VATAN GAZETESİNE SANSÜRCÜ DEMEK VİCDANLARI SIZLATIR!
Mine Kırıkkanat'ın ayrılığı sonrasında doruğa çıkan Vatan Gazetesi'nde sansür iddiaları için Reha Muhtar ne yazdı?
Vatan Gazetesine sansürcü demek vicdanları sızlatır!..
Bu gazeteye tam dört yıl önce geldim...Sabah gazetesinden ayrılmış, SHOW’a PİŞTİ programını yapıyor, yeni de bir program hazırlıyordum...
Sabah’tan ayrıldığım günün öğleden sonrası Zafer Mutlu beni aradı...
“Bebek otelinin kafesinde buluşalım” dedi...
Buluştuk...
“Bizde yazmanı ve hemen başlamanı istiyorum” dedi...
Kimse bilmez Zafer Mutlu‘yla çok yıllar önce ATV için de bir konuşma yapmıştık...
Karşılıklı nedenlerle olmamıştı...
Arkasından Türker İnanoğlu‘nu, Faruk Bayhan‘ı ve Vahit Alpada‘yı alıp, Kanal 6 televizyonunu kiralamıştık...
Yepyeni bir televizyon kuracak, Türkiye’nin altını üstüne getirecektik...
O da bizim dışımızdaki nedenlerle olmadı bir miktar paramız gitti, proje yattı...
***
İki olayda da ortak bir şey yapamamıştık, ama ilişkimiz yara almamıştı...
Onun gazeteciliğine güvenirdim...
Daha önemlisi onun gazetecileri yönetme becerisine yani knowhow’una güvenirdim...
Gazeteciler, yazarlar egosu şişik meslek grubuydular...
Her gün Türkiye’ye ve dünyaya ahkam kesen kalemler, etrafta gördükleri yoğun saygıyla, hafif dozajda çevrenin korkunun tetiklediği yağlamalarının da etkisiyle, “küçük dağları yaratmış” insanlardı...
Sonuçta bakanlar, başbakanlar, sanatçılar, kulüp başkanları, yöneticiler, sendikalar, işadamları, sivil toplum örgütleri ve elbette okuyucular onları önemser, onların görüşlerini etkilemek için uğraş verirlerdi...
Bir medya patronu veya yöneticisinin gazetecileri, özelikle de yazarları, öyle “ben yaptım oldu” edasıyla idare etmesi mümkün değildi...
***
Gazetecilik mesleğini fiilen aralıksız yaptığım bu 31 yılda, neler görmüştü neler bu gözler?..
Örneğin medyaya yeni giren patronlar, ekranlarda ve gazetelerde kellelerini gördükleri bu şöhretlerden başta çok etkilenir, onları “bir eli yağda bir eli balda” tutarlardı...
Sonra Bab-ı Ali dedikoduları devreye girer, o el üstünde tutulan adamlar “bir günde tukaka edilirdi...”
Medya patronlarının kulaklarına bunun doğal olduğu fısıldanırdı... “Boşverin o adamı patron, zaten daha önce de kovulmuştu çalıştığı gazeteden...”
Medyanın da bir müktesebatı, medyada da kime nasıl davranılacağının bir yolu yordamı vardı elbet...
Ne sürekli bir eli yağda bir eli balda tutacaktınız, ne de o kolay yetişmeyen değeri, bir anda değersiz insan muamelesine tabi tutacaktınız...
Her gazeteciye yazara göre değişen çok ince ve hassas bir dengeydi bu...
***
Zafer Mutlu çok uzun yıllar medya yöneticiliği ve hatta patronluğu yapmıştı...
Günaydın, Sabah, ATV ve Vatan’da yaklaşık 25 yıl...
Türkiye gibi, dengelerin, iktidarların, muktedirlerin ve mağdurların her an değiştiği Avrupalı olmaya çalışan bir Ortadoğu ülkesinde, 25 yıl gazeteleri yönetmek, incecik bir ipin üzerinde çeyrek asır boyunca durmak demekti...
Bab-ı Ali‘nin bir zamanlar en genç genel yayın yönetmeniydi...
Ben SHOW’a 36 yaşında genel yayın yönetmeni olduğumda içimden “Tüh be...” demiştim, “Zafer Mutlu’nun rekorunu kıramadım... O 32 yaşındaydı, Sabah’a genel yayın yönetmeni olduğunda...”
***
İşte o yaz günü Bebek Otel’in denize bakan terasında arkada olmasına özen gösterilmiş bir masada “Bize yazmanı istiyoruz...” demişti...
Yaşamımın hiç bitmek bilmeyen çalkantılı günlerindeydim ve o sırada SHOW’a iki televizyon programını hazırlamakla meşguldüm...
