir.
Dersim acısının, "Tertele"nin resmi tarih tarafından nasıl unutturulmak istendiğine işaret ediyorum. Kürtlerin, Alevilerin acılarını yıllar yılı nasıl içlerine gömdüklerine, acılarını nasıl gizlice yaşadıklarına değiniyorum.
Seyid Rıza'nın cenazesinin de yok edildiğini, mezarının da yok edildiğini söylüyorum. Resmi tarih buyurdu ki: Yalanda yaşayacaksın!
Bir süre yaşadık, ama sonra resmi tarihe burada olduğu gibi isyan ettik. Seyid Rıza'nın idam sehpasına yürürken, "Kerbela evladıyız! Hatasız, günahsızız. Bu ayıptır! Bu zulümdür, cinayettir!" diye attığı çığlığa hiç olmazsa bu kadar yıl sonra kulağımızı açabildik.
Seyid Rıza'nın darağacına giderken attığı çığlığı bizzat duyan, zamanın emniyet müdürlerinden [1960'larda Demirel hükümetlerinin Dışişleri Bakanı] İhsan Sabri Çağlayangil, kendisi de Dersimli olan CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun teybine 1986 yılında şöyle der:
“Mağaralara iltica etmişlerdi. Ordu, zehirli gaz kullandı, mağaraların kapısının içinden. Bunları fare gibi zehirledi. Yediden yetmişe, o Dersim Kürtlerini kestiler.”
Eski Hava Kuvvetleri komutanlarından, 12 Mart Darbesi'nin altında imzası olan rahmetli Muhsin Batur Paşa anılarında, genç bir havacı subay olarak Dersim'deki "özel görevi"nden şöyle söz eder:
“Elazığ'ın biraz uzağında, Harput'un eteklerinde çadırlı ordugâh kurduk. Bir müddet sonra ilk durak Pertek olmak üzere harekete geçtik. Ve iki ayı aşkın süre özel görev yaptık. Okuyucularımdan özür diliyor ve yaşantımın bu bölümünü anlatmaktan kaçınıyorum.”
“BUGÜN BİLE HÂLÂ GİZLİ TUTULMAYA, UNUTTURULMAYA ÇALIŞILMASI…”
Demirel, 1991 yılı Şubat ayında, DYP'nin başında ana muhalefet lideriyken, bir akşam Ankara'da, Anadolu Kulübü'nde bana şunları söylemişti:
“Asker 1980 öncesi benden "Dersim Kanunu" istedi. Vermedim. Benden bunu istemeyin dedim. Dersim'de korkunç şeyler olmuştur. Renkli bir mozaiktir Anadolu. Yirmi küsur dil vardır. "Ne mutlu Türküm diyene"ye gelince... Bakmayın, "olana" dememiş falan, biraz ırkçılık kokar."
Başbakan Erdoğan'ın daha yakın geçmişteki (2010 yılındaki) "Dersim'de 50 bin kişi katledildi" sözüyle birlikte, Çağlayangil'in tanıklığı ve Muhsin Paşa'nın söyledikleri bile kendi başına Dersim 37-38'in nasıl bir kıyım olduğu gerçeğinin altını çiziyor.
Aradan 70 küsur yıl geçmiş olmasına rağmen tarihimizin bu rezil sayfasının bugün bile hâlâ gizli tutulmaya, unutturulmaya çalışılması ve devlet arşivlerinin yasak olmamasına rağmen hâlâ açılmamış olması, yalnız acı değil, aynı zamanda acıklıdır.
(Hasan Cemal, Kürt Sorununa Yeni Bakış: BARIŞA EMANET OLUN, Everest Yayınları, sayfa 217-222)
Evet, Yıldız Tilbe; Canını fazla sıkma. Şunu da yaz bir kenara: Tarihimizdeki acılarla, kırımlarla, soykırımlarla yüzleşemediğimiz sürece, "resmi tarih"in bizi yalanda yaşatmak isteyen sayfalarından hesap soramadığımız sürece, bu güzel memlekete barış, huzur ve demokrasi gelemez. Ne yazık ki öyle.”