Biraz süre istedim...
***
Araya 20-25 gün girdi...
O günlerde gazetenin Genel Yayın Yönetmeni Yavuz Semerci‘ydi...
İşin peşini bırakmadı...
Ne yaptı etti Zafer’le konuştuğumuz işi bağladı ve beni VATAN gazetesine aldırdı...
Yazı yazmaya başladığım 2 Eylül 2006 günü, Yavuz’un Vatan’ın genel yayın yönetmenliği’ni bıraktığını öğrendim...
O da ayrı maceralı bir olaydır...
***
Neredeyse dört çarpı 365 gündür bu gazetede yazı yazıyorum...
Necati Doğru gibi çok sevdiğim bir kalem, daha önemlisi daha Milliyet’teki gençlik günlerimden kalma inanılmaz yaratıcı idol bir gazeteci ayrıldı...
Sözcü’de yazmaya başladı...
Onu yazısını, gazeteciliğini üstelik dobralığını çok severdim...
Sonra Mine (Kırıkkanat)...
Cumhuriyetçiliğinin laikliğinin ötesinde kültürü ve entelektüelliğiyle bana Paris’i kendi kalbimle yaşadığım gibi yaşatan kadın...
O da ayrıldı, muhtemelen o güzel yazılarına başka bir gazetede devam edecek...
Hayat böyle bir şey, bazen anlaşmazlıklar, yanlış anlamalar veya istenmeyen ayrılıklar yaşanıyor...
Yavuz’un, Necati Abi’nin, Mine’nin ayrılıkları ne ilk ne de son ayrılık gazetecilerde ve gazetecilikte...
***
Necati Abi, Yavuz, Mine benim meslektaşlarım...
Eğer birisine yakın olacaksam kendi meslektaşlarıma yakın olurum...
Gerçekte de öyleyim...
İstemezdim hiç ayrılmalarını, ama başka yerde okuyorum, okuyacağım o güzel kalemlerini...
Ama bu ayrılıkları fırsat bilip, “Vatan gazetesini sansürcülükle” itham etmeyi vicdanıma anlatamam...
Zafer’in daha iki yıl önce, Kemer’deki koskoca Kolej’i yıkıldı...
Bu VATAN gazetesinde Güngör Mengi başyazarlık yapıyor...
Selahattin Duman yazıyor, Zülfü yazıyor, Ruhat Mengi yazıyor Mustafa Mutlu yazıyor, Hikmet Bila yazıyor...
Bu yazarların Atatürkçülüğüne, Cumhuriyetçiliğine, laf edecek adamın alnını karışlarım ben...
İki ay öncesine kadar Süheyl Batum yazıyordu...
***
Her görüşten yazar yazıyor Vatan’da...
Tek kıstas, kaliteli ve farklı bir bakış açısını yansıtmaları...
Onun için Mutlu Tönbekici de, Ruşen Çakır da Güngör Mengi de yan yana sayfaları paylaşmakta...
Ayrılan ve başka gazetelerde yazan arkadaşlarım yazı ustası birer “inci”dirler...
İnci gibi yazmaya devam edecekler elbette...
***
Her şey söylenebilir VATAN için...
Ama sansürcü dediniz mi, yüreğim ve vicdanım sızlar...
Ben bugün varım yarın belki ayrılırım VATAN’dan...
Ama vicdanım VATAN gazetesine sansürcü denmesine müsaade etmez...
Emin olun hayat bu kadar “kolay aşağılamaları” vicdanlara anlatamaz...
Buradaki insanlar, söylediklerinin, yazdıklarının ve yayınladıklarının bedelini ödediler, ödüyorlar...
Kimseden teşekkür beklemiyorlar...
Ama kimse de bu kadar ucuza bu gazeteye laf uzatmamalı...
Herkes VATAN gibi dik durabilmiş olsaydı keşke... İnsanları aşağılamadan Cumhuriyet’e ve demokrasiye sahip çıkabilseydi...
Her görüşü entelektüel düzeyi indirmeden askettirebilmiş olsaydı...
Bu dört yıl içerisinde çok yakın dostlarımdan, en az dört kez “başka gazetelerde yazmam için teklif aldım ben...”
Kıramayacağım insanlardı, kıramayacağım tekliflerdi, kıramayacağım gazetelerdi...
Buna rağmen gitmedim ve şöyle söyledim o dostlarıma:
“Ayrılsam VATAN’dan onlara neyi gerekçe göstereceğimi bilmiyorum... ‘Şöyle yaptınız da ayrıldım’ diyemeyeceğim... Affedin beni...”
Beni bilen bilir, bu lafları hiçbir para, hiçbir ikbal, hiçbir hesap söylettiremez bana...
Vicdanları sızlatmayın...
VATAN’ın hakkını yemeyin!..
Reha Muhtar/VATAN
Bu gazeteye tam dört yıl önce geldim...Sabah gazetesinden ayrılmış, SHOW’a PİŞTİ programını yapıyor, yeni de bir program hazırlıyordum...
Sabah’tan ayrıldığım günün öğleden sonrası Zafer Mutlu beni aradı...
“Bebek otelinin kafesinde buluşalım” dedi...
Buluştuk...
“Bizde yazmanı ve hemen başlamanı istiyorum” dedi...
Kimse bilmez Zafer Mutlu‘yla çok yıllar önce ATV için de bir konuşma yapmıştık...
Karşılıklı nedenlerle olmamıştı...
Arkasından Türker İnanoğlu‘nu, Faruk Bayhan‘ı ve Vahit Alpada‘yı alıp, Kanal 6 televizyonunu kiralamıştık...
Yepyeni bir televizyon kuracak, Türkiye’nin altını üstüne getirecektik...
O da bizim dışımızdaki nedenlerle olmadı bir miktar paramız gitti, proje yattı...
***
İki olayda da ortak bir şey yapamamıştık, ama ilişkimiz yara almamıştı...
Onun gazeteciliğine güvenirdim...
Daha önemlisi onun gazetecileri yönetme becerisine yani knowhow’una güvenirdim...
Gazeteciler, yazarlar egosu şişik meslek grubuydular...
Her gün Türkiye’ye ve dünyaya ahkam kesen kalemler, etrafta gördükleri yoğun saygıyla, hafif dozajda çevrenin korkunun tetiklediği yağlamalarının da etkisiyle, “küçük dağları yaratmış” insanlardı...
Sonuçta bakanlar, başbakanlar, sanatçılar, kulüp başkanları, yöneticiler, sendikalar, işadamları, sivil toplum örgütleri ve elbette okuyucular onları önemser, onların görüşlerini etkilemek için uğraş verirlerdi...
Bir medya patronu veya yöneticisinin gazetecileri, özelikle de yazarları, öyle “ben yaptım oldu” edasıyla idare etmesi mümkün değildi...
***
Gazetecilik mesleğini fiilen aralıksız yaptığım bu 31 yılda, neler görmüştü neler bu gözler?..
Örneğin medyaya yeni giren patronlar, ekranlarda ve gazetelerde kellelerini gördükleri bu şöhretlerden başta çok etkilenir, onları “bir eli yağda bir eli balda” tutarlardı...
Sonra Bab-ı Ali dedikoduları devreye girer, o el üstünde tutulan adamlar “bir günde tukaka edilirdi...”
Medya patronlarının kulaklarına bunun doğal olduğu fısıldanırdı... “Boşverin o adamı patron, zaten daha önce de kovulmuştu çalıştığı gazeteden...”
Medyanın da bir müktesebatı, medyada da kime nasıl davranılacağının bir yolu yordamı vardı elbet...
Ne sürekli bir eli yağda bir eli balda tutacaktınız, ne de o kolay yetişmeyen değeri, bir anda değersiz insan muamelesine tabi tutacaktınız...
Her gazeteciye yazara göre değişen çok ince ve hassas bir dengeydi bu...
***
Zafer Mutlu çok uzun yıllar medya yöneticiliği ve hatta patronluğu yapmıştı...
Günaydın, Sabah, ATV ve Vatan’da yaklaşık 25 yıl...
Türkiye gibi, dengelerin, iktidarların, muktedirlerin ve mağdurların her an değiştiği Avrupalı olmaya çalışan bir Ortadoğu ülkesinde, 25 yıl gazeteleri yönetmek, incecik bir ipin üzerinde çeyrek asır boyunca durmak demekti...
Bab-ı Ali‘nin bir zamanlar en genç genel yayın yönetmeniydi...
Ben SHOW’a 36 yaşında genel yayın yönetmeni olduğumda içimden “Tüh be...” demiştim, “Zafer Mutlu’nun rekorunu kıramadım... O 32 yaşındaydı, Sabah’a genel yayın yönetmeni olduğunda...”
***
İşte o yaz günü Bebek Otel’in denize bakan terasında arkada olmasına özen gösterilmiş bir masada “Bize yazmanı istiyoruz...” demişti...
Yaşamımın hiç bitmek bilmeyen çalkantılı günlerindeydim ve o sırada SHOW’a iki televizyon programını hazırlamakla meşguldüm...
Biraz süre istedim...
***
Araya 20-25 gün girdi...
O günlerde gazetenin Genel Yayın Yönetmeni Yavuz Semerci‘ydi...
İşin peşini bırakmadı...
Ne yaptı etti Zafer’le konuştuğumuz işi bağladı ve beni VATAN gazetesine aldırdı...
Yazı yazmaya başladığım 2 Eylül 2006 günü, Yavuz’un Vatan’ın genel yayın yönetmenliği’ni bıraktığını öğrendim...
O da ayrı maceralı bir olaydır...
***
Neredeyse dört çarpı 365 gündür bu gazetede yazı yazıyorum...
Necati Doğru gibi çok sevdiğim bir kalem, daha önemlisi daha Milliyet’teki gençlik günlerimden kalma inanılmaz yaratıcı idol bir gazeteci ayrıldı...
Sözcü’de yazmaya başladı...
Onu yazısını, gazeteciliğini üstelik dobralığını çok severdim...
Sonra Mine (Kırıkkanat)...
Cumhuriyetçiliğinin laikliğinin ötesinde kültürü ve entelektüelliğiyle bana Paris’i kendi kalbimle yaşadığım gibi yaşatan kadın...
O da ayrıldı, muhtemelen o güzel yazılarına başka bir gazetede devam edecek...
Hayat böyle bir şey, bazen anlaşmazlıklar, yanlış anlamalar veya istenmeyen ayrılıklar yaşanıyor...
Yavuz’un, Necati Abi’nin, Mine’nin ayrılıkları ne ilk ne de son ayrılık gazetecilerde ve gazetecilikte...
***
Necati Abi, Yavuz, Mine benim meslektaşlarım...
Eğer birisine yakın olacaksam kendi meslektaşlarıma yakın olurum...
Gerçekte de öyleyim...
İstemezdim hiç ayrılmalarını, ama başka yerde okuyorum, okuyacağım o güzel kalemlerini...
Ama bu ayrılıkları fırsat bilip, “Vatan gazetesini sansürcülükle” itham etmeyi vicdanıma anlatamam...
Zafer’in daha iki yıl önce, Kemer’deki koskoca Kolej’i yıkıldı...
Bu VATAN gazetesinde Güngör Mengi başyazarlık yapıyor...
Selahattin Duman yazıyor, Zülfü yazıyor, Ruhat Mengi yazıyor Mustafa Mutlu yazıyor, Hikmet Bila yazıyor...
Bu yazarların Atatürkçülüğüne, Cumhuriyetçiliğine, laf edecek adamın alnını karışlarım ben...
İki ay öncesine kadar Süheyl Batum yazıyordu...
***
Her görüşten yazar yazıyor Vatan’da...
Tek kıstas, kaliteli ve farklı bir bakış açısını yansıtmaları...
Onun için Mutlu Tönbekici de, Ruşen Çakır da Güngör Mengi de yan yana sayfaları paylaşmakta...
Ayrılan ve başka gazetelerde yazan arkadaşlarım yazı ustası birer “inci”dirler...
İnci gibi yazmaya devam edecekler elbette...
***
Her şey söylenebilir VATAN için...
Ama sansürcü dediniz mi, yüreğim ve vicdanım sızlar...
Ben bugün varım yarın belki ayrılırım VATAN’dan...
Ama vicdanım VATAN gazetesine sansürcü denmesine müsaade etmez...
Emin olun hayat bu kadar “kolay aşağılamaları” vicdanlara anlatamaz...
Buradaki insanlar, söylediklerinin, yazdıklarının ve yayınladıklarının bedelini ödediler, ödüyorlar...
Kimseden teşekkür beklemiyorlar...
Ama kimse de bu kadar ucuza bu gazeteye laf uzatmamalı...
Herkes VATAN gibi dik durabilmiş olsaydı keşke... İnsanları aşağılamadan Cumhuriyet’e ve demokrasiye sahip çıkabilseydi...
Her görüşü entelektüel düzeyi indirmeden askettirebilmiş olsaydı...
Bu dört yıl içerisinde çok yakın dostlarımdan, en az dört kez “başka gazetelerde yazmam için teklif aldım ben...”
Kıramayacağım insanlardı, kıramayacağım tekliflerdi, kıramayacağım gazetelerdi...
Buna rağmen gitmedim ve şöyle söyledim o dostlarıma:
“Ayrılsam VATAN’dan onlara neyi gerekçe göstereceğimi bilmiyorum... ‘Şöyle yaptınız da ayrıldım’ diyemeyeceğim... Affedin beni...”
Beni bilen bilir, bu lafları hiçbir para, hiçbir ikbal, hiçbir hesap söylettiremez bana...
Vicdanları sızlatmayın...
VATAN’ın hakkını yemeyin!..
Reha Muhtar/VATAN